Ersin Doğan’ın yazdığı, Tiyatro Ahenk tarafından sahnelenen ve Selena Demirli Doğan’ın yönettiği Şairler Mezarlığı, şiirsel dil ve tiyatroyu bir araya getiren bir yapım. Selena Demirli Doğan ve Dilek Uluer’in sahnelediği Mısra ve Piraye karakterleri, izleyiciyi farklı, zamansız ve mekânsız bir dünyaya götürürken, oyun, şiirsel bir anlatımla insanlık, yalnızlık ve unutulma korkusu gibi temaları işliyor.
Oyunu yazarı Ersin Doğan’ın metni nasıl ele aldığı hakkında söyledikleri; ‘‘Şairler Mezarlığı benim yazar kimliğimle kendime bir şiir kitabı oluşturma heveslerim arasında sıkışan bir noktada ele alındı. Çünkü Türkiye’de şairlerin bir kitap oluşturabilmesi, bunu yayın dünyasında kabul ettirebilmesi çok kolay bir durum değildi. Aslında Şairler Mezarlığı bir protestonun tiyatroya dönüşmüş hali oldu benim için.’’
Oyunda Mısra ve Piraye isimli iki karakter, varlık ile yokluk arasında bir yerde karşılaşıyor. Mısra, henüz doğmadan hayatını kaybetmiş ve yaşamadığı bir dünyaya öfkeyle bakan ama aynı zamanda da neşeli bir figür olarak seyircinin karşısına çıkıyor. Piraye ise çocuklarını geride bırakarak hayata veda eden, unutulmaktan korkan bir kadın olarak. Bu iki karakterin buluşması, izleyiciye hayal kırıklıkları, kayıplar ve yaşamın getirdiği mücadeleler üzerine bir anlatı sunuyor.
‘‘Sadece bir kez tekme attım.’’
Mısra’nın bu sözü, oyunda hem kişisel bir hayal kırıklığını hem de topluma karşı olan öfkesini barındırıyor. Anne karnında attığı tek bir tekmeyi vurgularken, babasının annesine şiddet uyguladığı anı çağrıştırıyor ve bir çocuğun ilgisiz ebeveynler arasında sıkışmış kaderini anlatıyor seyirciye. Mısra’nın anne ve babasından bahsederken onları isimleriyle değil, “kadın” ve “adam” diye tanımlaması, bu ilgisizliği ve kopukluğu da belirgin kılıyor. Bu ifadeler yalnızca bireysel bir kırgınlığı değil, aynı zamanda aile içinde sevgi ve özenin eksikliğine dair kızgınlığını da seyirciye aktarmış oluyor.
“İnsan öldürene bile demir parmaklıklar arasında bile olsa bir ev verebilen düzen, bir tek Mısra’ya mı tahammül edemedi?”
Mısra, dünyaya adım atamadan kaybedilmiş bir hayatın özlemini taşıyor aslında. Aynı zamanda da bu düzenin adaletsizliğini sorguluyor. Yaşama fırsatı bulamadan dışlanmış olması, onun için hem kişisel bir trajedi hem de varoluşsal bir isyana dönüşüyor. Mısra; yaşama duyduğu özlemi bu şekilde görünür kılıyor. Sadece bir an bile olsa bu dünyanın parçası olabilme arzusunu aktarıyor. Oyunun bazı bölümlerinde ele alınan temalar, anlatıcı bir üslup üzerinden sunulduğu ve oyun melodram bir yapıda olduğu için hikayenin etkisi zaman zaman azalabiliyor. Oyun, izleyiciye mesajlarını doğrudan iletmeyi amaçlayan, didaktik bir anlatım tarzı benimsediğinden, bazen duygu geçişleri ya da karakterlerin içsel çatışmaları yüzeysel bir şekilde hissedilebiliyor. Bu anlatım şekli, zaman zaman izleyicinin karakterlerle daha derin bir bağ kurmasını zorlaştırabiliyor.
Oyunun sahne tasarımı, anlatıyı destekleyen unsurlar sunuyor. Başlangıçtaki anne karnını simgeleyen dekor, Mısra’nın hikayesine görselleştirmeye olanak sağlıyor. İki karakterin mekansızlığı ve zamansızlığını ön plana çıkartmak için; ışık kullanımları, minimalist dekor unsurları ve sis kullanımı göze çarpıyor.
Şairler Mezarlığı, şiirselliği ve tiyatroyu bir araya getiren bir yapım. Mısra’nın zaman zaman neşeli, zaman zaman insanlığa duyduğu öfkeyi yansıtan tavırları ile Piraye’nin ona göre daha gerçekçi yaklaşımı, oyun boyunca izleyiciyi karakterlerin yolculuğunu takip etmeye yönlendiriyor.
“Değişmeyeni değişimde arayanlar, unutulmamanın ilacını bulamadılar.”