Mehmet Yaşın ile “Eeen Güzel Şey” Üzerine

Mehmet Yaşın’in İthaki Yayınları’ndan çıkan son şiir kitabı Eeen Güzel Şey, okurunu farklı coğrafyalarda dolaştırıyor. Bunu yaparken farklı kültürleri birleştiren ortak noktalarımıza değiniyor. Dünyanın hâli, yaşamın belirsizliği, aitlik, şimdinin sorunları bir yanda dururken diğer yanda özlemini çektiğimiz “Eeen Güzel Şey”lere kapı aralıyor.

Mehmet Yaşın ile "Eeen Güzel Şey" Üzerine
Mehmet Yaşın ile “Eeen Güzel Şey” Üzerine

Son şiir kitabınız Eeen Güzel Şey için sizi masa başına oturtan motivasyon ne oldu? Neler birikip çoğalmıştı?

Diğer kitaplarımda olduğundan çok da değişik motivasyonlar yok. Şiir geliyor. Ona kapıyı açmakta tereddüt göstermeniz gerekir ki içeri girmekte ısrarlı mı, onunla zaman geçirmenize değecek kadar sizinle içten bağlantıları var mı, daha önce gelen şiirlerden farklı mı belli olsun. Her şiir kitabımda belli izlekler daha belirgin biçimde öne çıkar. Burada da kızımla ilgili olanlar, Atina’daki yaşam deneyimleri gibi şeyler kitaba bütünlük kazandırdı. Daha eski tarihli olup da andığım genel izlekle örtüşen şiirleri de buraya aktarıp bütünselliği pekiştirmeye çalıştım. Mesela önceki şiir kitabım “Abuk”tan kızıma adanmış olan ya da sinemaya göndermeler içeren birkaç şiiri de “Eeen Güzel Şey”e aldım.   

Atina, İstanbul, Kıbrıs ve farklı şehirlerde dolanıyoruz Eeen Güzel Şey’de. Özellikle “8 Ülke, 9 Şehir, 1 Dağ”, “Santiago, Santiago” gibi şiirlerinizde bunu görebiliyoruz. Bu şehirlerle kurduğunuz bağ şiirlerinize nasıl yansıyor? Aitlik duygusundan ziyade hiçbir yere ait olmama hissiyle karşılaştığımızı söyleyebilir miyiz?

Ait olmak ile ait olmamak duygusu benim için o kadar da birbirinden ayrı değil. Uzun yıllar yaşadığım yerlerle aidiyet bağım var. Özellikle Lefkoşa, Atina, İstanbul, Londra gibi şehirlerle… Bununla beraber bu şehirlerin her birinde bir başka nedenle çoğunluktakilerden farklı olduğunuzu, onlarla aynı hissetmediğinizi ve onların da sizi tam anlamıyla kendilerinden saymadığını çocukluktan itibaren öğreniyorsunuz. Lefkoşa’da Osmanlı-Türk kökenli olduğum için; İstanbul’da Kıbrıslı ve gayrimüslim aile bağlarım için; Londra’da bazen Akdeniz’in Avrupa yakasından, bazen Orta Doğu’dan, bazen Commonwealth’ten bir Müslüman sayıldığım için; Atina’da ise kendileri gibi Elen kültürü içinde doğup büyümekle birlikte Türklüğünden ötürü kafa karıştırıcı da sayıldığım için o ülkelerde asli sahiplik iddiasında bulunanlardan, dolayısıyla şiir ve edebiyat kanonlarındaki merkezi otoritelerden farklılaşmış oluyorum. Yine de içlerinden biriyim. Belirttiğiniz şiirlerin bazısı, yıllarca değilse de aylarca yaşadığım Üsküp, Marsilya ve Güney İtalya şehirlerinde yazıldı, ki ilkinde Osmanlı Balkan tarihi, diğer ikisinde ise Akdeniz Elen-Latin tarihi nedeniyle ortak aidiyet bağları bulmak zor değil. Yeter ki insan kendisini farklı yerlere bağlayacak böyle referansları sahiplenebilsin. Bu şiirin ufkunu da genişleten bir şey.    

Türkçe, Yunanca, İspanyolca şiirler ya da kelimeler, cümleler yer alıyor. “Sırların Dili”nde “Benim de bir dilim var böyle, hayatta konuşamadığım” diyorsunuz. Türkçe ya da farklı diller, kullandığınız dile nasıl yön veriyor?  

İspanyolca bilmiyorum, bahsettiğiniz şiirdeki dizeler Şili’nin “Venceremos” marşından alındı. Daha başka şiir kitaplarımda da Ladino, yani eski Yahudi İspanyolcası, Fransızca, İtalyanca, Arapça sözcük ve dizeler bulunabilir. Ancak çocukluktan aşina olduğum Türkçe dışındaki diller Yunanca ve İngilizcedir. Daha önce de değişik vesilelerle söylediğim gibi, öncelikle Türkçe içinde çokdilli biriyim. Hiçbir zaman kendimi Türkiye’deki merkezi dil politikasına göre ifade etmedim. 1970’lerin sonunda daha 20’li yaşlara girmeden şiir yazmaya başladığımda henüz Türkiye’yi o kadar tanımıyordum zaten. Ne TDK sözlüğünden haberim vardı, ne de Öztürkçeci-Yeni Osmanlıcı dil çekişmelerinden, ki bana kalırsa her ikisi de Türk ulus-devlet dilinin tezahürleri, aynı kolektif toplumsal ruh halinin ifadeleri. Bu dil meseleleri üstüne hem Türkçe hem İngilizce deneme kitaplarımda çok yazıp çizdim, tekrar etmeyeyim. Poeturka, Kozmopoetika, Cyprianka adlı inceleme kitaplarıma, yeni çıkan Yanan Eve Yolculuklar adlı söyleşi kitabıma bakmak daha isabetli. Belirttiğiniz “Benim de bir dilim var böyle hayatta konuşamadığım” dizesi ise, onu izleyen Yunanca dizeyle anlam kazanıyor “Ala milai i kardia mou”, “Ama kalbim konuşmakta”. Anadilim değilse de ilk dilim sayılabilecek Yunancayı olması gerektiği gibi konuşamıyorum. Bunun sebeplerinden biri Kıbrıs’ta toplumlararası çatışmalar başlayınca adaya gönderilen Türk askeri otoritelerinin Yunanca konuşmayı, hatta radyodan Yunanca şarkı dinlemeyi yasaklamış olmasıdır. Kullanılan her Yunanca sözcük için o zamanın parasıyla iki şilinglik para ve hatta hapis cezası uygulanıyordu. Uzatmayayım, Yunanca ile travmatik bir ilişkim var ki kaç yıldır Atina’da yaşadığım halde bunu aşamadım. Kaldı ki Türkçeyle ilişkim de travmatik sayılır. James Joyce’un İngilizceyi “İngilterilece” olmaktan çıkarmaya çalışması gibi, benim de Türkçeyi “Türkiyelice” ötesine taşımaya çalıştığım söylenebilir.

Güncel gelişmelerle de şiir kitabınızda sıklıkla karşılaşıyoruz. İktidar ve toplum ilişkisi, çevrecilik, feminizm gibi konulara da değiniyor şiirleriniz. “İkinci Adım”da “İyiye gitmiyor dünya. Kan tükürüyor.” diyorsunuz. İçerisinde yaşadığımız dönem, toplumsal hareketler ve gelişmeler sizce nasıl bir noktaya evriliyor?

Umarım öyle kötü bir noktaya evrilmez. Ama göründüğü kadarıyla dünya bir alt üst oluş içinde birçok açıdan. Gönül rahatlığıyla arkasında durulabilecek ne bir ülke, ne bir toplumsal kurum, ne de bir siyasi oluşum, alternatif diye kendini öne süren hareket kaldı. Kurban her an katile ve katil de kurbana dönüşebiliyor. Beni en fazla rahatsız edense acımasız bir yargılayıcılığın, kendimizden farklı olan herkese ve her şeye karşı anında uygulanan linçin ulaştığı boyuttur. Hele Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada bu çok yaygın 

“Şehrazat Üstüne Masal” gibi şiirinizde de karşılaştığımız üzere, aslında Akdeniz ve farklı kültürlerin mitolojisi ilham kaynağı da olabiliyor. Bu kültürler kaleminizi nasıl etkiliyor? Beslenme alanınız diyebilir miyiz?

Herhalde dediğiniz gibi onlar bir beslenme kaynağı. Çocukluğumuzdan itibaren işittiğimiz masal ve söylenceler, okuduğumuz kitaplar, deneyimlediğimiz kültürel yaşamın metaforları zamanla aklımızdan çıkmış olsa bile içimizden çıkmıyor ve beklenmedik bir anda yazdıklarımıza yansıyor. Doğu Akdeniz’e ait başat üç dinin, o dinlere bağlı halkların iç içe geçerek, dönüştürerek dilden dile aktardığı mitolojik hikâyelerin içine doğdum. Daha sonraki yıllarda bilinçli olarak da ilgilendim o konularla. İstanbul’da mastır öğrencisi olduğum 1980’lerin başında yaygın bir iş olan ansiklopedi yazarlığı yapıyor, mitoloji, Akdeniz kültürleri, Elen felsefesi gibi konularda yazıyordum. Tezim ise Ortodoks Kilisesi hakkındaydı, Sonra İngiltere’de doktora öğrencisiyken çok dilli Kıbrıs ve Akdeniz şiiri ile kimliğinin 3000 yıllık tarih içinde geçirdiği kimlik dönüşümleri üzerine çalıştım. Bu akademik çalışmanın ürünü olan “Diller ve Kültürler Arası Bir Edebiyat İncelemesi: Kıbrıs Şiiri Antolojisi (MÖ. 9- MS. 20)”, Memet Fuat Edebiyat İnceleme ve Eleştiri Ödülü kazandı 2005’te. Birkaç yıl önce o 700 küsur sayfalık kitabın tekrar basım yapabilmesini kolaylaştırmak için, içindeki Fenike, Elen, Latin, Bizans, İtalyan, Fransız ve Osmanlı şiirlerini yarı yarıya azalttım ve böylece “Cyprianka” adıyla yeniden yayımlanabildi. Yunan dili ve edebiyatı ile Doğu Akdeniz kültürlerine kökenim ve eğitimim nedeniyle kendi kuşağımdaki şairlerden daha fazla aşina olduğum için haliyle Türkçe şiire de bundan etkilenmeleri yansıtmış olabilirim. Aradan 11. şiir kitabımın yayımlandığı 40 yıllık bir zaman geçince şiiri besleyen bu tür ilham kaynakları daha anlamlı bir şekilde görülebiliyor.        

Gaye Boralıoğlu için “Esas Kız” adlı bir şiiriniz de kitapta yer alıyor. Şiirin hikâyesini öğrenebilir miyiz?

Kitabın sonundaki “Notlar” bölümünde birbirleriyle bebeklik günlerinden beri çok seviştikleri kızım ile Gaye Boralıoğlu’nun 2008’de Galata dolaylarında çektiğim bir fotoğrafları var. Fakat baskısı pek net çıkmadığından arka fondaki zincirlenmiş eski Rum evinin kapısı fark edilemiyor. “Zincirledi kapısını bir korku filmine sürgün edilenlerin-rin terkettiği evler” dizesinin sebebi o. Bununla birlikte “güneş-gözlüğüne gizlenmiş yıldızlar gibi baktığın yeri belli etmesen bile” dizesine yol açan güneş gözlükleri görülebiliyor fotoğrafta. Bir de Gaye Boralıoğlu’nun bana gönderdiği bazı eski metinler vardı bir yerlerden aktarıp, ayrıca onlarca yıllık bir arkadaşlıktan süzülmüş hatıralar… Ee, gerisini de artık Gaye’ye soracaksınız.   

Peki siz başınıza gelmiş “Eeen Güzel Şey” nedir diye sorsak?

Bu şiir kitabımın dediği gibi başıma gelmiş “Eeen Güzel Şey” kızım oluyor. Ama kitaba adını veren şiirde başıma gelmemiş olarak sıraladığım daha başka birçok güzel şey de var ki 60’larıma girdiğim halde belki onlar da başıma gelir diye içten içe hâlâ ümit ettiğimi itiraf etmeliyim.

Edebiyat doktora öğrencisi, Açık Radyo’da programcı, Gazete Oksijen, K24 'te yazar. Dark Blue Notes ve Nftify'da editör. Çevirmen. Kent, arşiv, edebiyat ve müzik üzerine yazar, düşünür...