Huo Rf‘nin dokuz senelik üretimine dayanan “Hareket Alanı” isimli sergisi Versus Art Project‘de izleyiciyle buluştu. Sergilenen çalışmalar “Kişi, Eylem, Durum serisi“, “İsimsiz Heykel serisi” ve “Spot Işığı” olarak üçe ayrılıyor. Huo Rf ile dördüncü kişisel sergisi olan Hareket Alanı ile ilgili konuştuk.
Sergide bizi ilk olarak Kişi, Eylem, Durum serisindeki işler karşılıyor. Bakır üzerinde çeşitli malzemelerden oluşan bu seri, sanatçının çevresine yönelttiği utançla ilgili üç soru ve cevapları üzerinden şekilleniyor.
Kişi, Eylem, Durum serisini oluştururken çevrenizdeki insanlara utançla ilgili üç soru yöneltiyorsunuz. Ve aslında her çalışma bir kişinin sorulara verdiği cevapları yansıtıyor. Soruların cevaplarını aldığınızda kendi hayatınızla paralellik kurduğunuz durumlar oluştu mu? Burada herkes için sanatın birleştirici gücünden bahsetmek mümkün mü?
Başkasının stresine, sıkıntısına, yaşamına dair söz söylemek, kendi durduğum noktadan bir alan açmak her şeyden önce çok zorlu bir süreç. Bu süreci işlerken soru sorduğum, sorduğum soruları kabul eden ve bu seriye katkı sağlayan herkes öncelikle süreci kendi deneyimlerimle işleyeceğime hakimdi. Ancak bu durum bana üretebilmek için olanak sağladı diyebilirim. Bir de unutmamak gerekir ki bütün işler şu ana kadarki deneyimlerimden yola çıkabildi. Bu seriyi ileride işlemek durumunda kalsam eminim başka çıktıları olacaktır. Gelen her bir cevap utanç tarafından nasıl kuşatıldığımızı, toplumla, ailemizle, geldiğimiz yerle olan ilişkimize dair farklı bakışları açtı. Paralellik kurabiliyorum dersem çok büyük laf etmiş olurum. Her birimizin ruhu bambaşka işliyor. Bana ağır gelen sana, sana ağır gelen bana gelmiyor. Her birimizin yaşamsal deneyimi çok biricik. Bu anlamda her bir işin üretimi için sürecimi iletişim kurduğum kişiyle oldukça açık bir şekilde götürmeye çalışıyorum. Karşımdaki kişinin yaşadıklarına, utançlarına dair tabii fikirlerim var ama onun karşımda hissettiği ağırlığı bilmem mümkün olmuyor. Ben sanatın bir gücü olduğunu düşünmüyorum. Bizim ürettiğimiz bir mevhum, türümüz çok kusurlu. Diğer bir tarafta bir dayanağı olan her türlü sanatsal üretimin ruhlarımıza katkı sağladığını inkâr edemem. Sonuçta lisede ve üniversitede sanat eğitimi almış, kariyerimi sadece üreterek işleten biriyim, sanatçıyım. Geldiğim noktada sırtımda çok fazla yük, biriktirdiğim bir sürü hikâye var. Bu yükler bazen gün yüzüne çıkabilecekleri çatlaklar buluyor. Yüzeye çıktıklarında üretim sürecim başlıyor.
Utanç duygusunun insanın kimliği üzerinde nasıl bir etkisi olduğuna inanıyorsunuz? Ve bu sizin sanat pratiğinizde nasıl anlam buluyor?
Utanç konusunu çalışmaya başladığımda benim için sadece bir soruydu. Utanç nedir? Neden ve nasıl gerçekleşir? Utançlarımızı konuşabilir miyiz? Konuşursak ne olur? Gibi sorular zihnimde büyük bir yer kaplamaya başlamıştı. Serinin sonuna doğru yaklaşınca, bu süreci akademik olarak çalışan Aylin Kuryel, Ekin Coşkuner gibi isimlerle temas edince kavramın hayatlarımızda kapladığı alana dair fikirlerim oldu. Her türlü iletişimimizde, toplumla, ailemizle, varlık gösterdiğimiz hayatlarımızdaki pratiklerimizle her şeyle ilişkili. Yaşamımızın bir parçası. Sadece bize ait değil. İdealize ettiğimiz dünyayla da alakalı.
Malzeme olarak bakırı tercih etme sebeplerinizden bahsedebilir misiniz? Bakırın altında kullandığınız malzemeyle de ilgili bilgi verir misiniz? Bu malzemeler pratiğinize nasıl dahil oldu?
Bakırın teknik ve yapısal özelliklerini kavramsal olarak işlerimle ilişkilendiriyorum. İletken bir nesne olması, üzerinde çalıştığım herhangi kavramı, olayı, hikâyeyi iletmesi için kullanma tercihim. İzleyicinin fiziken teması sonucu renginin dönüşmeye başlaması, havayla, suyla dönüşmeye başlaması, zamansallığı, işledikçe parlaması, yarı yansıtıcı olması gibi birçok sebep bakırı bir aracı olarak kullanmama olanak sağladı.
Ben Mersin’liyim. … person/action/situation … serisindeki işlerin ahşap kaidesi benim çocukluğumdan hatırladığım bir nesne. Yöresel adı senit. Mutfakta çalışan kişinin üzerinde bir şeyler doğradığı, servis ettiği, kısa boylu kişilerin bir basamak, fiziki sorunları olan insanların duşta kullandığı bir tabure olarak deneyimlediğim, karşılaştığım vasıfları vardı. Çok amaçlı bir eleman. Bu serideki işler yüzeyde genişlediği için onları zeminden koruyacak bir kaide ihtiyacım oldu. Senitler de saydığım sebeplerle bu sürecin parçası oldu.
İsimsiz Heykel serisinin yer aldığı bölümde tercih ettiğiniz renk ve materyalin özel olarak işlerle bir bağlantısı var mıdır? Varsa bunu nasıl tanımlarsınız?
2015 global anlamda türümüzün ortaya çıkardığı sistemin korkunçluğunun son derece sert bir şekilde hissedildiği, hissettiğim, yaşadığım bir seneydi. Kendi güvenli alanımda, karşılaştığım ve yaşadığım toplumsal olaylar bu serinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bunlar evimde bulunan malzemelerle ürettiğim küçük çaplı anıtlar. Kullandığım, topladığım, biriktirdiğim malzemeler işlerin parçası oldu. Bu seriyi şimdiye kadar göstermeme vesile olan bir sergi olmadı. Sergilerken de mekânı güvenli alanıma referans veren bazı elemanlarla kuşattım.
Spot Işığı, pandemi döneminde mekanlar açılacak söylentisiyle şehre dönen ve gece kulübünde çalışan bir insandan etkilenerek oluşturduğunuz bir iş. Bu kişi iki gündür gece kulübünün karşılama masasında uyuyor ve yastık olarak bir dezenfektan kutusunu kullanıyor. Bu eserin serginin genel anlatısındaki yeri ve öneminden bahsedebilir misiniz? Nasıl konumlandırıyorsunuz?
Sergideki ya da önceden yaptığım, gelecekte yapacağım işlerimden hiçbir farkı yok ve olmayacak. Karşılaştığım her olayın, her hesaplaşmanın derinine inme gibi bir çabam yok tabii. Ama bazı karşılaşmaların içerisinden çıkamıyorum. Bu serginin merkezi bazı karşılaşmaları sindirememem ve bunun üzerine gitmeye başlamamla şekillendi diyebilirim. Sergim açıldığından bu yana izleyicilerin bu işle kuvvetli bir bağ kurduğunu görüyorum. Çünkü güvencesiz hissetmek, hissettirilmek sistematik bir şekilde üzerimizde kurulan güçlere referans veriyor. Herkesin ucundan bucağından kendisiyle kurabileceği bir bağı sunuyor bu iş.
Çalışmalarınız aslında çok farklı insanlarla bir arada olduğunuz ve onların hikayelerini de barındıran bir oyun alanı gibi. Bu kadar çok farklı hikâye ve anıya maruz kalmak eser üretiminizi ne şekilde etkiliyor?
Benim için birlikte çalıştığım, ürettiğim insanları yakından görebilmek gibi bir çıktısı oluyor. Bütün bu karşılaşmalarımı kategorize etmemeye çabalıyorum. Kolaboratif çalışmayı önemsiyorum. İşlediğim konuların kapsayıcılığının farkındayım. Üzerinde çalıştığım kavramları, olayları başka deneyimlerle işlemeyi, başka deneyimlere açmayı değerli buluyorum. Bu sebeple üretim sürecimin büyük bir kısmı bu birliktelikleri organize etmekle geçiyor.
Sergiye eşlik eden dört tane metin var. Metin yazarlarıyla nasıl bir araya geldiğinizi ve metinlerin sergiyle kurulan bağlantısından biraz bahseder misiniz?
Tamamen organik ilerledi. Banu Karaca Spotlight metnini davetim üzerine kabul etmesiyle 2021’de kaleme almıştı. Sergi için bu metni Tilbe Saran’ın sesiyle deneyimliyoruz. Sosyolog Ekin Coşkuner’in işlerimle Erimtan Müzesi’nde karşılaşması, bu karşılaşmayı ve utancı açtığı bir metin ve Aylin Kuryel’in Cogito için hazırladığı Utanca Bakmak sayısının ön sözü eşlik ediyor. Bütün bu metinlerin referansını, işlerin görünür kıldığı kavramları bir araya getiren, sergi metniyle Zehra Begüm Kışla oldu. Serginin tartışmaya açtığı kavramlar ağır. Ve hepsi bana, sana, bu yazdıklarımızı okuyanlara, bize dair. Diğer bir yanda bütün bu süreci alanında aktif ve işini son derece hassas bir şekilde yürüten kişilerle çalışabilmenin, işleyebilmenin mutluluğunu yaşıyorum.
Hareket Alanı üç farklı serinin bir araya gelmesiyle oluşan bir sergi. İşlerin birbirleriyle kurdukları ilişki ve mekâna uyarlanma sürecinden bahsedebilir misiniz?
2015’ten bu yana ürettiğim 2 farklı seri ve bir fotoğraf. Utanç ve güvencesizlik bu işlerin çıkış noktası dediğim gibi. 9 yıldır bu duygularda değişen bir şey olmadı. Sadece bütün bu sürece bakmayı öğrendim. Bu soruları senden aldığımda sona bırakmıştım. Bunları yazarken ise ara verdim, telefonuma baktım. Rafah’a gerçekleştirilen saldırıya dair fotoğraflar gördüm. Sonsuz bir karanlık ve hüzün. Hangi uzunlukta bir yas süreci bu acıyı dindirebilir? Yazdıklarımı düşündüm. Yazdığım her şey bu karanlık karşısında anlamsız kalıyor.
Son olarak Hareket Alanı için sizin hikayenizin bir parçası olmakla birlikte politik ve toplumsal bir protesto diyebilir miyiz?
Hiçbiri benim hikayem değil aslında. Issız bir adada tek başıma dünya ile bağlantım kopuk yaşasam öyle olurdu. Sergide işlediğim her kavramın kişisel çıktıları mevcut ama hepsi toplumsal, hepsi politik. Maalesef sürekli dönüştürdüğümüz, bozduğumuz dünyamız ve toplumun yapısına dair işler.
Huo Rf’nin Versus Art Project’de gerçekleşen sergisi “Hareket Alanı” 14 Haziran’ a kadar Salı – Cumartesi 10:00 ile 18:00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.