Sanki kendime bir not: Merve, bu biraz leke bırakabilir

Merve Morkoç ile Söyleşi

Lekelerle pek aram yok. Lekeyi çoğunlukla kusur gibi gördüğümü fark ediyorum. Herhalde bu yüzden sergi başlığı özellikle ilgimi çekti; kusurluluk hangi malzemelerle ve nasıl işe dönüştürülebilir, mekâna nasıl yerleştirilebilir, merak ettim. Belki de kusur mefhumunun ötesine adım atmıştır sanatçı, yahut leke normdur, diye düşündüm. Sergiye gitmeden önce başlığın zihnimde yarattığı soru işaretlerinin birçoğunu belirli ölçülerde “yanıtlanmış” değil ama ortaya atılmış buldum. Sanatçı sanki hadi artık siz uğraşın, der gibiydi. Güzel bir his. […] Merve Morkoç’un çeşitli hacim ve dokulardaki nefes alan, hareket eden heykellerini Ekim’de gördüğüm Frieze Sculpture’da Regent’s Park’ta leke bırakırken hayal ettim; izleyici için açık uçlu ama sanatçı için sıkı dokunmuş bu hikâyenin vazgeçilmez bir unsuru olarak örneğin el heykeli acaba kamusal alanda bedenselliğe dair ne söylerdi?

24 Kasım’da açılan “Bu Biraz Leke Bırakabilir” 7 Ocak’a kadar Martch Art Project’te.

Sanki kendime bir not: Merve, bu biraz leke bırakabilir

Sevgili Merve, söyleşi teklifimi kabul ettiğin için teşekkürler… Öncelikle kendinden ve işlerinden bahseder misin? Özellikle çalışma koşullarını ve atölyeni merak ediyorum.

Merhaba, ben Merve Morkoç. İstanbul’da yaşayan ve çalışan bir sanatçıyım. Atölyem Üsküdar’da, bir seneden kısa bir süredir bu atölyede çalışıyorum. Geçen seneyi, evimi atölyeye çevirip bir yandan da oradan çıkmaya çalışarak geçirdim. İstanbul’da atölye sahibi olmak büyük bir lüks, kiralar hem ev hem atölyeyi aynı anda karşılamak için fazla yüksek. Karşılayabilecek bir yer bulsanız dahi koşulları pek parlak olmuyor. Henüz sifonu olan bir atölyem olmadı ama ilk defa ısıtmam var, bu büyük bir adım. Tabii atölye tutarken önceliğiniz alan ve ışık oluyor, bunu bulmak bile çok zor olduğu için ne yazık ki beklentilerimi oldukça düşük tutuyorum.

Serginin adı “Bu Biraz Leke Bırakabilir”de neyin leke bırakabileceği kadar leke bırakıp bırakmayacağı da muğlak. Bu isim nereden geliyor?

Sergiden bir süre önce bir seyahatteydim. Orada sayfalarca not almışım defterime. Döndükten sonra açıp baktığımda bir sayfanın köşesine bunu yazdığımı gördüm. “Bu biraz leke bırakabilir.” Bu cümle birçok fikir ve düşünceyi birleştirdi bir anda, ben de tamam dedim, serginin ismi budur. Bir tür öngörü ve biraz da uyarı gibi. Sanki kendime bir not: Merve, bu biraz leke bırakabilir. Ben bu cümleyi duyuyorum ve o an benden ayrılıyor. Sonra ben de diyorum ki diğer kulaklara bakın, bu biraz leke bırakabilir.

Sergi adını arama motoruna yazdığımda leke çıkarma yöntemleri veren binlerce sayfayla karşılaştım. Öne çıkan başlıklar tende güneş lekesi, kumaşta ruj lekesi, tükenmez kalem lekesi, pas lekesi, mum lekesi, meyve lekesi… Veya temizlikte kullanılan çamaşır suyu bile leke bırakabiliyor. Senin için nedir leke?

Lekeler benim için kişisel anlatının bir parçası. Bunlar kırılganlık anlarında dökülen gözyaşlarının kalıntıları, yapılan hataların ve öğrenilen derslerin notları olabilir. Çoğu zaman kusursuz mükemmellik talep eden bu toplumda bu lekeleri silmiyor, aksine kutluyorum. Lekelerin kişisel yolculuğumuzun güçlü bir beyanı, bulunduğumuz yerin ve aştığımız engellerin bir yol haritası olduğunu düşünüyorum.

Sanki kendime bir not: Merve, bu biraz leke bırakabilir

Tanıtım metninde Henri Bergson’un şu cümlesine yer veriyorsun. “Bedenin rolü anıları depolamak değil, yalnızca işe yarayacak anıyı seçmek, bu anıya atfettiği gerçek etki sayesinde belirgin bir bilince yol açmaktır.” Bu alıntıyı açar mısın?

Bergson’a göre beden, hafıza sürecinde aktif bir katılımcıdır. Pasif bir alıcı olmak yerine, anıların faydasına göre seçilmesinde önemli bir rol oynar. Bergson bedenin hafızayla meşgul olmasının ayrı bir bilincin oluşumuna katkıda bulunduğu fikrini ortaya atar. Bir anının etkisi keyfi değildir; bunun yerine vücut belirli anılara gerçek bir önem atfeder. Bu anlam yüklemesi anılarımızı izole edilmiş parçalar değil, farkındalık ve kimliğimizi şekillendiren bütünleyici bileşenler hâline getirir. Beden ile onun işlediği anılar arasında sandığımızdan daha dinamik bir ilişki var. Anılar vücutta depolanan atıl veriler değil, bilincin oluşumuna etki eden ve katkıda bulunan aktif unsurlar.

“Hayatlarımızın istikrarsızlık, öngörülemezlik, zarar ve sıkıntı potansiyelinden söz ederken bir yandan da renkli bir dünya kurguluyorsun. Renklerle ilişkinden bahseder misin?

Renklere kodlanmış birincil anlam ve hisler benim kişisel karanlığımla tezat oluşturuyor ilk bakışta ve bu benim kasten üzerine gittiğim bir ilişki. Tıpkı bu öngörülemezlik içinde hâlâ dengede hayatımızı sürdürebildiğimiz gibi, her şey zıddını parlatıyor.

Konuşmamızda, işi üretmek kadar malzemeyle zaman geçirmenin de ilgini çektiğinden söz ettin. Malzemeyle olan ilişkin nasıl?

Malzemelere oldum olası ilgim var, bu yüzden son yıllarda pratiğimde alışılmış malzemelere alternatifler getirmeyi deniyorum. Özellikle üçüncü boyutta daha sürdürülebilir neler yapılabilir, birkaç senedir gündemimde. Hatta buradan yola çıkarak yaptığım bir bio-çözünür heykel serim de var. Her yeni malzeme denemesi yeni bir yol açıyor önümde ve o rastlantılarla ilgilenmek son derece keyifli. Tabii her denediğim malzeme kendine kalıcı bir yer edinemeyebiliyor ya da deney süreçleri oldukça uzun olabiliyor ama bu da sürecin bir parçası.

Galeri mekânında yerde hareket eden saçlar görüyoruz, bazen bir köşeye takılıp kendi etraflarında dönüp duruyorlar, bazen ortada geziyorlar —dikkat edip üstüne basmamak gerekiyor. Hareketli nesneler ve duran nesneler arasındaki “çekişme” sanatına nasıl hizmet ediyor?

Aslında hiçbir şey hareket etmeden durmuyor. Belki yerdeki o motorlu heykeller aktif bir hareket hâlinde ama işlerin tamamı durma ayrıcalığına sahip olana kadar sürekli hareket edip değişmiştir. Bu yüzden çekişme yok, hatta ortaklık var, diyebiliriz. Özellikle sergide aynı mekânı kullanan bir grup çalışmada bir geçmiş ortaklığı var. Hareket pratiğimin büyük bir parçası, bu her zaman sarih bir şekilde çıkmıyor karşımıza belki ama hep bir yerlerde temsilini görebilirsiniz işlerimde.

Kafandaki fikri işe dönüştürürken, soyuttan somuta geçerken nasıl bir süreç işliyor?

Tam bir işleyiş sıralaması yok aslında. Önce fikrin sonra da uygulamanın gelmesini bekliyor insanlar ama süreç her zaman öyle işlemiyor. Benim için özellikle eylem önce geliyor; tanımlama ve çerçevelendirme ise çok sonra. Ben boşlukta anlamsız ve hedefsiz bir şeylerle ilgileniyorum ve bu sürecin büyük çoğunluğunda tam olarak ne yaptığımın farkında bile olmuyorum.

Geçen sene Aralık ayında sergilediğin “Supramodal” isimli performansı canlı izleme şansım olmadı fakat Instagram’da kısa bir kesitini görüp çok etkilendim. Bu sergideki işlerle arasında nasıl bir görsel ve kavramsal devamlılık söz konusu?

Supramodal”da duyuların çoklu işlevselliğinin heykel ve ses üzerinden araştırmaları vardı. Bu çok disiplinli yaklaşımı üretim seviyesinde “Bu biraz leke bırakabilir”de de görmek mümkün.

Sanat ekosistemi üzerine görüşlerini de almak isterim. Hegemonik beden politikalarına başkaldırırken seni bir sanatçı olarak özgürleştiren veya belki kısıtlayan nelerle karşılaşıyorsun?

Yaratıcı ekosistem sanatsal üretimin ve bunun paylaşımının her aşamasındaki katılımcı insan emeğini, mekân ve şehirleri içinde barındırıyor. Bunun bir parçası olan sanatçının üretiminin sürdürülebilirliği oldukça muallak. İstanbul dışında üretim yapmak ve bunu sergilemek nerdeyse imkânsız. Türkiye’deki sanatsal üretim ve paylaşım platformlarının nerdeyse tamamı İstanbul’da. Bu şehirde sanatçı olarak bir hayat sürdürmek çok zor. Bir sanatçı için üretim yapacak ve paylaşacak alan bulamamaktan daha kısıtlayıcı bir şey olamaz sanırım. Bir sanatçı olarak değil ama nefes alan bir canlı olarak herkes gibi ben de yaşadığımız dünyadaki baskın cinsiyet politikalarının ve toplumsal beden algısının arsız baskı ve yönlendirmesi altındayım. Benim ayrıcalığım yaşarken dünyayı anlayacak ve eş zamanlı kendimi ifade edecek bir platforma sahip olmak. Kendime üretimimle alan yaratabiliyor, söz hakkımı elimde tutuyor ve dilediğimde kullanabiliyorum.

Zeynep Nur Ayanoğlu çevirmen ve kültür girişimcisi. AICA üyesidir.İki sezon boyunca Zilberman Gallery’nin podcast serisi “Podium Zilberman”ı (2020-2022) hazırlayıp sunmuştur. 5harfliler için sanat söyleşileri yapar. On İkinci Ev, Türkland ve Fotoroman Kralı tiyatro oyunlarının iletişim danışmanlığını yürütür. Yurt içi ve yurt dışı kurumsal ve kişisel ilişkilerinde ve metin üretimi konusunda sanatçı ve oyunculara danışmanlık verir. Ulusal ve uluslararası kültür sanat etkinliklerine katılır; iletişim danışmanlığı kapsamında program geliştirir, fonlara başvurur ve fon sürecini yönetir. Sanat galerileri için katalog çevirir, metin yazarlığı ve editörlük yapar.Fotoğraf: Kadir İncesu