Heykel ve Animasyon Sanatçısı Uğur Savaş İle Söyleşi

9 Mart 2020

90’lar da sokaktaki arkadaşlarıyla kendi oyuncaklarını yaptıkları dönemden yapma ve senaryolaştırma arzusunu şimdi profesyonel mantıkla yapan heykel ve animasyon sanatçısı Uğur Savaş, köy hayatında kısıtlı imkanlardan dolayı kendi oyuncaklarını yaptığı süreçten heykele başlama sürecine, animasyonla buluştuğu noktayı ve gelecek projelerini sizler için paylaştı.

Uğur Savaş
Uğur Savaş

1-Kendinizden bahseder misiniz?

Ben Uğur Savaş, 1987 Hatay doğumluyum. Babam bir ilkokul öğretmeni olduğu için 4 senede bir farklı bir yere taşınmamız gerekiyordu. Bu yüzden ben Hatay’da doğdum. Hatay’dan Tokat’a oradan memleketimiz olan Kastamonu’ya ve en sonunda da 1996’da İstanbul’a geldik. 4 senede bir farklı yerlere taşınmamızın çocukluğum üzerinde ilginç etkileri oldu. Çünkü her gittiğimiz köyde yeni insanlarla tanışıyor, onlarla kaynaşıyorduk. Sonrasında bir daha geri dönmemek üzere o köyden ayrılıyorduk. Bu durumun, benim kişileri ve yaşadıkları yerleri birbirleriyle karşılaştırabilme, gruplandırabilme ve hikayeleştirebilme yeteneğimi geliştirdiğini düşünüyorum. Geri dönüp baktığımda çocukluğuma dair anılarım hep masal gibi canlanır gözümde. Bu yaklaşımım 13-14 yaşıma geldiğimde, resimler çizmek ve hikayeler anlatmakla devam etti. Daha sonra resme yeteneğim olduğu anlaşıldı ve Avni Akyol Güzel Sanatlar Lisesine girdim. Lisede resim çizerken bir taraftan sinemaya ve animasyona olan ilgim giderek arttı. O yıllarda beğendiğim filmler daha çok plastik sanatları filmlerinde kullanan yönetmenlere aitti. Bu noktada üç boyutlu fantastik bir ortam yaratabilmenin yolunu heykelde aramaya başladım. Mimar Sinan Üniversitesi’nin Heykel bölümünü kazandım. Bu bölümü okurken bir taraftan kendimi heykel alanında geliştirmeye yoğunlaştım, bir taraftan da film çekmek için çalışmalar içerisine girdim.

2-Sanata dair hayatınızda neler oluyor?

Sanata dair hayatımda her gün pek çok şey oluyor. Etrafım her gün kendimi geliştirmem gereken yeni bilgiler ve gelişmelerle dolu. Önceden sanatla alakalı disiplinleri, heykeltraşlık, ressamlık, seramikçilik vs gibi bazı kalıplar içerisinde sınırlara sahip olan meslekler olarak tanımlıyordum. Şimdiyse bunları sadece sanatçıların sanatı uygulamak için seçtikleri yöntemler olarak görmeye başladım. Dahası sanatçı kendini ifade edebilmek için bu yöntemlerden bir kaçını aynı anda tercih edebilir. Bir kaç yöntemi birleştirerek ortaya yeni bir şey çıkarabilir. Önceden sanat olduğu düşülmeyen bir şeyi sanata dönüştürebilir. Sonuç olarak sanatçının duygusunun ve fikrinin yaptığı yapıtın mükemmelliğinden daha önemli bir hale gelmeye başladığını düşünüyorum.

3-Heykel çalışmalarınızdan animasyon yaratma fikri nasıl oluştu?

Heykel çalışmalarımdan animasyon yaratma fikri benim sinemaya olan tutkum ve hikaye anlatma isteğime engel olamamamla başladı. Heykel bölümünü okurken, kısa film çalışmalarım oldu. Bu çalışmalarda stop-motion tekniğini kullandım. Sonrasında heykellerimin hareket etmesi ve hikayeler anlatması fikri beni çok heyecanlandırdı. Yüksek lisans eğitimimi yine aynı bölümde heykel üzerine okudum. Tezimde bu konuyu araştırmak istediğime karar verdim. Gençken Tim Burton ve Terry Gilliam gibi filmlerinde heykelsi dekorlara yer veren yönetmenlerle ilgileniyordum. Yüksek Lisans okuduğum dönemde ise bu ilgi yerini bu disiplinleri daha iç içe kullanan Jan Svankmajer, Quay Brothers veya Matthew Barney gibi sanatçılara bıraktı. Türkiye’de Canlandırma sinema, animasyona verilen alternatif bir isim. Ben de buradan yola çıkarak tezime uydurma bir isim koydum. “Canlandırma Heykel” Heykel ve animasyonun ortak noktaları üzerine bir deneme. Tezim için yaptığım derin araştırmalar sonucunda nasıl bir sanat yapmak istediğimden emin oldum.

4-İki farklı sanat dalı bir birini nasıl besliyor?

Animasyon kökeni latince olan “animare” sözcüğünden türemiştir. “animare” cansız neslelere can vermek, onları canlandırmak anlamında kullanılmıştır. Latince bir kelime olan “anima” nefes, ruh ve can sözcüklerinden türemiştir. Heykel sanatının geçmişine baktığımızda “put”ların önemli bir yere sahip olduğunu görürüz. İlkel toplumların bu figürlere bakışı günümüz sanatından farklıydı. Onlar bu figürlerin, onların hayatını etkileyen, doğa üstü güçleri olan ruhlar olduklarına inanıyorlardı. İlkel toplumlarda heykeltraş, bu ruhları tasvir eden figürü yaparken o günün bakış açısıyla oldukça kutsal bir görev üstlenmiştir. Kısacası sanatçı, ruhun o imge sayesinde yaşamını sürdürmesi veya imge içersinde can bulması için çalışıyordu. Tıpkı Eski Mısır’da heykel yapan sanatçıların “yaşamı koruyan kişi” olarak ele alınması gibi. İnsanın tarih boyunca yaptığı sanatsal faaliyetlerin temelinde, farklı sebeplerle olsada, canlandırma isteğinin yattığını düşünüyorum. Bu canlandırma isteği üzerine, özellikle figürün hareketinin de zihinde canlanması adına yapıtlar üretilmiştir. Bence bu yaptıların ortak noktası izleyici üzerinde bıraktığı etkidir ve bu etkinin günümüz sanatında bir şekilde yaşadığı düşüncesindeyim. O günün heykelleriyle canlandırma arasında ciddi bir bağ olduğu görüşündeyim. Nasıl o günün figürleri bu günün heykel sanatının zemini ve tarihiyse, canlandırmanın (animasyonun) tarihini de yine aynı figürlerde aramak gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla canlandırma ile heykel sanatı arasında ciddi bir bağın varlığından söz edebiliriz.

5-Her iki sanat dalının tasarım ve yaratım süreçlerinde sizi besleyen faktörler nelerdir?

Heykel yapmak üzere yola çıktığım bir fikir, beni bir animasyon senaryosu yazmaya kadar götürebiliyor. Yine animasyon film yapmak için yola çıktığım fikirlerden bir seri heykel tasarımı çıkarabiliyorum. Sonuç olarak heykel ve animasyon yine de birer sanat disiplini. Sanatçının asıl görevinin hayatta karşılaştığı fikirlerle yeni bir yapıt yapmak ve izleyice sunmak olduğunu düşünüyorum. Bu noktada öncelikle anlatmak istediğim bir fikir beni sanat yapmaya itiyor. Sonrasında üretim için tasarım yapmaya koyulduğumda, romanlar, şiirler, sinema ve düşlerime yöneliyorum.

6-Her yeni çektiğiniz animasyon çalışmalarınızın çıkış noktasının temelinde heykel çalışmalarınız mı yatıyor?

Çocukken köyün çocuklarıyla birlikte oyun oynardık. Oyuncak arabalarımız veya legolarımız yoktu. Bu yüzden oyuncaklarımızı biz yapardık. Ahşap parçalardan arabalar, dallar ve çamurlarla kapladığımız parçalardan köprüler ve yollar yapardık. Oynadığımız oyunlar için öncelikle bir dünya yaratırdık. Sonra bu dünyanın bize anımsattığı yönde bir senaryo gelişirdi. Senaryo biz oyunu oynarken dallanıp budaklanırdı. Daha sonrasında arkadaşlarım büyüyüp oyun oynamayı bıraktılar. Ama ben bırakmadım. Kendi kendime bu oyunlara devam ettim. Kimi zaman bir oyuncakla kimi zaman objelerle. Bu oyunlar benim için bir ritual gibiydi. Kendimi kaptırıp bambaşka hayal alemlerine dalardım. Bu durum içimde oyuncaklarımı ve hayal dünyamın atmosferini daha etkileyici tasarlama isteği oluşturdu. Ben hala oyun oynuyorum. Stop-motion tekniğiyle tanıştıktan sonra oyunlarım filme dönüştü. Şimdi bütün bunları daha profesyonel bir mantıkla yapıyorum.

Düş ve His -Dreams and Feelings from Uğur Savaş on Vimeo.

7-Animasyonlarınızın konusunu neler oluşturuyor?

Animasyonlarımın konularını genellikle düşler ve kabuslar oluşturuyor. Ele aldığım fikri senaryolaştırdıktan sonra, sanki bize rüya aleminin süzgeçinden geçmiş gibi ulaşmasını istiyorum. Özellikle kabuslarımız içimize attığımız günlük sıkıntılarımızı ve kaygılarımızı yansıtıyor. Bu yüzden animasyonlarımın genel teması korku üzerine. Ahşaptan yontulmuş heykellerim animasyonlarımın karakterleri olarak oldukça tekinsiz bir atmosfer yaratıyor. Ahşap heykellerim stop-motion tekniğiyle oynatılırken, harekete izin verdiği bir sınır var. Bunu uzak doğu veya çek kuklalarında görebilirsiniz. Hareket etmeyen yüzler, parmakları birleşik eller, aksak ritimli adımlar, görülebilen eklemler. Bunların hepsi rüya ve kabuslardaki tekinsiz ve anormal atmosferi yansıtmama yarıyan şeyler. 2018 yılında yayınladığım kısa filmim “Düş ve His” bir adamın keyifsiz bir vaziyette eve gelip koltuğuna uzandığında gördüğü bir kaç kabus ve rüyadan oluşuyordu. Adamı siyah beyaz, rüyaları ise renkli animasyonlarım oluşturuyordu. Burada, adamın bizim jenerasyonumuzdan biri olarak geçirdiğimiz bu sıkıntılı zamanlarda, evine kapanan, hayata küsen, yorgun biri olarak ele alabiliriz. Rüyaları ise aslında en çok görmek istediği şey, belki hayalleri, belki bastırdığı duygular ve travmaları. Sonuç olarak bizi sanat yapmaya iten şeyin dilimizle anlatamadıklarımız olduğunu düşünüyorum. Rüyalarımız ise kendimize bile itiraf edemediklerimizi kapsıyor.

8-Sanat emekçisi olarak sizi, sanatınıza verilen değer ve beklentilerden oluşan kaygılar nasıl etkiliyor?

Açıkçası sanatımı üretebilmek için adına sanat demediğim başka üretimlerden para kazanmak zorunda kalıyorum. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar tabi ki bize de yansıyor. Sanat üretiminizin size kazandırabilmesi için sabırlı ve dirayetli olup üretmeye devam etmek gerektiği kanısındayım. Sanat okullarından mezun olan bir çok genç sanatçı üretebilecek mekan, zaman veya maddi kaynak bulamadığı için sanat üretemiyor. Gelişmiş ülkelerde sanat çok geniş bir yelpaze içinde faaliyet gösterebiliyor. Farklı yapıtlar farklı alanlara meraklı izleyicilerle buluşabiliyor. Bizim ülkemizde bu yelpaze çok dar. Kendimden örnek verecek olursam, animasyon ve heykel sanatını bir arada kullanıyor olmam, her iki sektör tarafından arada kalmışlık ön yargısına maruz kalabiliyor.

9-Festivallere katılıyor musunuz?

Şuan sanatımın var olabileceği platformlardan birisi sanat sergileri bir diğeri ise film festivalleri. Uzun senedir üzerinde uğraştığım tekniğimin daha yeni yeni oturmaya başladığı düşüncesindeyim. 2018 yılında çektiğim filmim “Düş ve His” o sene birincisi düzenlenen “Uluslararası İstanbul Deneysel Festivali”inde animasyon programında gösterildi. Bu benim için gurur vericiydi.

10-Heykel ve animasyon işleriniz dışında ilgi alanlarınız nelerdir?

Sanata dair üretilen her şeyle ilgileniyorum. Sinema çok yönlü bir alan. Bir film içerisinde oyunculuk, müzik, edebiyat, şiir gibi sanat disiplinleri bir yanda ses efektleri, görsel efektler gibi teknik konular başka bir yandan birleşip bir bütün oluşturuyor. Eğer yolun başındaysanız ve düşük bütçeli filmler yapıyorsanız, endüstriyel anlamda bir film ekibiniz olamıyabiliyor. Dolayısıyla filminizin yönetmenliği dışında başka şeyleri de siz yapmak zorunda kalabiliyorsunuz. Örneğin filmimin ses kurgusunu ve tipografi tasarımlarını ben yaptım. Bu konularla uğraşmak durumunda kaldığım için tabi ki elimden geldiğince kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Bunun dışında senaryo yazmak önemli bir konu. Bence iyi bir senaryo yazabilmek için bol bol okumak ve analiz etmek gerekiyor. Yaptığım filmler rüyalarla ilgili ve içerisinde, korku, gerilim gibi temalar barındığı için işin içine psikoloji, sosyoloji ve tabi ki felsefe gibi alanlar da dahil oluyor. Günümüzde ses getirebilecek bir yapıt üretebilmenin yolunun çok yönlü olmaktan geçtiğine inanıyorum.

11-Yakın gelecekteki projeleriniz neler?

Yeni projem “Kurdun Kutusu” yine animasyon ve heykeli içinde barındıran bir proje olacak. Düş ve His’ e göre daha fazla karakterin olduğu tamamı animasyon bir film tasarladım. Senaryoda daha fazla detay ve kurgusal ilerleyen bir öykü var. Proje 2019 yılında “Canlandıranlar-Yetenek Kampı” tarafından seçilmişti. Şimdiyse Kültür bakanlığı desteği aldı. Muhtemelen film ve sergisi 2021 yılının başlarında izleyiciyle buluşabilecek.

12-Çalışmalarınızı izlemek isteyen okuyucularımız size nasıl ulaşabilirler?

Şimdilik instagram sayfam @ugursavasart ‘ı görsel anlamda tatmin edici buluyorum. Bunun dışında filmim Düş ve His’i ve eski denemelerimi Vimeo sayfamdan izleyebilirsiniz. 2021 gibi kişisel bir web sitem olacağını da bildirmek isterim.

Bilgilendirici paylaşım ve ilginiz için teşekkür ederim.

Kaçırmayın!

Setenay Alpsoy

Setenay Alpsoy’un Sanat Hayatında Londra Dönemi Başlıyor!

Şehir hayatı ve kent peyzajı üzerine yaptığı çalışmalar ile tanınan
"Filizlendiğimiz Bir Çatlak” yerleştirme fotoğrafı, Sanatçılar: Leman Sevda Darıcıoğlu, Ndayé Kouagou, Elif Saydam, küratör: Melih Aydemir (Fotoğraf: Zeynep Fırat, sanatçıların ve SANATORIUM'un izniyle)

“Filizlendiğimiz Bir Çatlak” Sergisi Üzerine Söyleşi

Leman Sevda Darıcıoğlu, Ndayé Kouagou ve Elif Saydam’ın çalışmalarını bir