20. yüzyılın iki önemli sanatçısı Ressam Georgia O’Keeffe ve fotoğraf sanatçısı Alfred Stieglitz. 1916’da tanıştıklarında Stieglitz 56, O’Keeffe 29 yaşındaydı. İkilinin aşkı sanat tarihinin en ikonik ve ilham verici aşkları arasındadır. Tanıştıklarında Stieglitz, Manhattan’da avangart bir galerisi olan uluslararası alanda tanınmış bir sanatçıydı. Sanat ve fotoğrafçılık konusunda saygı duyulan bir otorite konumundaydı. Başka bir yerde sergilenmesi reddedilen cesur sanatçılar için bir tür Salon des Refusés olan Gallery 291’i kurmuştu. Fotoğrafçılığı ciddi bir sanat formu olarak kabul ettirmeye kararlı bir fotoğrafçı grubu olan Foto-Secessionistleri kurmuştu. O’Keeffe ise Chicago Sanat Enstitüsü ve New York City’deki Sanat Öğrenci Birliği kurumlarında sanat eğitim almış. Resim konusunda kendini geliştirirken bir taraftan sanat eğitmenliği yapıyordu. İlk dönem kara kalem çizimlerini Stieglitz’a göndermesiyle tanıştılar. Stieglitz çizimleri Galeri 291’de sergiledi. O’Keeffe New York’ta Stieglitz ziyaret eder. Texas’a dönmek üzereyken Stieglitz ona 1 Haziran 1917’de şöyle yazar: “Seni nasıl da fotoğraflamak istedim — ellerin — ağzın — gözler — siyaha bürünmüş bedenin — beyazın dokunuşu — boğazın — ama senin zamanını bölmek istemedim —”. Sözleriyle hayranlığını dile getirir.
Stieglitz, O’Keeffe’nin yıllar içerisinde her açıdan yaklaşık 300 fotoğrafını çekti. Birçok fotoğrafta elleri hipnotik ve dans eden hareketler oluşturuyordu. Stiegltiz, cildinin dokusuna odaklanan makro görüntüleri, O’Keeffe’ye geniş çerçeveli bakışlarla birleştiriyordu. Aralarındaki enerji elle tutulur biçimde hissediliyordu. Tutkulu ilişkilerini eserlerinden görebiliyoruz. Stieglitz için, ilham perisinin (!) fotoğraflarıydı. O’Keeffe içinse, doğanın bedensel soyutlamalarıydı. O’Keeffe için Stieglitz bir rehber ve akıl hocası olmuştu.
Sayfalar süren mektuplarla sürekli iletişim halinde olan ikili için artık mesafeleri sonlandırmanın vakti gelmişti ve O’Keeffe New York’a taşınmaya karar verir, oraya varmadan önce Stieglitz 26 Mayıs 1918’de ona şöyle yazar:
“Senden ne istiyorum? — … Bazen delirecek gibi hissediyorum — Bunu söylemeliyim — Sevgilim — Sen benim için o kadar çok şeysin ki yanıma yaklaşmamalısın — Yaklaşmak sana ışık yerine karanlık getirebilir — Ve sen Ebedi ışıkta yaşamalısın.”
Stieglitz, onun için küçük bir stüdyoyu temizleyip hazırlar ve şöyle söyler: “Tek isteğim aramızda saf bir şekilde var olan o harika şeyi korumak.” O’Keeffe New York’a gelir o ve Stieglitz hemen hemen birlikte yaşamaya başlarlar 1924’te de evlenirler.
O’Keeffe sanatının ve kendisinin Stieglitz aracılığıyla tanınmasından ve onun gölgesinde kalmaktan rahatsız olmaya başlar. Ek olarak çiftin, Stieglitz’in ailesiyle birlikte yaşıyor olması da O’Keeffe için zor olmaktaydı. Her yaz New York’taki Lake George’da Stieglitz ailesiyle vakit geçiriyorlardı. Bu durumda O’Keeffe’nin resim yapmaya yeterince zaman ayıramamasına neden oluyordu. Tüm bunlar nedeniyle 1929’da New Mexico’ya ufak geziler yapmaya başladı.
O’Keeffe, etrafı ünlü sanatçılar ve yazarlarla çevrili olmayı seven Mable Dodge Luhan’ın yanında kalmaya başladı. “Mabel’in yeri hayal edebileceğiniz her şeyden daha iyi – basitçe şaşırtıcı…Buraya kadar olan yolculuk – yetmiş beş mil – harikaydı – Yatma vakti ve ben hiç uykulu değilim – hatta yorgun bile değilim – bu öğleden sonra uzun süre güneşte yattım – hava soğuk ve rüzgar – ama güneş sıcak – ” diye yazıyor O’Keeffe.
O’Keeffe, New Mexico’da canlanıyor. Eserleri için her büyük müzeye yerleştirecek konuları ve renkleri buluyor. Mektupları maceralarla ve güneş ışığıyla doluyor. New York’a döndüğünde, onu kaybettiği ve asla geri alamayacağı anlayan Stieglitz dağılıyor ve bir mektubunda “Kırıldım” yazıyor. Stieglitz tam olarak neye kırılmıştı? O’Keeffe’nin kendi başına mutlu olmasına mı? Kendini bulmasına mı? Yoksa artık ona ihtiyacının olmayacağını mı düşünmüştü. İki aşık için ötekinin mutluluğu kırgınlığa yol açabilir miydi? Yoksa aşk sadece bir illüzyon muydu!
O’Keeffe, Taos’ta geçirdiği iki ayın ardından 9 Temmuz 1929 tarihli bir mektupta uzakta geçirdiği zamanı şu satırla anlatıyor:
“İçimde çok fazla hayat var — sana doğru hareket etmem her zaman engellendiğinde — bir şeye doğru hareket edemezse öleceğini fark ettim… Uzaklaşmayı seçtim çünkü en azından burada kendimi iyi hissediyorum — ve bu bana içten çok uzun ve dik bir şekilde büyüdüğümü hissettiriyor — ve çok durgun — Belki beni bunun için sevmeyeceksin — ama benim için senin için yapabileceğim en iyi şey bu gibi görünüyor — Umarım bu mektup sana zarar vermez — Dünyada yapmak istediğim son şey bu.
Bugün yağmur yağıyor”
Uzakta yaşamalarına rağmen, Georgia O’Keeffe ve Alfred Stieglitz iç içe geçmiş durumdaydı ve düzenli olarak yazışıyorlardı. Hayatlarını ve sanatsal araştırmalarını ayırmışlardı, biri New York’ta biri New Mexico’daydı. Stieglitz’in 1946’daki ölümünün ardından O’Keeffe kalıcı olarak New Mexico’ya taşındı. Sanatçıların aşkı belki de hayatları boyunca devam edemeyecek kadar parlak yanmış olsa da, sanatsal ikonlar olmak için birbirlerine kesinlikle bağımlıydılar. O’Keeffe bağımsızlık içinde büyürken ve New Mexico çöllerinde kimliğine yaslanırken, Stieglitz ölümüne kadar onun sırdaşı olarak kaldı.
Bu sanatçılardan birini diğeri olmadan incelemek, sanatsal ve kişisel yaşamlarının iç içe geçmesine haksızlık olacaktır. Birbirlerini tanıdıkları zamandan beri tüm sanatlarında mevcut olan bir şey vardır, sanat aracılığıyla kendilerini sürekli keşfetmeye yönelik derin, kalıcı bir tutku ve birbirlerine sağladıkları destek. Ancak kadın sanatçılar için sürekli yüklenen “ilham perisi” misyonu bu denli özgür ve mücadeleci bireylerin ne denli hoşuna giderdi bilinmez. Kim bilir belki kendi başına sanatını keşfetme yolculuğuna çıkma nedenlerinden biri de peri olmak istememesidir. Her koşulda aşklarındaki tutku ilk günlerindeki parlamayı yitirmiş olsa bile birbirlerinin hayatlarındaki en önemli figür olarak kalmışlardır.