Üsküp’ten İstanbul’a uzanan gerçek bir yaşam hikâyesi ile karşınızdayım. Kerpiç Reçeli hepimize kendi hayatlarımıza dönüp bakacak, yaşanmışlıkları düşündürtecek bir kitap. Kitap, aile bağları, hayatın zorlukları, kayıplar, yurtsuzluk, ait olamamak, insanlığın zorlandığı ve sorgulandığı anlarıyla umut içeren bir dolu mesaj taşıyor.
Göçmen bir ailenin hikâyesi Kerpiç Reçeli. Göçmek, göçmen olmak, geride kalanlar, yeni hayat hepsi bu kitapta. Acısıyla tatlısıyla.
Üsküp’te varlıklı bir ailede doğan, ardından hikâyesi İstanbul’a uzanan Ender’in hayatı, sizleri yer yer duygulanacağınız yer yer kızacağınız ve bazen de umutlanacağınız satırlarıyla zaman yolculuğuna davet ediyor.
Nagehan Kruç Şeremet Kerpiç Reçeli’nde hikâyeleri akıcı diliyle, okuruna dağılmış bir ailenin gelecek umutlarını duygu yüklü cümlelerle anlatıyor.
Kerpiç Reçeli Destek Yayınları etiketiyle tüm kitapçılarda.
Nagehan Kruç Şeremet kimdir?
Balkan göçmeni bir ailenin son kuşağı, bir göç ve göçün ardından verilen yaşam mücadelesinin anılarıyla dolu son hafızası… Eğitimci fıtratını bozmadan, “gençliğe ve kısa yaşamına pek çok anlam sığdıran insanlığa ne derece faydam dokunabilir?” sorusunu kendine devamlı soran bir kişi… Yazmakla ilgili hayallerini hiçbir zaman yitirmemiş ve hatta kurgu metinlerini bunca vakit yayımlama konusunda geç bile kaldığını kimi zaman ruhunda duyumsayan bir edebiyat öğretmenidir.
Kerpiç Reçeli ilk kitabın ve bu hikâyenin bir çıkış noktası var mı? Kitap ismini nereden alıyor?
Her hikâyede olduğu gibi Kerpiç Reçeli’nin çıkış noktası da kendi içsel yolculuğumdur. Farklı bir şehre yaptığım göç neticesinde aile büyüklerimin tüm sevdiklerini bir daha görememe ihtimalini göz önünde bulundurarak bir sınırı ardında bırakmasını, tüm varlığımla duyumsadım. Onlarla kendimi aynı kefeye koydum. Anne ve kardeşlerimi pandemi dolayısıyla şehirler arası ulaşıma getirilen kısıtlamalar sebebiyle aylarca göremedim. Bunun yarattığı duygusal boşlukla büyüklerimin göç hikayeleri zihnimde yeniden canlandı. Benim durumuma benzer olaylar yaşadıklarında kendileri ne gibi çareler aramışlardı, bunu düşündüm. Sonuç “umut” etmekti. Kitap da çoğu zaman bir kız çocuğunun umut arayışıyla geçer.
Kerpiç Reçeli, köyde görev aldığım yıllarda şahit olduğum derin yoksulluğun bende bırakmış olduğu izlerinin, isimdir. Her gün düzenli olarak minibüs beklediğim durak kerpiç bir eve bakıyordu. Kerpiç evde yaşayan kadın ara sıra bahçesindeki ağaca göz atıyor, kömür çuvallarını ardından sürüklüyor, evini ailesine daha yaşanabilir kılmak için belli ki kendi yaşam mücadelesini veriyordu. Bahçesindeki ağaç bende artık toplanmaya hazır seçilmiş meyveleri ile reçel imgesi uyandırdı ve umutla, olumsuz durumlara karşın üstesinden gelme gayretini “reçel” ile bağdaştırdım. Ortaya böylece Kerpiç Reçeli çıktı.
Kerpiç Reçeli her satırıyla içimize acıyla işleyen; aile bağları, göçmek, sevgi ve birlik olmak üzerine çok şey anlatıyor. Ben okurken yer yer çok duygulandım. Sen yazarken neler hissettin?
Okurların neredeyse hepsinden bu yorumu alıyorum. Ağladıklarından, kızgınlıklarından ve bir sayfa sonra garip bir şekilde güldüklerinden bahsediyorlar. Tüm bunları birer sayfa aralığıyla yaşıyor olmak herkesi farklı duygular içerisinde hissettiriyor. Ben istedim ki kitap adeta yaşamın aynası olsun, doğum-ölüm/ neşe-hüzün bir arada tıpkı Ender’in, ablasının cesedini teşhis etmeye gittiği sırada ilk çocuğuna hamile olduğunu bir sürprizle içinde taşıması gibi…
Aile bizim güvenli limanımızdır, Ender ailesini kaybetmemek adına hikâyenin sonuna kadar adeta savaş veriyor. Sevgisizlik ise küçük yaşlarından beri en çok aşina olduğu duygu bir yudum sevgi için kahraman bu yüzden kitap sonunda kötü insan olmayı dahi göze alıyor. İnanın işittiklerim çok daha fazlasıdır tabi ki yer yer kurgu eli de romanda varlığını hissettiriyor. Akıcılığı bu yolla korumak gerektiği kanaatindeyim.
Kerpiç Reçeli ile bazılarımız için unuttuğumuz geçmişi hatırlatıyorsun. Özlemle kavuşmak, zorlukta birlik olmaya çalışmak, komşuculuk, sevgi bağları vb. Sen de mi böyle bir ailede büyüdün? Senin geçmişinle kitabın arasında bir bağ var mı?
Çocukluğum kalabalık bir ailede geçti. Doğduğum ve büyüdüğüm evi aile büyüklerimizle (dede, babaanne) paylaştık. Durum böyle olunca evimiz hep ziyaretçi kabul ederdi, bayramlarda ve özel günlerde kapımız hiç kapanmazdı. Kitaptaki komşu karakterlerinden Mesude, Fehmi, Arap Sahre, Nermin hepsi çocukluğumdan tanıdığım insanlardı. Hepsi de o kadar doğaldılar ki. Saraylı Ablaya ise yetişememiş olmak üzücüydü ancak onun hikayesi de hüzünlü ve gerçektir. Adeta her karakter kendi hikayesini romanlaştırır. Kitapla kendime bağ kurduğum tek nokta böylesi geniş bir ailede dünyaya gelerek büyümüş olmanın ardından, doğduğu eve başka bir şehirde yaşayarak sadece onlardan geriye kalan aile albümlerine bakmakla yetinen bir hikâye anlatıcısı olmaktır, yani Kerpiç Reçeli özlemenin bir başka dışavurumudur.
Kitapta ana karakterimiz Ender. Kendisiyle sürekli empati kurulmasına davet eder bir hali var. Senin Ender ile aranda nasıl bir ilişki var? Sen de Balkan göçmeni olarak; Ender’in hayatı sende nasıl bir yer edinmiş durumda?
Empati kapısı aralanmazsa tüm duygular manasız kalır ve önemini yitirir görüşündeyim. Hisler karşılığını bulamadıkça, karşıdaki insana aynısını yaşatmadıkça havada kalır. Bu yüzden kahraman baş etmeye kalkıştığı her duyguyu kendi iç diyaloğuyla aydınlatıyor. Ender’in o mücadeleci hayatı benim de kişisel yaşamımda göçmüş olduğum şehrin köy okulunda çalışan bir öğretmen olarak yeniden can buldu. Onun gibi pek çok hayata şahit oldum ve kalbim herkesin daha iyi şartlarda yaşama kavuşmasını diledi.
Göçmen sorunu beraberinde yurtsuzluk ve ait olamamayı doğuruyor. Ender ve kardeşleri için de bu geçerli. Kitap sadece bir aile dramını ve şartlarını değil göçmen olgusunu da anlatıyor. Kerpiç Reçeli kitabında göçmenlik üzerine neler okuyoruz?
Annem yedi yaşında ufak bir kız çocuğu iken Üsküp’ten trenle İstanbul’a göçmek durumunda kaldıklarını anlatırdı ve anneannemin tüm değerli eşyalarını annemin yastığının arasına sakladığını da. Annemin tüm sorumluluğuyla katı duruşlu sınır görevlilerinin önünden yastığına sarılan minik bir kız çocuğu olarak geçişi bugün dahi gözümden canlanır. Bu ona verilen bir görevdir yani taşıdığı yastığı ustaca bir rol sergileyerek sınırı aşmak. Düşünsenize, küçük bir kızın bağımlı olduğu uyku arkadaşı bir ailenin tüm değerli eşyalarını taşıyor. Kimse ondan bu yolla şüphelenmiyor. Bu ve türevi olayların yaşandığı güç durumlar benim yaşamımdaki göçün ifadesidir. Ailem ise mutlak şanslı olarak göçen bir topluluk. Bu hüzünlü yolda nice insanlar sanki can taşımıyormuşçasına pek çok kötü muameleyle yüzleşiyor. Bu yüzyılda yaşananlar yüreğimi dağlıyor, insanlık suçu işlendiğini düşünüyorum.
Göçmen olarak farklı bir coğrafyaya ait olmaya çalışmak, o toprak üzerinde üretmek ve yaşamak sana nasıl geliyor? Göçmen olmanın yazma eylemin üzerinde nasıl bir etkisi var?
Benim göçmenlik hikayem doğup büyüdüğüm İstanbul’dan bir başka ile taşınmakla mümkün oldu. Coğrafya farklı olsa da hikâye her noktada benzer, yaşanan acılar ortak. Aile büyüklerimin kimi zaman kendi aralarında Arnavutça konuştuklarını duyar, dikkat kesilirdim. İlkokulda soy isim farklılığı sebebi ile kimi tarih bilgisi yetersiz insanların yetiştirdiği çocuklarca akran zorbalığına uğramışlığım da olmuştur. Oysa ki soyum has Türk’tür. Karamanoğlu Mehmet Bey’in Konya’dan iskân ettirdiği topluluk, yani meşhur Dil Bayramı’nı ilan eden beyliktir. Tüm bunlara rağmen Mustafa Kemal’le aynı coğrafyadan gelmiş olmak hayatımın en büyük gurur kaynağıdır.
Son olarak Kerpiç Reçeli kitabını henüz okumamış okurlar için neler söylemek istersin?
Beni yazarken ağlatan bölümün “Omzuna Hayat Yükleyen Kadınlar” bölümü olduğunu söylemek isterim. O bölümü okurken lütfen, Alpay – Fabrika Kızı şarkısını hafif bir tınıyla ruhlarında tekrarlasınlar yahut arka fonda müziği kısık bir sesle çalsınlar. Bir kadının hayat mücadelesini iliklere kadar hissettirdiğime inandığım ve hissederek yazdığım bir bölüm olmuştur. Hikâye umudun taşıyıcısı olduğu kadar, biçare insanın hırslarına yenilmemesi gerektiğini de vurguluyor.