O da ne ki?

Onno Tunç, Aysel Gürel, Reşat Nuri Güntekin
Onno Tunç, Aysel Gürel, Reşat Nuri Güntekin

O da ne ki?… Bu yaklaşımı benim gibi belki bir çok meslektaşım, hatta sanatın bir çok farklı disiplininde bir çok üretici ve uygulayıcı yaşamıştır. Sahne üzerinde veya stüdyoda sergilediğiniz performansın sonunda bir model insan yanınıza gelir, önce özel ders verip vermediğinizi sorar ve sonra hemen konuya girer; “hocam ne kadar sürede senin gibi çalarım.” 🙂

Bu soruyu soran kişi genellikle yirmili yaşları, hatta otuzlu yaşları geçkin yaşına rağmen, ülkemizdeki ilk ve orta dereceli okullarda gösterilen müzik eğitimini düşündüğümüzde, müziğin “M” sini bilmeyen bir tiplemedir. Öyle bir özgüvene sahiptir ki, sizin kabiliyetlerinizi düşünmeksizin, sizin hayatınızı müziğe adadığınızı fark etmeksizin, bir, bilemedin iki sene zarfında işinden arttırdığı sürede sizi yakalayabileceğini, hatta sonrasında da sizi geçebileceğini hayal etmektedir.

Aslında ülke gerçeğimizi düşününce bu durum normalleştirilmiş bir hayaldir de, bir şarkıcı kırklı yaşlarında, daha kısa metrajlı bir film bile çekmeden, ülkenin en değerli aktörlerinden oluşan bir kadroyla, en çok isim sahibi yapım ekibiyle (kameramanından, ışıkçısına, görüntü yönetmenine kadar) bir sinema filmi çekerek, Türk sinema tarihine “Büyük Yönetmen” olarak adını yazdırabilmiştir. Bir hanımefendi kısa komik videoları sunduğu programla kariyerine kırklı yaşlarda televizyonculuk kariyerini başlatmış, sonra yine ülkemin en değerli oyuncularının kadrosunda yer aldığı, en önemli kanallarından birinde Sitkomunu yayınlatma başarısına sahip olmuştur, hatta o oyuncularla kadroda kendine de yer açabilmiştir. Yani ülke gerçeği sanatsal akımlarda, adanmışlık olmaksızın, aldığınız eğitim sonrasında yirmili yaşlarda ispatlamanız gerekmeksizin, kariyerinizi sıfırdan değil, kırklı yaşlarda, çok ileri bir potansiyelde başlatabilmenizi sağlatacak bir şans sunabilmiştir. Bizim alanda güzel aktrislerin ortalama, hatta ortalama altı ses kapasitelerine rağmen, bir çok albüm yapabilmiş olmaları, yüz binlerce liralara sahne aldıkları gerçeği de işin cabasıdır. Sanatın kısa süreli bir kariyerle kotarılabilmesi, farklı alanlarda markalaşmış kişilerin sanatta başarıya koşabilmiş olmaları, insanlardaki bu özgüvenin artmasında etkenlerden birinin olduğu gerçek, bir diğer gerçek ise sanatçıların daha çok algılanabilme çabasıyla, sadeleşme çizgisini, basitleşmeye kadar çekmiş olmalarından da kaynaklanmıştır. Tabi ki önemlidir, sanatçının sanatını halka indirebilmesi, ancak sanatı sanat yapan, algıları zorlayan, normal bir insanın ilerisinde olan algısını, popülerleşmek uğruna sıfırlaması, işte bu durum, bence çok daha acıdır. İşte öyle bir bugünde yaşıyoruz, “sanat mı, o da ne ki?” düşüncesine insanların kapılmasına yol açmıştır.

Disko müziğinin yetmişlere doğru başlamış olması, müziğin “dans müziği” halini alması, bugün tüm dünyada listelere giren on parçadan, dokuzunun müzisyen olmayan dj’ler tarafından yapılmasına sebep olmuştur. Gelinen noktada pop müzik eserlerinde en uzun süre 2:30’luk sürelere inmesine kadar gelmiştir, her yerden fışkıran yeni şarkılara insanların ayırabildiği süre 1 dakikayı geçmemektedir.

Dizi ve sinema sektörümüze bakıyorum, gerçek yazarlar tarafından üretilen hikayeler göremiyorum, “iş nasıl patlar” zekasıyla yola koyulan sözde dehaların, entrikayla dolu ürettiği yapımlara takılıyorum. Entrika halkın dikkatini çekiyordur, doğru, güzel aktris ve yakışıklı aktörlerin takipçilerinin de desteği sağlandıktan sonra, senaristlere, yönetmenlere işler teslim ediliyorlar. Onlar ellerinden geleni ortaya koyuyorlar, ancak başlarında iyi iş değil, sanatsal iş değil, sadece reyting bekleyen yönetici kadroların altında, elleri kolları bağlı çalıştıkları için sürekli aynı işlerin çıktığı bir alan halini almıştır. Bu yöneticiler genellikle her şeyi bildiklerini düşünen, sahip oldukları ortalama gustonun işlerin yol gösterici kılavuzu olmasını da kabullendirirler, tüm kadrolarına. İşte o zaman da “Aşk’ı Memnu” dan bugüne hiçbir rengin hayatımıza katılmadığını anlarız. Teknoloji gelişmiştir, oyuncu koçları sayesinde, oyunculuklar da, ama Reşat Nuri’nin usta kaleminden çıkmış bir “Çalıkuşu” naifliği, sanatsallığından uzaklaşılmıştır.

Her şey algılanmak üzerine, halkın dikkatini en çabuk yollu çekebilmek üzerine kurgulanmaktadır bugün. Sanat sanat için midir, halk için midir? Sorusunun artık en ufak bir karşılığı kalmamıştır, çünkü zaten sanatı uygulayanların sanatla ilişiği çok azalmıştır. Pop müzik anlamında Onno Tunç çok sesliliğinden, Aysel Gürel şiirselliğinden, sinemada Hababam Sınıfı sıcaklığından, o kadar koptuk ki… Halka saygı duymanın yolu, onu yüceltmenin yolu aslında sanatsal işleri, sanatsal kabiliyeti ve adanmışlığı noktasında emin olduğumuz kadroların özgürce üretmelerine izin mekanizmasının sağlanmasıyla oluşabileceğini düşünüyorum.

Eser Taşkıran, Müzisyen, Prodüktör.