Dirimart, Dolapdere Mekânında Christopher Page’i Ağırlıyor

Dirimart, Christopher Page’in Müzenin Sönümlenen Işığı başlıklı galerideki ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Başlığının da işaret ettiği gibi sergi ışıkla veya yokluğuyla oynayan resimlerden oluşuyor. Sergide Page’in en yakın tarihli gölgelerinin yanı sıra üç ayrı serisinden eserler bir araya geliyor. Sanatçının iki boyutu üç boyuta taşıdığı sihirli değneği galeri mekânına dokunuyor, mekân resimlerin işleyişinin bir yansıması haline geliyor.

Bu sergi, aynı anda mise-en-abyme olan bir mise-en-scène’dir. Galerinin ana mekânında kendimizi soyut bir müzede buluruz, duvarlar kırmızıya boyalıdır (ki bir zamanlar İngiltere ve dünyanın başka yerlerinde müze duvarları bu renge boyanırdı), duvarlarda aslında resimlerin resimleri olan resimler asılıdır. Müzenin kendisi ve pencereleri de, gerçek galerinin duvarlarına doğrudan yapılmış bir resim olmuştur. Yani karşımızda duran, gerçek bir galerinin içindeki, hayali resimlerin gerçek resimleriyle donatılmış hayali bir galeridir. Uzun pencerelerden, bize hem makul hem gerçekdışı hissi veren alev almış bir gökyüzü görürüz: hem uzak hem endişe verici ölçüde yakın. Yanan gökyüzü, resimlerin üzerine ışık düşürüyor gibidir, halbuki hem ışığı hem görünürde düşürdüğü gölgeler aslında resimle yaratılan etkilerdir.

Bu mise-en-scène bir düş imgesi, sanat tarihinin belirli anlarından kopup gelen, günümüzün yapay dünyasını derinlemesine düşünmek isteyen bir yoğunlaşmadır. Resimler görünüşte renkli çerçevelere yerleştirilmiş modernist monokromlara benzer, halbuki onlar da diğer her şey gibi resimle yaratılan yanılsamalardır. İngiltere’de kırmızı duvarlı müze modası, çalkantılı George döneminde şahikasına ulaşmıştı: Turner’ların, Constable’ların zamanı. Belki onların yansılarını bu sergide hissedeceğizdir. Belki bu kırmızı merakı on sekizinci yüzyıl başlarında başlayan Pompei kazılarından geliyordur. Gerçekten de kırmızı Pompei fresklerinin baskın niteliğini oluşturur, tıpkı resimlerin resmedilmiş tuhaf temsilleri olmaları gibi duvarlara asılan, aslında birer illüzyon olan resimlerin resimleri. Keza Page de kendi “resimlerinin resimlerini” yapmaya Pompei ve Napoli Arkeoloji Müzesine yaptığı ilk seyahatin ardından başlamıştı.

Bu düşsel, dipsiz derin yoğunlaşma, bir galerideki resimlere bakma deneyimini dolayımlı hale getirir. Basitçe bir galeride durmuş resimlere bakmıyor, galerinin içindeki bir galeride resimlerin resimlerine bakıyoruzdur. Lakin burada soğuk, ironik bir mesafe söz konusu değildir -bu mise-en-scène’in tonu, bir yandan renkli ve sentetikken, öte yandan kolayca fark edilir şekilde melankoliyle, kuluçkada bekleyen kıyamet hissiyle yüklüdür.

Kuluçkada bekleyen kıyamet hissi bir sonraki odada da peşimizi bırakmaz; burası duvarları yeşile boyalı tek bir pencere resminin asılı olduğu bir yerdir ve işte yine o alev alev gökyüzü. Son odaya ise biraz bastırılmış bir melankoli hâkimdir; bu da duvarları griye boyalı, duvarlarında imgemizi yansıtmayan üç boş aynanın asılı olduğu bir yerdir. Bu resimlere bakarken gözlerimiz bu yüzeylerdeki uzama kendilerini uyarlamakta güçlük çeker. Onların içinden mi bakıyoruzdur o aynaların yansıttığını düşündüğümüz “odaya” yoksa narin bir şekilde ayarlanmış yüzeylerine mi doğrudan? Kendimizi onların içine yerleştirebilir miyiz yoksa bu tahliye edilmiş sahnenin hayaletsi gözlemcilerine mi dönüşüyoruzdur?

Müzenin Sönümlenen Işığı, resim, imgeler ve yapıntı şeyler üzerine çok katmanlı bir meditasyondur. Page’in illüzyon resimleri, gerçek hayattaki nesnelerin sadık temsilleri değildir. Onlar fenomenleri dolayımlı yoldan temsil eden resimler, temsillerin temsilleridir: Page’in aynalarındaki parıltı, gerçek yansıtıcı bir yüzeyden kaynaklı olmaktan ziyade Photoshop’tan çıkmış etkileri anıştırır; gölgeler ise atölyedeki gerçek ışıktan kaynaklı değildir de sanatçı tarafından bilgisayar yardımıyla yaratılmıştır. Başka bir deyişle, sanatçının yapıtı bizim deneyimlerimiz üzerine, günümüz dünyasının dolayımlı olarak nasıl hissedildiği üzerine düşünümlerdir. Kendimizi böylesine kavranamaz, böylesine gerçekdışı bir dünyada nasıl konumlandırabiliriz? Ve illüzyonlardan toptan vazgeçemiyorsak, en azından daha iyilerini nasıl hayal edebiliriz? Ön cephelerimizin ötesinde uzanan dünya her geçen gün daha çalkantılı hale gelirken işte bu yakıcı soru orada bizi beklemektedir.

Christopher Page Hakkında

Christopher Page 1984 doğumludur. Güzel Sanatlar Yüksek Lisans derecesini 2011’de Yale School of Art’tan aldı. Soyutlama ve temsile odaklandığı işlerinde zorlu kompozisyon stratejileriyle illüzyonlu resim tekniklerini birleştirir. Görsel paradokslar yaratarak ışık ve uzam arasındaki sürgit diyaloğu sorunsallaştırır. Mimari uzamdaki hayali ve sembolik işaretler arasındaki karmaşık ilişkiyi derinleştirir. Sanat, şiir ve deneme dergisi Effects’in editörlerindendir. Önemli kişisel sergileri arasında Knots (Clementine Keith-Roach ile birlikte), P.P.O.W, New York (2022); Shadows & Reflections, Ben Hunter, Londra (2020); The Four Seasons, Bill Brady, Miami (2019); Opening, Baert, Los Angeles (2018); Museu de Arte Moderna, Rio de Janeiro (2017); Residuals(küratör: Chris Sharp), Instituto Inclusartiz, Rio de Janeiro (2016); Dawn, Hunter/Whitfield, Londra (2015); Pictures, Sushi Bar Gallery, New York (2014); Bespoke Solutions, Hannah Barry Gallery, Londra (2012) bulunuyor. Katıldığı önemli karma sergilerse Public Gallery, Londra (2022); Art Basel Miami Beach (2021); Nitra Gallery, Atina (2016) ve Gerald Moore, Londra’dır (2014). Yapıtları Museu de Arte Modern, Rio De Janeiro ve The Potteries Museum & Gallery’nin kurumsal koleksiyonlarına alınmıştır. Sanatçı Londra’da yaşıyor ve çalışıyor.

Christopher Page’in Müzenin Sönümlenen Işığı başlıklı galerideki ilk kişisel sergisi 1-30 Ekim tarihleri arasında Dirimart Dolapdere’de görülebilir.

Türkiye'nin En Büyük Sanat Haber Portalı, Güncel Sanat Haberleri, Sergi Rehberi, Sanatçı Portfolyoları, Sanat Üzerine Röportajlar