Gündelik Fragmanlarda Özne – Nesne İlişkisi // Gözde Mulla
Gündelik Fragmanlarda Özne – Nesne İlişkisi // Gözde Mulla

Gündelik Fragmanlarda Özne – Nesne İlişkisi // Gözde Mulla

6 Şubat 2022
Gündelik Fragmanlarda Özne – Nesne İlişkisi // Gözde Mulla
Gündelik Fragmanlarda Özne – Nesne İlişkisi // Gözde Mulla

Bir nesne düşünün ki gündelik işlevinden koparılıp bir galeri mekânına yerleştirilsin ve tüm gözleri üzerine çeksin. Evet, yüz yıl önce oldu bu. Hem de bir pisuarla. Sanatçı, düşüncesini aktarmak için bir hazır nesne kullandı. Sergi mekânına giren imzalanmış bu pisuar artık sıradan bir nesne değildi. O günden sonra sanat ve hayatla ilgili hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Tabi ki sanat nesnesinin ne olduğu üzerine pek çok şey söylendi. Kitaplar yazıldı, kuramlar geliştirildi, sanat tarihinin akışı tamamen yön değiştirdi. Artık sıradan bir nesne, bir sanat nesnesine dönüşebiliyordu. Bir asırdır sindirmeye çalıştığımız bu dönüşüm, nesnenin özne karşısındaki durumunu büyük ölçüde değiştirmiş oldu. Önceleri nesnenin imgesini izleyen özne, o gün bugündür nesnenin kendisini izliyor.

Gözde Mulla
Gözde Mulla

17 Aralık- 31 Ocak tarihleri arasında ODTÜ Kültür Kongre Merkezi Kemal Kurdaş Sergi Salonu’nda izlenen Nesne(l) sergisi özne ile nesne arasındaki bu ilişkiyi sorguluyor. Bu bağlamda çok katmanlı bir bakış sunan sergide Ahmet Güven, Aslın Sinman, Coşkun Demirok, Işıl Kurmuş Aleksandrov, İdil Mirata ve Murat Akın’ın yapıtları yer alıyor. Öznenin hakikatini arayan bir sergi olduğunu söylüyor sergi metni. Sahi, öznenin hakikati nedir? Neden böyle bir hakikat arama ihtiyacı var? İşte tam da burada öznenin kendisi devreye giriyor bana kalırsa, nesneye bakan özne olarak. Gündelik hayatta tam da böyle değil midir? Nesneye bir özne olarak bulunduğumuz yerden bakarız. Bir eylemin gerçekleşmesi için ihtiyaç duyduğumuz bir araçtır. Galeriye girene kadar sıradan olan pisuar da bir araçtı. Duchamp’ın imzalamadığı diğer tüm pisuarlar hala öyle, erkek anatomisine hizmet etmek üzere üretilmeye ve işlevini sürdürmeye devam ediyor.

Yaşamın akışında her nesnenin yeri vardır. Olağanüstü bir durum yoksa sıradan nesneler (anı nesneleri dışındakiler) yer değiştirmezler. Daha doğrusu biz onların yerlerini değiştirmeyiz. Mesela tam çamaşır asarken kapı çaldığı için hızlıca kapıyı açmak üzere koridorda ilerlerken mutfaktan gelen yanık kokusu ile birlikte mutfağa girip tezgâha bırakıverdiğimiz mandal, oraya ait değildir aslında. Hatta bu bir yer değiştirme olarak kabul edilmeyebilir. Ne mandal durduğu yere şaşırır ne de o tezgâh mandalın orada durmasını garipser. Her ikisi de kendi öz nesne benliğini korumaya devam eder. Burada durumu olağan halinin dışına taşıyan yalnızca bizim bakışımızdır. Bu da bir özne konumu yaratır, dolayısıyla öznel bir bakışı.

Nesnel sergisi, nesneye bakışımızı katmanlara ayırmış. Bunlar, beden, kıyafet, kullanılan aletler, mekân, alınan notlar, fotoğraflar gibi pek çok katmandan oluşuyor. Yani öznenin etrafındaki her şeyi nesne olarak sunuyor sergi. Haksız da değil ilk bakışta. Çünkü düşünen bir canlı olan özne-insan etrafındaki her şeyi bir araç olarak kullanıyor. Bu da öznenin kendi gerçekliğini kurma çabasını gösteriyor, bir tür varlık sorunsalı gibi bir şey.

Öznenin ilk uzantısı beden diyor sergideki bir yapıt. Mekâna girer girmez karşılaştığımız deri, bedeni temsil ediyor. Cinsiyetsiz bir beden formu, bizi nesnenin hakikatine yaklaştırıyor. Bu konuda farklı görüşler ortaya koymak elbette mümkün. Mesela Lefebvre bedenin mekân olduğunu öne sürmüştü vakti zamanında. Buradan gideceğimiz yer çok açık, karşımızdaki her şeyi durduğumuz yere göre tanımlarız. Bu da bize çok değişkenli bir formül verir. Bu formülün tek bilinmeyeni ise sanılanın aksine öznedir.

Sergiye gelirken kentin ve ODTÜ’nün hafızasına kayıtsız kalamadığımız bir an var, o da eskiden ODTÜ ormanı olan bulvardan geçtiğimiz an. 2017 yılının Eylül ayında ormanı bir nesne olarak gören özne(ler) Ankara’nın hafızasına kazınmıştı. Doğayı bir araç olarak konumlandıran bu sistemi aklıselim bir insanın anlamasını elbette ki beklemiyorduk. Nitekim anlayamamıştık da. Fakat kentin hafızasına bırakılan bu iz ODTÜ’ye her gidişimde beni derinden etkiliyor. Toplumsal hafızaya derinden yer eden bu durum bir kenarda dursun, sergide bireysel hafızanın çıktısı olan fotoğraflar özne-insanın uzantısı olarak sunulmuş. Üzerine müdahale edilen bu fotoğraflar deklanşöre basan sanatçıyı işaret ediyor bize. Gündelik hayatta bir nesne olan fotoğraf, burada hikâyenin anlatıcısı, yani öznenin kendisi olmuş.

Yaşamlarımızı kurarken etrafımıza topladığımız araçlar, içinde yaşadığımız mekânlarda tanımlı birer nesneye dönüşür. Aslında aynı şey mekân için de geçerlidir. Bir mekânın hakikatini kuran onun içindeki ve dışındaki nesneler, insanlar ve durumlardır. Kimin evinin penceresi ya da kimin yatağı olduğunu bilmediğimiz nesneler de endüstriyel kimliklerinden sıyrılma çabasında öylece duruyorlar galerinin bir köşesinde. İzleyiciyi durduran kırmızı şeritler ise onlarla temas etmemizi istemiyor. Nesneye mesafelendiğimiz her durum, karşılıklı olarak özne – nesne ilişkisini sorgulatmaya devam ediyor.

Bedenden mekâna kadar tüm olasılıklarda nesne, öznenin değil tam aksine kendi hakikatini kurma gayretinde gibi görünüyor. Nesne, bir araç ya da temsil olmaktan öteye geçtiğinde yaşam belirtisi veriyor. Nesne(l) sergisinde karşımıza çıkan bir organizma olarak beden, işlevi ile ön plana çıkmış olan alet edevat, hafızanın taşıyıcısı fotoğraflar, mekânın nesnesi yatak, bunların tümüne yalnızca izleyici olarak bakıyoruz. Bir sanat nesnesi için bu olağan mı? Yoksa sıradan bir nesne gibi onlarla temasa mı geçmeliydik bilemiyorum. İçinde devindiğimiz bu çağda, bir sanat nesnesi olabilmek için bir galeri mekânı yeterli mi gerçekten? Dedim ya bunun cevabını epeydir düşünüyoruz. Tek bir cevabı olduğunu da pek sanmıyorum açıkçası. Zira zaman çok hızlı akıyor ve etrafını sardığı her nesne ve özneyi hızla değiştiriyor, dönüştürüyor. Cevap da aynı hızla dönüşüyor. Bu akışkanlık içinde insan, mekân, nesne, bir çarkın dişlileri gibi. Hepsi birbirinin tamamlayıcısı rolünde. Özne konumuna alınan hangisi olursa olsun, diğerleri onun hakikatini kurmaya hizmet ediyor. Döngünün kendisi bu.

Sanat Okur

Türkiye'nin En Büyük Kültür Sanat Haber Portalı, Sanat Haberleri, Sergi Rehberi, Sanatçı Portfolyoları, Sanat Üzerine Söyleşiler

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Esen Çamurdan TTV Kurucu Başkanı
Önceki

Türkiye Tiyatro Vakfı 2022 Sezon Faaliyetleri Hakkında Esen Çamurdan ile Söyleşi

Müge Ceyhan
Sonraki

Portfolyo: Müge Ceyhan

Kaçırmayın!

Phoenix, Nihan Çakır

Nihan Çakır’ın Yeni Sergisi: “Kutsal Dişi’nin Peşinde”

Grand Hyatt İstanbul, Grand Art kapsamında gerçekleştirdiği 18. sergisinde günümüz
Prospetiva di Constantinopoli per Tramontana parte del Veduta per Levante (Üsküdar’dan İstanbul’un panoramik görünümü). Anonim, 18. yüzyılın ikinci yarısı. Tuval üzerine yağlı boya, 85 x 184 cm. Suna ve İnan Kıraç Koleksiyonu

“Tam Yerinden: İstanbul’a Panoramik Bakışın Tarihi” Sergisi Açıldı

Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın iki kurumu Pera Müzesi ve