Kültür sanat gazeteciliğinin önemli isimlerinden, Milliyet Sanat ve Milliyet Kitap eklerinin Genel Yayın Yönetmeni Filiz Aygündüz ile son kitabı “Annem Beni Görsün” hakkında söyleşi gerçekleştirdik.
Annem Beni Görsün, yaşam süresince -bilinçli veya bilinçsiz- görmezden geldiğimizin ve görülmezden gelindiğimizin farkına varmak ve belki de bilinçli hal almak için öğretici bir roman. Aynı zamanda okurken keyif alacağınız bir aşk hikayesine katılarak, her karakterin aşk üzerine bildiklerini tek solukta okuyacaksınız.
Keyifli okumalar…
Geçtiğimiz ay Annem Beni Görsün kitabınızı okurlarla buluşturdunuz. Annem Beni Görsün’de okuru neler bekliyor?
Her şeyden önce “görülmek” kavramının hayatımızda ne kadar önemli olduğuna dair bir sorgulama bekliyor okurları. Çocukluğumuzda annemizle kuramadığımız güvenli ilişkinin yetişkinlikte ödenecek bedelinin çok ağır olabileceğine dair bir düşünmeye davet ediyor. Bunlara paralel, gerçek olamayacak kadar güzel bir aşk hikayesi var kitapta. Günümüzün aşksız ilişkileri içinde okura nefes aldıracak çok özel bir ilişki bu.
Annem Beni Görsün, kendimizle olan ilişkimiz ve ikili ilişkiler adına mesajları olan bir roman. Çocuk yanımıza dokunan; hem hassas hem de düşündürücü. Pek çoğumuzun çocuk tarafını uyandıracağını düşünüyorum. Ne dersiniz?
Bunu yapabilirse ne mutlu bana. Tam da dediğiniz gibi o uyanmayı sağlamasını çok istiyorum. Alp’in annesiyle yüzleşmesi, pek çok okura çocukluğuna dönüp kendi anneleriyle yüzleşme imkanı sağlarsa çok mutlu olurum. Roman yazma nedenim de bu zaten, insanların yaralarına edebiyatla dokunabilmek, onlara pencereler açabilmek.
Yüksek lisansınızı psikoloji üstüne yapmış olmanızın romanınız üzerinde etkisi var mı?
Yazma nedenim insanı anlatabilmek. İnsanı anlatabilmek için anlamak gerekiyor. İnsanı anlayabilmek için de iki büyük araç var. Edebiyat ve psikoloji. Psikoloji yüksek lisansını bu yüzden yaptım zaten. Önceki üç kitabımda olduğu gibi, “Annem Beni Görsün”de de psikolojinin etkisi büyük.
Pek çok insanın ebeveynleri tarafından ihtiyaçlarının karşılanmaması (bilinçli/bilinçsiz) kendi öz benliklerinden uzaklaşmalarına sebep oluyor. Alp’te gördüğümüz gibi. Bu haksızlık değil mi?
Hayatın bize biçip başkalarına biçmediği bedel üzerinden ele alırsak ‘neden ben?’ sorusunu sorar ve sonunda bunun haksızlık olduğuna hükmederiz. Bu çok insani bir yaklaşım. Ama birçok ebeveyn, bu roman özelinde birçok anne çocuklarının temel ihtiyaçlarını bile isteye karşılamıyor değil. Annesinden öyle görmüş olabiliyor, anne olmaya hazır olmayabiliyor; birçok neden sıralamak mümkün. Yani çocuğunun ihtiyacını karşılamayan ebeveynin de bir hikayesi vardır mutlaka. Ona kulak vermemiz, onu da anlamamız gerekir.
Kitapta her bir karaktere naif dokunuşlarınız var. Zeynep ve Alp’in derinlerine dalarken Siranuş’un kırık kalbine takılıyoruz. Derken Mehtap beliriyor ve gerçekleri sakınmadan savunuyor. Hepsi hayatımızda olan insanlardan. Okuyucuyu kendileriyle yüzleştiriyorsunuz. Görmek ve görülmek üzerine neden böyle bir hikaye seçtiniz?
Romanın ilk cümlesinde dediğim gibi “İnsan görülmek ister”. Bu psikolojik açıdan çok sağlıklı bir durum. Hepimiz başarılarımızın görülmesini istiyoruz, hayata kattıklarımızın, bizi biz yapan özelliklerimizin. Ama bir de bunun patolojik boyutu söz konusu. Sosyal medya çağında aşırı bir “görülme” hırsı var insanlarda. Aldıkları like’lar üzerinden. Sırf güzel yerlerde oturup güzel yemekler ve güzel kıyafetlerle selfie çekip Instagram’da paylaşmak, beğeni almak için banka kredisi çekenleri biliyorum. Bu çok büyük bir problem. Dengeli bir görülme isteği ve onun karşılanmasının önemine vurgu yapmak istedim.
Bir sonraki kitabınız hakkında ne düşünüyorsunuz? İpucu verir misiniz?
Tezgahta biri yine psikolojik roman diğeri biyografik roman olmak üzere iki kitap projem var. Şimdilik hazırlık okumalarını yapıyorum. Yazmak için gün sayıyorum.