Bugün hepimiz yarını beklerken bir kabuğun içinde sıkıştırılıp kalmış, o kabuklardan başımızı birbirimize biraz uzatır gibi yapıp, birbirimize birkaç kelam edip dağılıveriyoruz o sahte birlikteliklerimizden. Belki de biz sıkışıp kalmışlığımızdan rahatsızlık duyarken o rahatsızlıktan da bir konfor alanı yaratıp çatlatmak istemiyoruz o kabuğu çünkü oradan çıkınca ne olacağını bilmiyoruz. Korkuyoruz bir anda yitip gitmekten. Çıkmadığımız, sığındığımız yerde yavaş yavaş çürümeyi ihtimal bellediğimiz cesurca yitip gitmeye yeğliyoruz. Hep çırıl çıplak kalalım demiyorum. Elbette bir sığınağımız olsun kaçmak, kendimizle baş başa kalabilmek, düşünmek, saklanmak, beklemek için… Evet, beklemek için. Zamanı geldiğinde de geç kalmadan oradan çıkmak için…
Belki de tüm bu saydıklarım sığınmaya ihtiyaç duymaktan geliyor ve sığınma eyleminde aklımıza ilk gelen yalnızca bunlar değildir herhalde. Kelimenin elle tutulur, gözle görülür, kalınca duvarları olan ve içindeyken bizi bir şeylerden koruyacak olan; savaşlarda ve olası olağanüstü durumlarda saklanılacak belki de gizli toplantıların merkezi olacak yapılara götüren bir temel anlamı da var elbette. Bunlardan biri de 1940 yılında ikinci TBMM binası, bugün Cumhuriyet Müzesi olarak faaliyet gösteren binanın yanına yapılmıştır. Yarım daire planlı yapı zamanla depo olarak kullanılmaya başlanmış, yakın zamanda ise sığınak, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilmiştir. Bugün Ulus’ta yürürken birilerine sorsanız kaç kişi size yerini tarif eder bilmem. Yaklaşık 1.2 metre kalınlıkta olan sığınağın Türkiye’nin ilk dijital sanatlar sergi alanı olarak sanat galerisine dönüştüğünü görmek ve 17 Mart – 15 Mayıs 2022 tarihleri arasında galeride yer alan küratörlüğünü Marcus Graf, Asistan Küratörlüğünü ise Öykü Demirci ve Beyza Nur Demircioğlu yaptığı Belki Sonra sergisini görmek heyecan verici.
Belki Sonra… Ne çok sonra var hayatımızda beklediğimiz, söylediğimiz, sakladığımız… Ya da ertelediğimiz mi demek gerek… Yaşadığımız dünyanın hep başka bir yere evrildiği, tahrip etsek de bir şekilde döngüsünü sürdürmeye çalışan, dayanamayıp ara sıra üzerimize kusan doğanın dengesini alt üst ettiğimiz şu günlerde yine de doğanın kendisiyle biraz yeşili, biraz mavisiyle, suyun sesiyle nefes buluyoruz. Işıkların tek tek üzerimize kapatıldığı, krizlerin etrafımızı çevrelediği şu günlerde Belki Sonra sergisi bizi bakmaya, biraz daha bakmaya davet ediyor. Yaşama biçimlerimizi eleştirirken, bugünlerden bir çıkış olduğunu, mutlaka umudun olduğunu söylüyor. Doğrusu bu söylemi duymaya, tekrarlamaya ve buna inanmaya hepimizin çok ihtiyacı var. Sergi bize bu eleştiriyi yapan ve ne olursa olsun ışığı bulmamızı söyleyen on beş sanatçının video, heykel, obje ve resimden oluşan yirmi beş özgün eserini içeriyor. Beş oda ve bir ana mekan olmak üzere altı odayı barındıran ve iki bölümden oluşuyor.
Serginin izleyeni olduktan sonra kendinizle ve hayatınızla ilk karşılaşmanız nasıl olur, nerede olur bilmiyorum? Şükran Moral’ın Mirror isimli video eserindeki gibi ilk imgenizle karşılaştığınızda siz de o imgeye tükürür müsünüz? O imgeye kollarınızı açıp sığınacağı göğsü, kendinizi mi gösterisiniz? Öfke mi duyarsınız? Yoksa bakıp görmekten bile korkuyor musunuz? Bilmiyorum… Bildiğim tek şey herkesin o imge ile yüzleşmesi, yürüyecekse o yüzleşmenin ardından Belki Sonra’nın umuduna yürümesi gerektiği… Yoksa sığınaktan çıkmak için anlam aramak da bulmak da zor.