Korku ve acıma duygusu yan yana gelebilir mi? Takıntılı insanlar ne kadar ileri gidebilir? Bir başkasına zarar vermek nasıl sizi yaşatan güç olabilir? Klasik müzik ile saplantılı birey ilişkisi nasıl kurulur?
Arkadaşlık ya da sevgili ilişkilerinde hatta kendi iç dünyamız da takıntılı olmak kendimize ve başkasına zarar veren bir durumdur. Bununla başa çıkmak kimimiz için durumun üstüne gitmek kimimiz içinse daha çok destek almakla çözülebilen bir durumdur.
Her gün gördüğümüz, okuduğumuz ve izlediğimiz olayların içinde illa ki bu insanlarla karşılaşıyoruz. Hatta kadın, çocuk cinayetleri ve hayvan katliamlarını yapanlaraın geçmişinde illa ki acı çektirmeye, acıdan güç almaya, ruhlarında ki bozukluğu besleyen çeşitli travmaların olduğunu biliyoruz. Ancak sağlıklı beyinler takıntının da boyutu olduğunu bilenlerdir.
Greta bize takıntıyı ve bu durumun kişinin çevresine verdiği zararları en korkunç olabilecek şekliyle yansıtıyor.
Son filmi, Cameron Post’a Ters Terapi de eşcinsel yöneliminden dolayı bir kliniğe gönderilen genç lise öğrencisi Cameron olarak karşımıza çıkan Chloe Grace Moretz bu kez gerilim filmi Greta’te Frances ile arkadaş eksikliğini belki de hayatında ki anne eksikliğini doldurmaya çalışan geç kız olarak karşımızda.
En son EVA da hayat kadınını canladırdığı filmi ile karşımıza çıkan ve bu sene Cannes da gösterimi yapılan FRANKIE adlı filmi ile karşımıza çıkan, bu filmin ikinci ana karakteri takıntılı ve yılmak bilmeyen Greta rolüyle Isabelle Huppert da bu filmde yer alıyor.
New York metrosunda yapılan girişle başlayan film ile yönetmen, kargaşa ve metropol izlenimini iyi yansıtarak bizi belki de daha baştan filmin havasına sokmaya çalışmış. Olay örgüsü başlarda dallı budaklı olmadan bizi sorununun içine çekiyor. Biliyoruz ki film de bizi hoş olmayan duygular bekliyor.
İlk başta Frances için yeni arkadaş sayılan Greta, Erica (Maika Monroe) -Frances’in ev arkadaşı- tarafından tuhaf karşılanır. Çünkü izleyiciye de yansıyan o ortak duyguyu -kısa sürede kendinden yaşça büyük bir kadınla arkadaş olması- hepimiz hissederiz. Ancak başta güzel gelen arkadaşlık, Frances’in Greta’nın evine akşam yemeğine gittiği gece gerçek yüzünü gösterir. Olay örgüsü bu sahneden sonra içinden çıkılmaz duygulara ve olaylarla örülür.
Frances, Greta tarafından taciz edildiği her anın ve günün ardından paranoyak olarak yaşamaya başlar. Kendisinin içinde olduğu bu durumu mekan, ışık ve renk hatta müzik seçimleriyle bize derinden hissettiriliyor. Öyle ki Greta Manhattan’da izbe gibi duran karanlık ve kimsenin kolay kolay girmek istemeyeceği küçük çıkmaz sokak gibi bir yere konumlanmış bir ev de yaşıyor. Evin dışardan da hoş gözükmeyişi, iç mekan da ise karanlık ve basık atmosferi ile klasik müzik çalan ortamda duygularımız kadının gerçekten sorunlarıyla yaşadığı izlenimini güçlendiriyor.
Klasik müzikle psikolojik-gerilimin yanyana gelmesi filmden daha fazla zevk almama etki etti. Yaklaşımsal olarak izleyici üzerinde ki gerilimi arttırmkak için de doğru tercih gibi duruyor.
Dört duvar arasında yaşamak hissi bizi korkuturken ya bir sandıkta yaşamaya mahkum edilseydiniz?
Frances ve öncekiler bunu yaşadılar.
Siz acı ve kanla ne kadar amacınıza sadık kalabilirdiniz?
Frances’in Greta’nin parmağını kopardığı bir sahne var ki bu sahne saplantılı takıntılı birinin amacına ulaşmak için neleri göze alabildiğini gösterir nitelikte.
İzleyicisine psikolojik şiddeti hissettiren bu psikolojik-gerilim filmi Chloe Grace Moretz’in mesleki portföyünde önemli filmlerden biri olmalı.