Strazburg – Sessizliğin Rengi // Aykut Bildan

Strazburg – Okumaya başlarken, Raquel Bitton-Mon Legionnaire*

‘Konuşmak bir ihtiyaç olabilir ama susmak bir sanattır’ der Goethe. Peki kaçımız susarak iletişim kurabiliyoruz? Kaçımız sessizliğe katlanabiliyor ya da kaçımız boyalı(!) yüzlerimizle, bağırıp çağırmadan kendimizi ifade edebiliyoruz? ‘Mim’ sanatının dünyadaki en büyük ustası kabul edilen Marcel Marceau, belki de bu yapamadıklarımızı ustalıkla tebessüme çevirdiği için ölümünden yıllar sonra bile bu sanata dair övgülerin tamamını alkışlarla hak etmektedir.

Fotoğraf: Alex Tomaras - Petite France is the city's lively tourist hub, known for cobblestone streets, canals, and well-preserved half-timbered homes like the Tanners’ House, built in 1572.
Fotoğraf: Alex Tomaras – Petite France is the city’s lively tourist hub, known for cobblestone streets, canals, and well-preserved half-timbered homes like the Tanners’ House, built in 1572.

Hatırladığımız ilk örneklerine Charlie Chaplin ve Laurel ile Hardy’le rastladığımız Mim sanatı ya da daha bilinir adıyla Pandomim, kökeni antik yunan’a dayanan bir sözsüz tiyatro yani sahne sanatıdır. Tahmin edeceğiniz üzere de Yunanca kökenli bir sözcüktür ve “her şeyi taklit eden” anlamına gelir. Aristokratları ve yöneticileri taklit ve eleştiri suç ilan edildikten sonra geliştirmiş halk bu metodu. Sansüre ilk başkaldırı da denilebilir. Daha sonraki yüzyıllar içinde modernleşmiş, bale dahil olmak üzere birkaç sanat dalıyla birleşmiş. İtalya’da ortaya çıkan ‘Commedia dell’arte’ akımını temsil eden ‘Pagliaccio’* ‘lar sayesinde de günümüzdeki nihai haline ulaşmıştır. Bir anlamda pandomim, evrensel bir tiyatro dilidir.

On beş sene evvel yine bir eylül ayında kaybettiğimiz Marcel Marceau*’yu bu sefer doğduğu topraklarda, ‘Avrupa’nın Başkenti’ ünvanı sahibi ‘Strazburg’ şehrinde anıyoruz. Akıllarda kalan gülümsemesi, sebep olduğu kahkahaları arasında..

Fransa’nın kuzeydoğu toprakları için ifade edilen Alsas bölgesinde bulunan Strazburg, tarihi Roma İmparatorluğuna kadar uzanan ve defalarca Almanya ile Fransa arasında ihtilafa sebep olup günümüzde Fransa sınırları içinde kalan bir şehirdir. İstanbul’dan yaklaşık üç saat süren bir uçuşla varacağımız Strazburg, bir bedene hayat veren damarlar misali her yanını sarmış nehirleri, benzersiz Katedrali, müzeleri, parkları ve sokak sanatçılarıyla adeta bir fuar alanı. Mim sanatı ile özdeşleşmesinin sebebi ise bu sessizliğinde yüzümüzde bıraktığı tebessüm.

Konaklamak ve şehri hissetmek adına en uygun nokta olan ‘Carre d’or’ bölgesine toplu taşıma ile havalimanından yaklaşık 40-45 dakikada ulaşmak mümkün. Şehir hayatının kalbinin attığı bu bölgedeki otel ya da diğer alternatif konaklama ücretleri gecelik 35-200 Avro arasında değişmektedir. Bu seyahatimizde bize eşlik edecek kitap Jean Teule’nin Dansa Davet’i. Hikayesi 1518 senesinin Strazburg’unda geçen ve yaşanmışlıktan kurgulanan bu kitaptan günümüze kadar değişen şeylerin kıyası ise kitabın karakteri Enneline’nin bakışı ve sizlerin farkındalığınızda gizli.

Strazburg, ‘La Marseillaise’ yani Fransa Ulusal marşının da bestelendiği yer. Tarihte birçok sanatçıya da ev sahipliği yapmış bir han adeta. Gezimizin başlangıç noktası ise 1874 senesine kadar dünyanın en yüksek yapısı ünvanını elinde bulunduran Notre Dame Katedrali. Fransızlar, farklı yerlerde de sık sık karşılaştığımız Notre Dame kelimesini, ‘Meryem Ana’ ya ithafen ‘hanımefendi’ sıfatının yerine kullanmaktadırlar. İnanılmaz naif değil mi? Pembe kumtaşından inşa edilen hanımefendi katedrali ise günün her saati farklı renklere bürünerek göz kamaştırmaktadır. Katedral, birçok bölümü Romanesk mimaride olmasına rağmen Gotik mimarinin en güzel eserlerinden biri kabul edilmektedir. Katedralin orgu da ziyaretçilerin mutlaka incelemesi gereken bir şaheser. 20 metre yüksekliğinde ve altın telkari kasası bulunan 3 oktav menzilli bu org, 3 klavyeye, 2200 boruya sahiptir. Ayrıca katedral içinde bulunan astronomik saat de dahiyane bir mühendislik eseridir. Bu saat günde sadece bir kere 12:30’u göstermektedir. Nasılı ise ziyaretinizde gizli. O vakitte, saatin içindeki horozun ötüşüne takriben tanık olacağınız sahne ise bu mimari deha hakkında şüphe bırakmıyor.

Hanımefendinin huzurlarından sonraki durağımız 1500’lü yılları yaşayacağımız La Petite France. Yürüme mesafemiz ise Strazburglu müzisyen Serge Gainsbourg’un çoğumuzun melodisine aşina olduğumuz ‘Je T’aime moi non plus’ ve ‘Je suis venu te dire que je m’en vais’ şarkıları kadar. Yavaş yavaş acıkmaya başlarken ya rotamızı Strazburg’un en eski evi olduğu kabul edilen ve günümüzde restoran olarak hizmet veren Maison Kammerzell’e çevireceğiz ya da bulunduğumuz yerle ‘Ponts Couverts’ denilen bölge arasındaki eşsiz restoranlarda kalacağız. Kıyas zor, sadece yemeğinizi beklerken sunacakları görsel şölen farklı. Vegan ya da vejetaryenler için oldukça fazla seçeneği Alsas mutfağında bulmak mümkün. Karakteristik yapılarımız da bunda belirleyici unsur..

Yemek sonrası şehrin sahne sanatlarını yakından görmek isteyenler için Strazburg birçok tiyatro ve opera sahnesine sahip. Benim nacizane önerim ise iç kubbesindeki freski ve ihtişamlı aydınlatmasının bağlı olduğu güneş saatiyle Théâtre Alsacien de Strasbourg. Şehir, hafta içleri karanlığın çökmesiyle sessizliğe bürünmekte. Lokal bar ve kafeler bu saatlerde gayet sessiz ve sakin. Hafta sonu içinse aynı şeyi söylemek pek mümkün değil.

Strazburg şehrindeki parklar, ikinci günümüzün erken saatlerinde yürüyüş için ideal. Strazburg, Cenevre ve New York gibi başkent olmamasına rağmen merkez kabul edilen 3 şehirden biri. Avrupa Parlamentosunun merkezi olması da bunu ispatlıyor. Kahvaltı sonrası Parlamento binasının bulunduğu bölgeye geçebilir, hatta mistik konularla ilgilenenler buraya kadar yürümüşken çok yakındaki Afrika Vudu Büyüsü müzesini ziyaret edebilirler. Bir başka Fransız yazar J.Christophe Grange’ın Lontano’sunu okuyanlar bu müzeyi kesinlikle görmeli. Konaklanılan bölgeden pek uzaklaşmak istemeyecekler içinse birçok müze seçeneği mümkün. Bünyesinde üç farklı müzeye ev sahipliği yapan Rohan Sarayı gezilmesi gereken ilk nokta. Sadece bir şarkı uzaklıktaki Alsas Müzesi ise bölgenin yaşam tarzı hakkında fikir sahibi olmamıza yardımcı olacaktır.

Charlie Chaplin’in de dediği gibi ‘Evrensel bir nimet olan sessizlikten zevk alabilenler dünyanın en mutlu kişileridir’. Kleber Meydanı ise soluklanmak ve kahve molası vermek için bu mutluluğu vadeden bir yer. Tekrar güç toplamışken birer bisiklet kiralayıp Orangerie Parkına pedal çevirmeden Strazburg’dan ayrılmak olmaz. Her ne kadar dokusu bozulmasa da bunca taş yapının arasından sıyrılarak doğanın saflığına kavuşmak, her zaman eminim ki herkese iyi gelir.

Strazburg, tarihi tuluatlardaki yerinde tiratları ve farklı bayraklar altında geçen yıllarının şekillendirdiği kültürüyle bir masal diyarı adeta. Çoğu zaman gezdiğimiz, gördüğümüz yerleri kıyaslama gafletine düştüğümüz şu evrende en şahsına münhasır, sessizliği gülümseten tek şehir.

İyi tatiller…


Mon Legionnaire : Strazburg’da çekilmiş bir film ve aynı isimli film müziği.
Marcel Marceau : d: 22 Mart 1923 Strazburg – ö.22 Eylül 2007 Sessiz Sanatın üstadı ünvanlı Pandomim sanatçısı
Pagliaccio : Dilimize Palyaço olarak giren Commedia dell’arte akımı sanatçısı

Aykut Bildan, 1986 Sakarya doğumlu. Şehirleri, o sokakların notaları ve kitaplarıyla keşfetmek isteyenler için kelimelere döker.