En sevdiğiniz sanat eserini düşünün, gözlerinizi kapatın zihninizin tamamen sustuğu bir anda o eser ile eşleştirdiğiniz bir şarkı, şiir veya bir romandan alıntı geliyor mu? Bazı eserler beni bununla beraber izle diye haykırıyor gibi gelir bana hep! Yada zihnim kendiliğinden bir dize mırıldanmaya başlar. Birbirinden asla ayıramadığım kendi kendine zihnimin köşelerinde buluşup, kavuşan birkaç eserden ilki; Meksikalı heykel sanatçısı Emil Melmoth’a ait.
Emil Melmoth’un grotesk hiperrealistik figüratif tarzda heykeller üretiyor. İnsan anatomisini tasvir ederken, bu tasvirleri karışık medya parçaları ile birleştiriyor. Epoksi kil, vernikli ahşap ve metal kullanıyor. Yarattığı formalar son derece fantastik ve melez formlardır. Bu formlar izleyiciyi ilk başta rahatsız edici bir etkiye sahiptir. Melmoth çalışmalarında Meksika mirası ve ölüme olan hayranlığından ilham aldığını belirtiyor. Eserleri, ölümlülük, ahlak ve ölüm korkusuyla ilgili evrensel kaygıları barındırıyor.
Emil’in heykellerinin neredeyse tamamı belli bir miktarda acıyı yansıtsa da, temayı memento mori’nin ebedi sözcükleri aracılığıyla hayata duyulan takdir olarak açıklıyor. “Ölümün her an gelebileceğinin gerçekten farkında olursak, bunun her andan en iyi şekilde yararlanmamıza ve bu hayattaki deneyimimizi zenginleştirmemize yardımcı olabileceğine inanıyorum” diye ekliyor. Eserleri, acı, aydınlanma ve yükseliş sağlayabilen başka bir tür dönüştürücü enerji gibi görünüyor.
2023 yılında tamamladığı “Apocatastasis” isimli eseri beni en etkileyen ve kendi bestesini bulan eserlerden. Figürün acı içindeki ifadesi, göğüs kafesinden çıkan kalbini ellerinin arasında tutması, gözlerine inen perde tam ölüm ile yaşam arasındaki o geçiş hissini uyandırıyor ve her izlediğimde “Witchz-Killem” ile buluşup dans ediyor.
İsveçli sanatçı Markus Åkesson; doğa, mitoloji, güzellik ve çürüme alanlarını araştıran neo-figüratif resimleriyle tanınıyor. Desen, ışık ve gölgeye duyduğu hayranlık, natürmortlar, portreler ve günlük yaşamdan sahneler içeren, genellikle motifli halılar ve duvar kağıtları, duvar halıları, figürler ve dünyanın dört bir yanından dekoratif objelerin yanı sıra kafatası ve kemikleri de içeren ilk çalışmaları bulunur. Motifler üzerinde çalışmaya başladığında – “Now You See Me” adlı bir seri üretti bu seri de kendi yansımasına aşık olan Narcissus efsanesinden esinlenmişti. Son çalışmaları, karmaşık bir şekilde süslenmiş tekstilden bir arka plana karşı poz veren peçeli figürleri, sanki kendi güzellikleri tarafından tüketiliyormuş gibi tasvir ediyor. Åkesson’un 2018 tarihli “Sleepwalker” isimli eseri beklediği melodiyi duyunca gözyaşlarını bırakacakmış gibi bir ifade ile duran hüzünlü bir figürdür. Åkesson’un çok sevdiği ve ustalıkla kullandığı ışık- gölge oyununu net bir şekilde görürüz. Figürün yüzüne vuran dramatik ışık hüzünlü olmamak elde değil der gibidir. Kollarını karının üzerinde kavuşturan figür izleyici ile hiç iletişim kurmaz istemez hem beden dili hem gözleri bizden çok uzaktadır. Zihninin derinliklerinde kaybolmuştur ve ona “Zoe keating’den Fern” eşlik eder.
Selim Turan, 20.yüzyılın en önemli resim ve heykel sanatçılarından biri. Sanat yaşamının çoğunu İstanbul ve Paris’de geçirdi. Türk sanatına özellikle Paris yıllarından sonra soyut çizgiyi katan öncülerdendir. Çizgi ve renk kullanımı oldukça etkileyici olan Turan’ın büyüleyici kırmızı tonlarının siyah desenlerle yarattığı kompozisyonlardan olan 1959 tarihli eseri hüzünlü bir kırmızıyı ve öfkeli bir zihni andırır. Bu eser, “Akın Sevgör’den 14 Days” ile buluşup sisli bir gecede arz-ı endam ederler.
Bu eşleşmelerde bulduğumuz derin anlamların her biri, zamanın ötesinde, tek bir anın içinde, yaşamın güzelliklerini ve acılarını anımsatır. Bir eserin sessiz sözlerini, bir melodinin yankıları arasında bulduğumuzda, sanatın gerçek anlamına en yakın olan anı da keşfederiz.