Şükran Moral, performans sanatçısıdır. Sanırım bu tanım kendisi için sadece “sözlük” tanımı olabilir. Her ne kadar kendisini tek kelimeyle “Sanatçı” olarak tanımlasa da Moral, performans sanatçısı olmanın çok daha ötesinde. Onu tanımlayacak en güçlü sözcük öbeği ise sanat tarihine kafa tutan özgür ruh! olabilir. Moral, çalışmalarını özellikle kadınlara yönelik şiddete veya yeterince temsil edilmeyen gruplara odaklar. Çalışmalarındaki temel amaç, kadınların toplumdaki konumunu sorgulatmak, beden, feminizm gibi kavramlar ekseninde dolaşırken çoklu bir örüntü ile izleyiciyi düşünce yolculuğuna çıkarmaktır. Moral, çalışmalarında sistemin çatlak unsurlarına, kenardakilere odaklanır ve bu odaklanma, kimlik ile farklılık konusuyla yakından ilgilidir.
İtalya ve Türkiye’de yaşamış ve üretmiştir. Türkiye’de olması ise onu hem beslemiş hem beslendiği yerden dışlanmasına yol açmıştır. Gerçi kendisi bunu hiçbir zaman umursamamıştır. Sansasyon olan pek çok işi vardır. Benim için en vurucularından biri; Bordello’dur. Bordello İtalyanca “genelev” anlamına gelen kelimedir. 1997’de İstanbul’da Karaköy Zürafa Sokak’taki “Yüksek Kaldırım” diye bilinen en az yüzyıl tarihli, toplumsal bellek oluşturmuş genelevde gerçekleştirdiği performans 5. İstanbul Bienali için hazırlanmıştır.
8 dakikadan oluşan video çalışmasında Moral’ın amacı genelev, akıl hastanesi, morg ve hamamda performanslar gerçekleştirip tüm bunları jinekoloji masası üstünde “İstanbul’u Vajinamdan Seyredin” yazısıyla izletmekti.
İstanbul’daki geneleve girmek büyük bir tabuyu da yıkmak demekti. Moral bunu “Tabuların karnına jilet atmak” olarak tanımlar. Performans sırasında Moral eline “for sale” yazan bir kağıtla genel evin kapısına da “Çağdaş Sanat Müzesi” yazdı. Müzeyle genelev arasında yer değiştirme yapıyordu. Bu müthiş gönderme sanatın ve sanatçının satılık bir nesne konumuna getirilmiş olmasına delicesine kahkaha atıyor, sanat çevresinde oluşan sömürü düzeninin kırmızı kalemle altını çiziyordu. Çünkü özünde estetik, deneyim içindir tüketim için değil. Sanat eserlerinin koltuk takımlarıyla uyumlu renklerde olmasına dikkat edip alıp evlerinde sergileyen “ sanat koleksiyonerleriyle” yine evlerine alacakları kadınlarından “bakire” olmasını isteyen “ataerklere” göz kırpıyordu bu zekice kurgulanmış yer değiştirmeyle birlikte.
Moral burada kadını obje olarak görüp kullanan erkek egemen sistemin teşhirini ve sanatçının tabulara müdahalesini eş zamanlı yapıyordu. Performans esnasında hiç konuşma yoktu. Performansa kaderimin oyunu şarkısı eşlik ediyordu. Performansın asıl öznesi ise kuşkusuz cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için cinsel obje görünümlü kadının karşısında kameraya yakalanmış tüm erkeklerin bakışları, mimikleri ve tepkileriydi.
Bir röportajı sırasında Moral söz konusu performans için şunları söyler;
“1997 yılında yaptığım bu çalışma o dönemin şartlarında son derece ağır çalışmalardır ve küçük gruplar tarafından fark edilmiş işlerdi. Bu çalışmalar ancak 10 sene sonra dikkati çekebildiler. Bana göre Genelev Türkiye’nin “yüksek kaldırımıdır”, bir başka deyişle; Türkiye’nin “oto portresidir”. Benim varlıksal olarak bu mekanlar ile hiçbir problemim olmadığı gibi aslında buraya atfedilen değerler ile problemim var….”Ahlak algısının farklılık gösterdiği noktada” şiddetin ortaya çıkması söz konusu. Bu çalışmamda gösterdiğim cesaretten çok, yarattığı algı yani farkındalık önemlidir. Bu işin o zaman yapılması insanlarda bir şeyleri harekete geçirmesi adına önemlidir. Ben; “yüksek kaldırım MOMA’dır, modern sanat müzesidir” dedim. Bir ironi var orada. Kara mizahtır, yer değiştirmedir. Sanatçı bir objedir, sanat dünyasına da büyük bir eleştiri var orada. Benim asıl hayalim MOMA’yı bir gün geneleve çevirmektir. Nasıl ki yüksek kaldırımı MOMA’ya çevirdim. MOMA’yı da geneleve çevirmek. O zaman görmek isterim.. Çelişki yok mu diyeceksiniz ama hayat çelişkilerle dolu.”
Çağdaş Sanat Müzesi’ni geneleve taşıyarak yapılan bu müthiş sanat eleştirisi her defasında benim zihnimde, İtalyan sanatçı Piero Manzoni’nin 1961 tarihli anti-sanat eseri Artist’s Shit ile eşleşiyor. Aynı hazzı veriyor. Manzoni, Koleksiyonerlere çok samimi bir eser sunuyor. Eser, her birinin 30 gram dışkıyla dolu olduğu ve 4,8 x 6,5 santimetre ölçülerinde teneke kutulardan oluşuyor ve üzerinde İtalyanca, İngilizce, Fransızca ve Almanca etiketlerde Artist’s Shit (Sanatçının Bok’u) yazıyor ve toplam 90 adet. Manzoni belli bir kesim tarafından beğenilmeye çalışmaktan, sanatın bir kalıba sokulmaya çalışılmasından müthiş sıkılan dahi bir sanatçı. İronik bir bakış açısıyla bu duruma karşı bir eser üretiyor. Hatta Manzoni başlangıçta kutuları altının eşdeğer ağırlığına göre fiyatlandırır ancak kutular Tate Gallery ve diğer koleksiyoncular tarafından daha fazla paraya satın alınır! Gerçekten ne ironi ama. Moral, kadın bedeninin sergilenmesine, ahlak sahtekarlığına dokunurken Genelevi Çağdaş Sanat Müzesi yapıveriyor ustaca. Kapıdaki kalabalığın yazıyı dikkatle okuduğunu yada yazıya dikkatle baktığını bunun için hayrete düştüğüne şahit olduk mu! Çağdaş Sanat Müzesi, sergiler, o çok “özel koleksiyonlar”, eser künyeleri Bordello’nun kapısındaki kağıt gibi izleyicisi tarafından çok görünmez. Sanatı satın almasak da başka türlü metotlarla tüketime kurban ettik. Özümsenecek estetiklerin farkına varacak ne vakit ne zihin kaldı.
Moral, Sanat tarihine güvenmeyiz! der. Ayrıştırıcı ve yanlı bulur. Bense sanat tarihinin “talihsiz” olduğuna inanırım. Şımarık bir çocuğun elinde kolu bacağı çekiştirilmiş, çekiştiriliyor ve çekiştirilecek. Sanatı yazanlara sonsuz hak, güç ve imtiyaz bahşettikten sonra borçlanan bu özürlerin hesabı nasıl görülecek. O halde Şükran Moral, “Tabuların karına jilet atmaya” devam etsin!