Selim Süme’nin Transit başlıklı fotoğraf sergisi geçtiğimiz günlerde (10 Şubat’ta) Versus Art Project’te ziyarete açıldı. Selim Süme, Transit sergisinde günlük halleri, sıradan görüntüleri şipşak çekimlerle yeniden yorumlamaya açıyor. Samimi, geçici, günlük, sıradan ve raslantısal anları şipşak fotoğraflayan Selim Süme, kaydını tuttuğu günlük anları gerçek ile kurgu arasında estetik biçimde sunuyor. Ziyaretçilerine de kendi deneyimlerini hatırlatarak işler üzerinden bağ kurmalarını sağlıyor.
Transit sergisini gezdikten sonra aklımda yer eden soruları fotoğraf sanatçısı Selim Süme cevaplandırdı.
Buyurunuz…
Okurlarımız için kendinizi tanıtır mısınız?
Merhaba, ben Selim Süme. 1978 İstanbul doğumluyum. İstanbul ve Viyana’da iki şehirli bir hayatım var. YTÜ Makine Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldum. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fotoğraf Bölümü’nde yüksek lisans yaptım ve aynı bölümde Sanatta Yeterlik’e devam ediyorum. 2016’dan itibaren Bahçeşehir ve Medipol üniversitelerinde misafir öğretim görevlisi olarak dersler veriyorum. 289kd (Reccollective, 2009), Tekerrür (Reccollective, 2016) ve Vesika (Reccollective, 2019) adında 3 kitabım yayınlandı.
Transit başlıklı fotoğraf serginizin konusundan bahseder misiniz? “Transit” ismini nereden alıyor?
Geçtiğimiz iki senedir üzerinde düşünüp çalıştığım bu seride gündelik ve sıradan olanı fotoğraflıyorum. Rastlantının içinde bir estetik arayışı. Biraz gerçek, biraz kurgu. Fotoğraf çekmek/yapmak bir seçim süreci. Kamerayı, lensi, filmi, zamanı, mekânı, kadrajı seçmeyle başlıyor. Sonrasında ürettiğiniz işlerden hangisini nasıl göstereceğiniz seçimleriyle devam ediyor. Aynı zamanda neyi seçmeyeceğiniz de çok belirleyici. Tüm bunlar serginin de ana konularını oluşturuyor.
“TRANSIT” hareketi barındırıyor içinde. Geçiş hâlinde olma hâli. Ben de 5 senedir İstanbul ve Viyana arasında gidip geliyorum. İki şehirli bir yaşamım var. Bu yolda olma hâli ve fotoğrafların iki şehirde üretilmiş olması sanırım bu ismi seçmeme neden oldu.
Transit sergisinin oluşum süreci nasıldı? Fotoğrafları çekerken bugünkü sergi kafanızda var mıydı?
2015 ve 2019 yıllarında dünyaya gelen iki oğlum bu serinin evrilmesinde önemli bir etmen. Hayatım çocuklar ile heyecanlandı, hareketlendi, aynı zamanda pandemi ile beraber evin içerisinde daha fazla vakit geçirmeye başladık. Bu süreçte çocuklarla oyun oynamayı tekrar keşfettim. Kaos, uykusuzluk ve düzensizlik de hayatın gerçekliğini hatırlamama yardımcı oldu. Fotoğraf üretimimi de tekrar sorgulama fırsatı yarattı bu dönem bana ve uzun zamandır kenarda duran kompakt filmli makinemle yeniden fotoğraflar çekmeye başladım. Bas-çek (şipşak) pratiğinde flaşlı fotoğraflar bunlar, 20 sene önce yayınladığım ilk kitabımda kullandığım fotoğraflar gibi. Mümkün olabildiği kadar içerden, basit, ham bir çaba. Seri planlı bir çabadan öte hayatın içinde olağan bir akışta oluştu.
Transit sergisini gezenlerin sergiye dair fikirleri oldu. Kimisi sizin de yaptığınız gibi gördüklerinin kaydını tuttu ve belki sonra bir başkasıyla paylaştı. Peki sergiyi henüz görmeyenleri neler bekliyor?
Benim kaydetme refleksim ile sergiyi gezenlerin refleksi de çok benzer. Hepimiz kendi hikâyelerimizi kurguluyoruz. Sergiyi henüz gezmeyenleri rastlantının içindeki kurgu bir dünya bekliyor.
Transit sergi metninde bas-çek (şipşak) tekniğini 25 yıl önce kullandığınızı okudum. Yıllar önce terk ettiğiniz bu tekniği tekrar kullanmanızı sağlayan ne oldu? Ham olana, doğal ve estetiğin saf haline özlem diyebilir miyiz?
Fotoğrafla ilişki kurmam üniversite yıllarımda başladı. İlk ilgimi çeken ve peşinden gittiğim işler kendi hayatını ve çevresini belgeleyen fotoğrafçılarındı. Neden bilmiyorum ama kendime yakın hissediyordum. Fotoğrafın ne olduğundan çok etrafımı tanımama, ona tekrar ve tekrar bakmama olanak sağlıyordu. Makine faydalı bir araçtı. Çekindiğim bazı ortamlara-alanlara girmeme olanak sağlıyor ve bana bir kimlik kazandırıyordu. Bu da bana iyi geliyordu. Hayata karşı anlamlı bir arayış ve duruştu sanki.
2000’li yılların hemen başında Halil Koyutürk ve onun vasıtasıyla Anders Petersen ile tanışıklığım da yolculuğumu şekillendirdi sanırım. Fotoğraf makinası çok uzun yıllar yanımdan ayırmadığım ve vücudumun bir parçası gibi kullandığım bir araçtı. Hayatımı ve bakışımı belgelemek o zaman için bedenimi ve dünyayı tanımama yardım ediyordu. Mümkün olduğu kadar seçimleri sadeleştirerek içeriğe odaklandığım bir dönemdi. Kullandığın makina, seçmiş olduğun film, uygulamış olduğun teknik ayarların sadeleşmesi ile ortaya çıkan ham bir görüntü. Yaklaşık 15 yıl kadar bu dilin peşinde işler ürettim.
2013-2019 arası ise fotoğrafın “başka” nasıl oluşabileceğini ve neyi nasıl temsil ettiğini araştırdığım bir dönemdi. Üretimimde de fotoğrafın temsil mekanizmalarını araştırdım bu dönemde. Aynı zamanda fotoğraf yüksek lisansımı tamamladım ve sanatta yeterliğe başladım. 2015 yılından beri de çeşitli üniversitelerde konuk eğitmen olarak dersler veriyorum. Tüm bu süreç buluntu-belgesel-kurgu fotoğraf gibi çeşitli alanaları araştırmama olanak sağladı. 2018 sonunda Versus Art Project’te açtığım sergide de fotoğrafın zaman ve mekân ile kurduğu ilişkiyi araştırdım. 2019 sonunda ikinci çocuğumuz Can doğdu ve hayat biraz daha renklenmeye başladı. İlk oğlum Kerem ile başlayan oyun dünyamız gittikçe hareketlendi. Çocuklarla hayatım çok daha dinamik bir hâl aldı. Ben de kendi oyuncaklarıma dönmek için bir fırsat buldum. Uzun yıllar kullandığım filmli bas-çek bir makina ile yeni bir hikâyeye başlamak bana çok heyecanlı geldi. Anders Petersen’in dediği gibi fotoğraf çocukça bir duygu ve eğlencedir. İçinizden gelir. Sanırım benim içimden de bu geldi.
Teknoloji, sosyal medya, yaşam mücadelesi, kaygılar, kayıplar, yaşananlar vb. durumlar hepimizi anda kalabilmekten uzaklaştırıp; Benliğimizi yıpratıyor, hızlı tüketime yöneltiyor ve sonra da yaşam için “ne yapıyorum, neredeyim” gibi sorularla yüzleşmemize sebep oluyor. Çok şey içinde hiçliği yaşıyormuşuz gibi. Dolayısıyla bu durumlar gerçekliği de unutturuyor. Siz an’ları yakalayan, bunu ham ve doğal estetikten yana bir pratikte izleyene sunan bir fotoğrafçısınız. Bunca şey içinde üretimlerinizde doğal anları yansıtmak size ne hissettiriyor?
Sosyal medyanın yapısı sadece fotoğraf veya video paylaşmak değil. Yapının kurgusu içinde insanların birbirleriyle iletişimi çok önemli. O yüzden paylaşmanın yanında beğenme-me ve yorum çok önemli. Bu da eklenen video ve fotoğrafları etkiliyor elbette. Sistemin değer ve güzellik yargıları da ekleniyor böylece. Bu yüzden görüntüler de birbirine benzemeye başlıyor. Hepimiz bir moda-mimari-gezi dergisinin içinde bir habere dönüşüyoruz. Onun da elbette bir güzellik kriteri var. Ona uymayanlar dışarda kalıyor. Beğenilmek çok çocuksu bir dürtü. Kesişen çok nokta var artık, sosyal medya platformları ve galeriler, sanatçılar ve sanat arasında. Ben bu noktada kendimi üretmeye çalışıyorum. Çok fazla düşünmeden bir çocuğun fotoğraf makinasını kullanma refleksi gibi bir yerden fotoğraflar çekiyorum. Sanırım düzensizlik içinde bir estetik arayışım var. Grenin(fotoğrafta meydana gelmiş, gri, ince ve iri halkalar) içinde bir düşünme alanı yaratmaya çalışıyorum.
Farklı bir yere gittiğimizde, sevdiklerimizle toplandığımızda, özel bir şey gördüğümüzde elimiz hemen telefon veya fotoğraf makinesine gidiyor. Geleceğe anı bırakma, görülenlerin belleklerde taze kalma arzusu, başkalarına gösterme isteği… Fotoğrafların geleceğe ait olma ve duyguları saklaması durumunun sizde karşılığı nedir merak ediyorum.
Evet hatırlamak hayati önemi olan bir eylem. Kayıt altına almak da hatırlamaya yardımcı olan arkaik bir dürtü sanırım. Hayatta kalmak için sürekli kaydediyoruz tecrübelerimizi beynimize. Fotoğraflarla da anılarımızı kaydediyoruz. Sanırım fotoğraf denildiğinde ilk aklan gelen anı fotoğraflarımız oluyor ancak tek bir fotoğraftan bahsetmek de pek mümkün değil aslında. Anı fotoğrafı, vesikalık fotoğraf, savaş fotoğrafları, gözetleme sizemleri (mobese), uydu fotoğrafları gibi hayatımızda çok fazla alanda karşımıza çıkan bir şey fotoğraf. Bahsettiğiniz anı fotoğrafı ise çok dürtüsel bir refleks bence. Hem çocuksu bir istek hem de eğlenceli bir şey.