Ötekinin Yarası, Ötekinin Ölümü // Fatma Leylâ Ak

Berkay Ateş, Sibel Kekilli - Karanlık Gece
Berkay Ateş, Sibel Kekilli – Karanlık Gece

Vitae Necisque Potestas12

Karanlık Gece

Yara; yardan, yarmaktan, yarık açmaktan geliyor. Açılan o yarık ilk acı ile sızlarken zamanla o yarığın kapandığına, kabuk bağladığına tanıklık ediyoruz. Kabuk ile yaranın izini sürerken kabuğun kalkmasıyla kalan hatıra ile yaranın izini sürmeye devam ediyoruz. İz sürmek önemli bir mesele… Elinizdeki iz ile hakikati kanıtlayabilirsiniz, hakikat ile yüzleşebilirsiniz fakat ondan bile mahrum bırakıldıysanız, bir öteki olarak yaranızın kabuk tutmasına bile izin verilmiyorsa hatıranın kanıtlayıcı değeri ile hakikatin izini süremezsiniz.

Yaradan üretmekse aslında yine iz sürme meselesi. Yaşadığı ülkenin yaralarını kendine mesele edinen ve o izleri göstermek adına üreten bir yönetmen Özcan Alper ve onun izi süren, kabuk oluşsa da oluşmasa da hatıranın hakikatini duyurmak isteyen yeni filmi Karanlık Gece…

Edebiyatçılarla çalışmayı sevdiğini söyleyen filmin yönetmeni Özcan Alper filmin senaryosunu da Murat Uyurkulak ile birlikte yazıyor. Filmde: Y. Roy Imer’in görüntü yönetmenliğinde bizi içerde olmaya davet eden sahneler karşılıyor. Oyuncu kadrosunda Berkay Ateş, Cem Yiğit Üzümoğlu, Taner Birsel, Pınar Deniz, Sibel Kekilli yer alıyor. Nar Filmin yapımcılığını üstlendiği, ortak yapımda Arthood Films, ortak yapımcıların Bkm & Baykuş Yapım’ın olduğu film; Antalya Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü, Ankara Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj Film Yarışmasında, Jüri Özel Ödülü, En İyi Yönetmen, Siyad En İyi Film ödüllerine layık görüldü.

Bir suç-gerilim filmi olan Karanlık Gece’de İshak’ı ve onun Ali’nin ardından yaşadığı vicdan hesaplaşmasını izliyoruz. Farklı durumlarda olsalar da aslında her ikisi de toplumun ötekileştirdikleri arasında kendi varlığını sürdürmek için çaba göstermek zorunda bırakılıyorlar. Ali av koruma memuru olarak bölgeye atanıyor ve orada yaşamaya başlıyor fakat kendi hükmünü insanda olduğu gibi doğada da istediği gibi sürdüren insanın bilinçsiz avlanışına müdahale etmek istediği için en başından beri sevilmiyor. Ardından köyde yaşayan Sultan’a erilin tabiri ile söylemek gerekirse yan gözle bakmakla suçlanıyor. Pek çok hikayede olduğu üzere zihinlerinde hiçbir hükmü olmayan kadınlar da erkeklerin birden namus meselesine dönüşüyor. Kadına ait olan, eriller tarafından yerle bir edilebildiği gibi yine onlar tarafından savunuluyor. Bu da bir bahane oluyor çünkü Ali hiçbir şey yapmasa da onlar için bir öteki olmaya mahkumdu: bir kere kimsenin ses çıkarmadığı düzene müdahale etmek istememişti.

Mutlaka bir yerlerde öteki olmak için doğuyoruz sanki. İshak da belki öyleydi kendi doğup büyüdüğü köyünün yabancısıydı. İshak da Ali de toplu bir öfkenin karşı cephesinde tek başına mücadele verirken her öteki gibi benzer sonlarda buluştular: Yok edilmekte.

Micheal Focoult Cinselliğin Tarihi’nde uzun bir süre egemen iktidarın karakteristik ayrıcalıklarından birinin de hayat ve ölüme karar verme hakkı olduğunu vurguluyor. Agamben Kutsal İnsan kitabında hayat ve ölüm üzerindeki hak ilk olarak “Vitae Necisque Potestas”ta karşımıza çıktığını söylüyor. Hem hayat verme hem öldürme gücü. İktidar olma hali. Ölümden başka bir şeyle ifade edilemeyen bu hak Roma hukukunda karşımıza çıksa da iktidar olma gücünü elde etmek ve onu sürdürmek için kullanılmaya her zaman ediyor.

Yaşadığımız dünyada da toplumda da iktidarlar, kendi hukuk sistemine dahil ettiği yaşamı koruma altına alma, onu kutsal kılma ve buradan yaşama son verme, öldürebilme gücünü elde ediyor. Koruduğu yaşama sahip olanların hayatta kalma mücadelesi (survival) vermek zorunda bırakıyor. Yaşama hakkını baştan bakanların verip yine onların canlı olan her varlığın elinden alabildiği bu düzende de yaşayan her varlık ölüm kalım mücadelesi vermeye mahkum ediliyor. Karanlık Gece’de önce Ali onun ardından da İshak’ın verdiği mücadele de güç sahibi olanların vitae necisque potestas’ı hem hayatın hem ölümün gücü, hem hayat verme hem öldürme gücü’nün onlar üzerindeki tezahürü ile başlıyor. Her iki öteki de iktidar olanın keyfiyetine bağlı bir olağanüstü hal ilanı ile yok edilmek üzerine tehdit ediliyor.

Filmin ilk sahnelerinde memleketine annesi için dönmüş olan İshak’a, annesi “kendi kendini gurbete sürdün” diyor. İnsanın gurbete sürülmesi için bazen o durumu eylemeye gerek kalmıyor. Bir anda birilerinin yabancılaştırmasıyla öteki oluveriyorsunuz zaten. Bu coğrafyada isterseniz ananızdan doğduğunuz memleketten hiç ayrılmayın çok kolay gurbete sürülüyorsunuz.

Filmde her şeye rağmen umudun var olduğunu bize fısıldasa da duyuran bir anda vardı: Sultan’ın İshak’ın vicdanının ağrısına, o ağrı ile kıvranmasına dayanamayıp ona Ali’ye giden yolu işaret etmesiyle aynı sancıda kıvranmanın zor olmadığını gördük. Aslına bakarsanız film o kadar da karanlık değildi. Bugün insanlığın ve toplumumuzun yaşadığı karanlık gibi sesimizi duyan olduğunda umudumuz hep köklerini sakladığı yerden tekrar gün yüzüne çıkmıyor mu? Daima içimizde var olan bir duygunun yokluğundan kim söz edebilir hem de diriyken bir bedenin içinde. Evet, yaşamak biraz böyle belki de. Her daim, her şeye, her olumsuz koşula rağmen inanıp umut edecek bir şey bulmak. Çürümeye elverişli bir toprağa ayak bassak bile ekecek bir tohum aramak. Toprağı değiştirip ıslah etmemize engel olmalarına rağmen de kök salmaya çalışmak, direnmek. Çünkü artık yaşamaya çalışmak bir direnme meselesi memlekette. Bir yaranın izinden gidiyorsanız bazen yara sizde oluşmasa da acısını hissediyorum diyorsanız yaşamak da değil insan olarak ölmemeye kalmaya direniyorsunuz aslında. İshak’ın direnişi de unutma biçimini öğrenenin karşısındaydı: İnsanın… Fakat insan kelimesi zaten “ünsiyet” ve “nisyan” köklerinden türemişti. “Ünsiyet” bir arada uyum içerisinde yaşanması durumunu işaret ederken, “nisyan” ise unutan varlığı kelimenin içinde taşıyordu. Yani aslına bakarsak insan uyum içinde yaşaması için illa ki unutması gerekli kılınmış varlık haline getirildi. Hatırlamak için peygamberlere ihtiyaç duyan topluma açtığı yaraları göstermeye kalktığınız vakit kelimenin unutma kökü damarlarından öfkeyle fışkırdı. Susturarak, yakarak, yok ederek, mezarsız bırakarak, geride hiçbir iz bırakmayarak hatta hatreden, zikreden, iz süren varsa onu da yok ederek nisyan ile kendi varlığını sürdürmeye çalıştı.

Ötekinin Ölümü

Yaşam ve Ölüm kavramları ağızdan çıkan bir sözle siyasal bir hal alıyor ve bir anda öteki bir yaşama ardından da mutlak sonucu olan ölüme dönüşüyor.

Ölümün siyasallaşması meselesi de önce yaşamın siyasal bir hale getirilmesi yaşatma ve öldürme hakkını kendinde bulan iktidarın yaşamı koruma maksadıyla ortaya çıkıyor.

İbnül Arabi’nin bir sözü var: “Değişe değişe azalmış ölüm bile ölüm bir grev gibi kaplamış ülkemizi” Memleketimizin havası, toprağı kan. Toplumun ve iktidarların yarattığı ötekilerin kanı ve bu memlekette ölüm öyle siyasallaştırıldı ki siyasallaşan ölümlerin kabirleri bile yok.

Ana babalar evlatlarının cesetlerini hatta cesetten arta kalan kemiklerinin izini sürüyorlar. Filmde Taner Birsel canlandırdığı Ferhat karakterinin oğlu Ali’nin izini sürmesi gibi… Öteki ölünce hatta daha doğru tabir ile öldürülünce mezarı dahi olsun istenmiyor çünkü mezarlıklar yaşayanlar için bellektir, ölmüş olmasına rağmen kalanın belleğine ölenin yaşamının bahşedileceği sığınılabileceği hatıradır. Zeynep Sayın Ölüm Terbiyesi kitabı üzerine bir söyleşisinde mezarlıklar üzerine şunları söylüyor:

Cesedi gömmek zorundasınız ki onu bir hatıra imgesine dönüştürebilesiniz. Eğer bu simgeselliğin düzenini, ölülerin gömülmesini yasaklıyor ya da engelliyorsanız ölüler hayalet olarak kalıyor onların hayalet olması an-arşiv niteliği taşıyor ve o yüzden durmadan geliyorlar. “34

Nuh Köklü adına adanan Karanlık Gece bize coğrafyanın çürüyen her yere yayılmış yaşayan leş kokusunu, çektiğimiz sancıları duyurdu. En çok ölümün ihtiyacı var adalete ötekileştirilmemek için. Burada ve şimdi ihtiyacımız olan bir şeyken adalet, biz hep ona ulaşmaya çalışıyoruz.


1 Hem hayatın hem ölümün gücü, hem hayat verme hem öldürme gücü

2 Giorgio Agamben. Kutsal İnsan. Ayrıntı Yayınları. 2001

3 Sayın Zeynep. Ölüm Terbiyesi. Metis Yayınları.

4 “Ölüm Terbiyesi” Zeynep Sayın İle Söyleşi “Açık Radyo” Günün ve Güncelin Edebiyatı Podcast Serisi.

Fatma Leylâ Ak, sanat tarihçi kent, bellek ve sanat üzerine yazar.