“EVRENDE OLAN HER ŞEY OLMASI GEREKTİĞİ İÇİN OLUR!” ATİYE Dizisi Özel İnceleme

8 Ocak 2020
ŞEYDA AYDIN

Anlatılmamış hikâye yoktur, önemli olan nasıl anlattığın, nasıl yansıttığındır. Bunun farkında olmayan kitlenin sürü bilinci yüzünden olsa gerek Atiye dizisine karşı yapılan olumsuz yorumlar. Ah lanet gibi huyumdur, damdan düşercesine konunun ortasından dalarak cümlelerime başlamak, çağdaş edebiyatın mesleki deformasyonu yüzünden olsa gerek, neyse tabii ki öncelikle hepinize merhaba, hem de tatlı ve sıcacık bir yılbaşı tatili ardından. 2020’nin hepinize fantastik ve efsunlu gelmesini dileyerek yılın ilk köşe yazısını buraya bırakıyorum; az çok benim uzmanlık alanım olan evren hakkında bir diziyi yazacağım bugün. Ne de olsa spritüel yorumculara göre; insanların gerçek yüzlerinin ortaya çıkacağı, karmasal adaletin cuk diye yerini bulacağı, yarım kalan yüzleşmelerin, bitmemiş hesaplaşmaların görüleceği, ürkünç yaratıkların merhametsiz insanların kâbuslarına girip boğazlarına pençelerini geçireceği, iyiye iyi, kötüye kötü gelecek, kan ve ter içinde doğaüstü bir yıl olacakmış 2020 yılı. Altıncı hisleri kuvvetli, mistik enerjisi yüksek, son dönemde ilhamı fantastik, grotesk ve gotik edebiyattan alan fantastik bir yazar olarak şimdiden bayıldım bu yıla.

Evet, sosyal medya hesaplarımda ve bu köşe yazımdaki giriş cümlelerimde anlatmaya çalıştığım üzere Atiye dizisi yerli izleyiciyi ikiye ayırmış durumda. Bir yanda, “Amerikan özentisi bir dizi işte!” deyip alt metinlere veya dizide geçen tarihi mekânın değerine kafa yormaktan üşenenler; diğer yanda, fantastik eserlerde verilen metaforları doğru idrak edip yorumlayarak diziyi beğenenler. Her şeyi –oyuncuların iyi ya da kötü performanslarını- geçin, Şengül Boybaş’ın Dünyanın Uyanışı adlı romanından uyarlanan dizinin konusu epey kafa yorulması gereken bir dosya işin özüne inildiğinde. Burada, Göbeklitepe’den başlayıp anlatmaya kalksak muhtemelen sayfalar yetmez, o nedenle şimdi yalnızca diziyi mercek altında almak, çerezlik okumaları uzayıp giden yazılara tercih edenler için ideal olacağını düşünmekten kendimi alamıyorum. Tıpkı, kısacık Zweig romanlarını, uzun romanlara -aslında uzun dediğime bakmayın tam da olması gerektiği gibi 50.000 kelimenin üzerinde olur roman dediğin- tercih eden yerli okuyucular gibi. Belirtmekte fayda görüyorum, Atiye’nin uyarlandığı roman olan Dünyanın Uyanışı da 469 sayfadır. Anlaşılan o ki, yazarın anlatmak istediği pek çok detay mevcutmuş. O yüzden bir edebiyat eseri beyaz perdeye, gümüş ekrana -veya Netflix gibi ortamların adı her neyse ona- uyarlandığında şöyle bir dururum; her ikisini de incelemeden net bir yorum yapmanın doğru olmayacağını savunurum. Amma velâkin burada, izlemeyi okumaya tercih eden insanlar için popüler kültürün vazgeçilmez platformu olan Netflix’in merakla beklenen dizisi Atiye’ye direkt dalıp, spoiler vermeden anlatacağım konuyu.

Haydi, başlayalım öyleyse. Birincisi; dizi için sıkça rastladığım kötü yorumları toparlayıp özetlemem gerekirse batılılaştırılmaya çalışılmış olmakla suçlanan aile yapısı ve diyaloglar -özellikle- eleştiri almış göründü gözüme. Affedersiniz ama yeniliğe ve farklı olana neden düşmansınız bu kadar? Bu eleştirileri çürüterek şunu demek istiyorum; herkes sizinle aynı fanusta yaşamıyor, her bireyin dünyası diğerine göre farklıdır; her birey eşsizdir ve kendine ait tarzı, aile yapısı, inancı, karakteri, totemi, eğitimi, zevki vardır. Kimi amaçsızca ve sıradan yaşar hayatını, kimi amacına uygun, daha büyük bir dünyada hayalleriyle yaşar dolu dolu. Atiye, azınlık sayılabilecek entelektüel bir çevrede ressam olarak hayatını sürdürüyor ve İstanbul metropolünde bağımsız bir kadın olarak yaşıyor. Keza kızkardeşi de öyle… Günlük hayatta, -benim çevrem de buna dâhil- İngilizce kelimeleri Türkçe cümlelere karıştırarak konuşan insanlar yok değil. Ben buna özentilik demez, alışkanlık veya mesleki deformasyon örneği derdim. Dizide güya yerli müzik kullanılmaması bile eleştirilmiş, Gökçe Kılınçer ve Hayko Cepkin’i yerliden saymıyorlar herhalde, bu algıya da yazık! Hiçbir şekilde dizinin hiçbir yerinde yerli müzik kullanılmayabilirdi de –ki mesela ben de sadece ve sadece yabancı müzik dinleyebilen biriyimdir- bunda yadırganacak, eleştirilecek bir durum göremiyorum. Kendi yazdığı romanlara soundtrack listeleri hazırlayan bir yazar olan ben dâhil, yazarken yerli müzik dinleyemiyor, ilhamı sadece yabancı müziklerden alabiliyorum; hikâyelerimin yansıttığı enerjinin evrensel bir nehir gibi insanların içine akmasını istiyorum çünkü. Büyük ihtimal Atiye de bu algıyla çekilmiş; evrensellik kesinlikle ön planda; sadece yerli izleyici değil, dünyadaki izleyici kitlesinin tümü düşünülerek bir çalışma ortaya konmuş görünüyor dizinin genel hatlarına bakıldığında. Netflix gibi bir platform sayesinde dünyanın her yerindeki izleyici kitlesine ulaşabilme potansiyeli sebebiyle bence çok akıllıca bir hamle olmuş bu.

İkincisi; spritüel, mistik, mitolojik mevzular, karmalar, ilginç tesadüfler, evrenin işaretleri, başka paralel gerçekliklere açılan kapılar, birçok insanın yakinen ilgisini çektiği gibi, maalesef ki sabit fikirli bir kitle tarafından -yani beynini az da olsa yormaktan üşenip işin özünü kavrayacak yetenekte olmayan bir kitleden bahsediyorum- can sıkıntısı, boşa zaman kaybıymış gibi bahsedilip, tu kaka edilir genellikle. Pardon ama bundan birkaç ay önce, paralel gerçekliğe açılan kapıları anlatan, geçmişi ve geleceği değiştirmekle uğraşan DARK isimli Alman dizisini ağzının suyu akarak izleyen siz değil miydiniz? Bazı ekşi sözlük yazarlarından etrafa bulaşan her şeyi nefretle anıp alay etme hastalığından muzdarip insanlara alıştık zaten. Türkiye’den çıkma bir yapım olunca ayaklar altına alınıp ezilmesi, yabancı ülke yapımı olunca baş tacı edilmesi kalp kırıcı değil de ne? Ne yazık ki yeni yetişen Z kuşağının genel enerjisinin de bu olduğunu kabul etmek üzücü. İşte böyle bir kitle zaten Atiye gibi bir diziyi -veya onu geçtim uyarlandığı romanı- başyapıt olsa bile beğenmeyecek, özümsemeyecektir. Eğer ki siz, bahsettiğim ilk kitledenseniz; fantastik eserleri, mistik, mitolojik, spritüel konuları, açılan kapıları, tuhaf tesadüfleri, rüya tabirlerini, tarihi, paralel gerçeklikleri, evrenin sonsuz enerjisini, dile gelen doğa anayı veya Da Vinci’nin Şifresi’nde olduğu gibi dünyayı yöneten gizli tarikatların konusuna dâhil olduğu ruhani hikâyeleri seviyorsanız büyük ihtimal diziye kanınız ısınacaktır. Evrenin bize bahşettiği akış bu yönde, bu akışa göre; son yirmi yıldır bilim ve sanat adına üreten bazı insanların ilhamı buldukları yer; başka evrenlere, boyutlara -veya gerçeklik de diyebilirsiniz- açılan kapılardır; hiçbir şey tesadüf değildir ve her şeyin, her iletişimin ve her temasın bir nedeni vardır.

Sonuç olarak; laflarının ucunun nereye gideceğini kestiremeyenlerin çeşitli ortamlarda yuhalayıp –mışlı gibi yapmakla haksız şekilde suçladığı, şans verilmesi gereken, bir kadının kendini, ailesinin geçmişini ve köklerini bulma yolculuğunu şamanik tasvirlerle anlatan, sezon sonu paralel gerçekliklere bağlanan, “tesadüf diye bir şey yoktur” mesajı veren mistik bir dizi Atiye. Beren Saat’in ve Mehmet Günsür’ün oyunculuğu ise, “Karakterlerin derinliğine ne yazık ki inmeyi başaramamışlar; samimiyetsiz…” diye pek eleştirilmiş. Paralel gerçeklik ve evren romanları yazarı olarak naçizane tavsiyem, oyuncuların performanslarına takılmadan, öncelikli olarak konuya, olaylara, kurgunun ana hatlarına, verilen mesajlara odaklanarak izlemeye çalışın Atiye’yi. Film yapım eğitimi almış biri olarak altını çizerek belirtmek isterim ki, film ve dizi yapmak hiç ama hiç kolay bir iş değildir; sanatın her dalında olduğu gibi bu işlerde de büyük emeklerin, harcanan mesainin uzunluğunu, set arkasında çalışanlara kadar -ışıkçısından, sesçisine, bumcusuna- ne kadar emek verildiğini belirtirsem belirteyim yine de az geleceğine eminim.

Uzun lafın kısası, tarafımın şahsi inancı şudur ki, evrende kusursuz hiçbir şey yoktur; her şey kusurlarıyla güzeldir, kusur denilen şeyler her şeyi bir diğerinden ayıran, yan hikâyeleri olan detaylardır ve her birinin oluşmasının önemli bir nedeni vardır. O yüzden kusurları olsa da verilen emek adına biraz saygı lütfen. Çevremizdeki memnuniyetsizlik, ilişkilerimizdeki tatminsizlikle sürüklendiğimiz yeniçağın en büyük kayıplarından biri bu galiba; gerek edebiyatçılara, gerek diğer sanatçılara olsun, üreten insanlara karşı takdir ve saygı…

Saygılarımla.
Şeyda AYDIN

Şeyda Aydın

ŞEYDA AYDIN ya da yurt dışında bilinen adıyla Sheida Aiden, 1981 İzmir doğumlu yazardır ve Dokuz Eylül Üniversitesi mezunudur. Aynı zamanda Türkiye'nin ilk Siberpunk/Solarpunk Queer yani Kuir Bilim-Kurgu romanlarının/hikâyelerinin yazarıdır. Queer Aşk, Ütopya, Distopya ve Paralel Evrenleri esas alan ve yayınlanmış olan eserleri sırasıyla şöyledir: “Diğer Evrenin Senaristi”, “Diğer Evrendeki Kadın”, “Parçalanmış Yansımalar” ve bir spin-off özelliği taşıyan "Kadınların Öldüğü Yer"
Nisan 2021'den itibaren SANAT OKUR platformunda yayınlanan ve başka bir spin-off olan "Veera'nın Seyahatnamesi" adlı edebiyat/hikaye dizisini ayda bir bölüm olmak üzere yazmakta/okurlarla buluşturmaktadır. İsim benzerleri ile karıştırılmadan güncel bilgiler almak için resmi internet sitesine seydaaydin.net adresinden erişebilirsiniz. 

1 Comment Bir yanıt yazın

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Kaçırmayın!

Fikret Otyam kimdir?

Fikret Otyam (d. 19 Aralık 1926, Aksaray; ö. 9 Ağustos
Venedik Bienali

Türkiye Pavyonu’nda Sergilenecek Proje için Açık Çağrı!

Dünyanın en önemli mimarlık etkinliklerinden Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin