Netflix’in geçtiğimiz hafta yayına sunduğu İspanyol yapımı yeni filmi ”The Platform”dan bahsedeceğim. Bir süredir yazmaya ara vermiştim fakat şu anki durumlara bakacak olursak bu film hakkında yazma gereği hissettim.
Yukarıda da bahsettiğim gibi İspanyol yapımı olan filmin yönetmenliğini Galder Gaztelu-Urrutia üstleniyor. Gerilim türünde 1 saat 34 dk. süren bir film de; 350 platformdan oluşan, ortasında dikdörtgen şeklinde yukarıdan (en üst sayıdan) 0. platforma inen ve her katta iki kişinin kaldığı ve her ay platformları değişen insanların olduğu bir düzen var. Düzen doğru kelime mi emin olamıyorum. Fakat adını yemekleri üstünde taşıyan dikdörtgen platformdan alan filmde gerilimi baştan sona hissediyoruz.
En üstte ziyafet çekenlerden aşağıdakilere gelene kadar talan edilerek inen bu platform aynı günümüzde de olduğu gibi üst-alt sınıf çatışmasını, kazanımları ve kaybedişleri, kişisel veyahut düzen içinde zorunda bırakılan tercihlerin sonucunda çekilen acıyı yaşatıyor. Var olmak için yok etme güdüsüyle savaş veren ve herkese yetecek yemeği ayırmaya çalışan, rengi yüzünden ırkçılığa maruz kalan farklı düşüncelerden insanların tercihlerini görüyoruz.
Başlarda kendi isteğiyle platforma katılan Goreng (Iván Massagué) ana karakteri canlandırıyor. Uyandığı yatakta karşısında yaşlı bir adam (Zorion Eguileor) buluyor. Yaşamak için öldürme arzusunu iliklerinde hisseden bu yaşlı adam ve başlarda her şeyi sorgulamaya meyilli olan Goreng’in düzensizliğin bir parçası olduğunu ilerleyen sahnelerde görüyor olacaksınız. Tam da içinde yaşadığımız dünya değil mi?: Korona canımızı almadan marketleri talan etmek, test kitlerini el altı satmaya çalışmak, ulaşılabilir tıbbi malzemeleri ilk anda tüketmek vb.
Hepimiz kötü müyüz?
Ana karakter Goreng platforma dahil olmadan önce görüştüğü Imoguiri isimli kadın (Antonia San Juan) ilerleyen dakikalarda aynı kendisi gibi (Goreng) kendi isteğiyle platforma dahil oluyor. Mahkumların her ay farklı bir platformda uyandıkları bir düzen var demiştim. Goreng de 33. platformda gözlerini açtığında Imoguiri ile karşılaşıyor. Goreng, karşı geldiği sistem içinde ayakta kalmakta zorluk çekerek içindeki insani duygularla savaş veriyor iken; Imoguiri ise iyi kalmayı görev edinmiş bir kadın olarak karşımızda. Bu sahnede kendisine Dachshund (sosis) cinsi köpeği eşlik ediyor. Her ne kadar Goring’i bu durum şaşırtsa da platforma dahil olurken herkesin yanında istediği bir şeyle girebileceği söyleniyor. Goreng klasik kitap seçmişti. Imoguiri ise köpeği 2. Ramses’i. Platformun indiği sahnede kadın ilk yemeği köpeğiyle paylaşıyor. Birgün kendisini birgün köpeğini doyuran bu kadın alttakilerin yiyecek payını da ayıracak düşünceye sahip. Hatta o kadar ki aşağıdakilere de altta kalan diğerlerine de ayırmaları için sürekli uyarıda bulunuyor. Filmde net görebildiğimiz şey insanın insana zararı oluyor. En üstten en alta gelene kadar biten ve hatta kırılan tabaklarla gittikçe azalan insan sayısı.
İnsanların iyi taraflarının sınandığı, kendilerini ve nefslerini test ettikleri bu platformda, ”herkes kötü olabilir mi?” sorusunu kendimize sorduğumuz; renk ve yaratılan atmosfer ile sınıfsal farklılıların yaşam üzerindeki olumsuz etkisini, en çokta açlıkla sınavını görüyoruz.
Elimizdekini bir başkasıyla paylaşmak ne kadar zor olabilir?
Yanımızda ki ile ne kadar güvendeyiz?
Yarına yiyecek yemeğim olacak mı?
Benden başka düşkün olan var mı?
Benim aklıma gelen sorular oldu. İzlerken sizlerin aklına ne tür sorular getirecek merak ediyorum. Muhtemelen en az Parazit kadar konuşulacak bir film.