Sanatçı Haydar Akdağ İle Sanat Üretimleri ve Fahrenheit Sergisi Üzerine Söyleşi

Haydar Akdağ
Haydar Akdağ

Adını bir ısı ölçme biriminden alan “Fahrenheit”sergisi, izleyiciye güncel sanatın ateşini, ısısını, değiştirme ve dönüştürme gücünü hatırlatarak güçlü bir deneyim sunuyor. Sergide Ahmet Güven, Aslı Işıksal, Asaf Erdemli, Aykut Öz, Bestami Gerekli, Beyza Boynudelik, Deniz Varlı, Erdal Duman, Fırat Engin, Genco Gülan, Hamza Kırbaş, Haydar Akdağ, Hüseyin Arıcı, Mehmet Sinan Kuran, Mustafa Duymaz, Ramazan Can, Serkan Demir, Şevket Arık, Tanzer Arığ ve Zeynep Karabacak’ın eserleri yer alıyor.

Sanat Okur birlikteliğinde “Fahrenheit” sergisinde yer alan sanatçılar ile söyleşi dizisi gerçekleştirmeye başladık. Sanatçıyı tanımak ve eserini serginin kavramsal çerçevesi bağlamında daha iyi okumak adına gerçekleştirdiğimiz bu dizinin ilk konuğu Haydar Akdağ. Kendisine aktardığı bilgiler ve bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ederim.

Bir söyleşinizde duygunun üretim akışını değiştirdiğinizden bahsediyor hatta bir dönem yapmış olduğunuz moda tasarımlarınızın resme dönüştüğünü fark ettiğinizi söylüyorsunuz. Sizin üretimlerinize kaynaklık eden duygular nelerdir? Yaşadığımız ülkede, dünyada duygu durumlarımız gündemle birlikte sık sık değişiyor bu durum üretimlerinizi nasıl etkiliyor?

Üretim akışını tetikleyen şey melez yaratım süreçlerim. Evet bugün moda tasarımı yapmıyorum. Ancak zihin tasarı/tasarım arasında gezinirken; beden; elinizdeki materyali birden düşünce kaslarınızdan gelen komutları karşılayarak eyleme geçiyor. İşte orada yaratım melezleşiyor. Plastik olarak esasen bütün eserlerimin incelenmesi gerekiyor. Enstalasyonlarımın, kolajlarımın, resimdeki boya kullanımım… Özetle başvurduğum üretim pratiklerinde sürecin kendisi zengin deneyim zincirinden oluşuyor. Temel kaynak, üretim yöntemleri/zanaat/beceri ve imkanların irdelenmesi; sanatıma katkısını araştırmak. Bunlar teknik bölümü. Duygu ve bilgi arasında doğru köprüyü kurmak her zaman kolay olmayabilir. Bunun yöntemi bence kişiseldir. Duyguyu; merak, heyecan, soru-cevap arasında sınırlandırmadan insana dair her temel dürtüden yönlenmiş kabul edelim. Bu yönelim, araştırma ve üretim sürecinde eylemini teknik olarak incelediğinde de bilgi üretimini gerçekleştirmiş olur. Kime göre neye göre bilgi? Der gibisiniz. İşte sanat, kişisel bilgi üretimi, deneyimi değil de nedir?

Ülkemizin sosyal, politik, ekonomik dinamikleri kaygı merkezimi çok uyarırsa sanırım mutsuz oluyor ve yavaşlıyorum diyebilirim. Son yıllarda bu medcezir ruh hali toplumsal kimliğe dönüştü desem yersizlik etmemiş olurum umarım. Hepimiz kolektif olarak bir ileri iki geri, üç ileri bir geri durumdayız. Temenniler, dilekler, emek, mücadele… Her zemin ve koşulda aklımıza mukayyet olmak zorundayız. Şu sıralar, Nisan 2023 bu sohbeti yaparken aklıma her gün verdiğim yanıtı bu vesile ile sanat severlerle de paylaşmak isterim. Günlük soru, her karşılaşmada: “Nasılsın Haydar?” cevabım: “Memleket gibiyim, sen nasılsın?” 🙂

Disiplinler arası çalışarak, soyut, organik doku-leke, geometrik egemenler ve hazır malzemeleri kullanarak oluşturduğunuz eserlerinizin yanında; belge-bulgu üzerinden tarihi mekanı sorguluyor ve performans sanatı ile de üretiyorsunuz. Üretmenin verdiği özgürlük hissinde bu çok yönlü pratikler arasında sizi daha özgür kıldığını düşündükleriniz oldu mu, bize bahsedebilir misiniz?

İzleyici ile buluşması, eserin finali, çerçevesi, paspartusu, kavramı vs. bunların hepsi sonuçla ilgili olarak orada duruyor. Elbette esere dair söylediğim, yazdığım, paylaştığım bilgiler ve izleyicinin kendi gözlemi ya da okuması ile kazanacağı yeni anlamlarla üretimlerim düşünceler eşliğinde sanata ve hayata karışacaktır. Sevilir, sevilmez bu tartışılır ya da üzerine değer görülüp hiç tartışılmaz. Bunların kontrolünü sağlamak, üzerine önden, arkadan düşünmek çok yorucu olabilir. Bütün bu zihin oyunları elbette düşünce özgürlüğünün, kolektif insanın ortak paylaşım dinamiklerinin bir parçası. Ancak, benim için esas özgürlük zamandan kopmak, bir meditasyon gibi; tek tek pipetleri birbirine iliştirmek ya da tuval yüzeyine tek tek pulları yapıştırmak ve ya kalemimle bir birinden bağımsız hareket eden çizgi devinimleriyle tuval yüzeyinde yarattığım izler, dokular. İşte tam o an, medite olduğum, kendi kendimi hipnoz ettiğim an. O an çok özgürüm. Bir eserin atığından yeni bir eser yaratma fikri, üretirken duraksayıp başka çağrıştırdığı fikre odaklanmak. İşte zaman, mekan, bilgi üretimi, deneyim ve sanat… Öznel olanda mutlu ve özgürüm.

Plastik sanatların yanında sizi bir şair olarak da tanımlayabiliriz. Eserlerinizin izleyeni olduğumuzda farklı çatışmalar, sorgulamalar içerisinde kendimizi bulurken bir taraftan da şiirlerinizle karşılaştığımızda dizelerinizle kendi iç dünyamıza yolculuğa çıkıyoruz. Şiirleriniz ve plastik sanattaki üretimleriniz birbirini nasıl besliyor ya da çatıştığı durumlar oluyor mu?

Şair diyerek onure ettiniz. Bir çatışmadan daha çok ortak çalışan uyum diyebilirim. Eserlere verdiğim isimler, eseri üretirken zihnimden geçen kelimeler, kendimle diyalogum, çağrışımlar ve kendi içimdeki çıkışlarım… Çoğu zaman tuval zeminlerinde şiirle giriş yaparım, üzerine boyalar gelir belki hiç görünmeden örtülür. Ancak önemi var mı? Şiir kaybolunca duygum da kaybolmuş olur mu? Bazen de unutmak, zihinden atmak için yazmaz mı insan? Bir yere yazınca, taşan zihin bir nebze de olsa yükünü hafifletmiş sayılmaz mı? Farkındayım sorular soruyorum. Benim öznel deneyimim, kendime yaptığım yarenliğim, tanıksız, platonik ya da yasak aşklarım resimlerimde yaşamasın mı? Her biri almadığım mektupları temsil etmesin mi? Ya da göndermeye niyet ettiğim, tarafı, muhattabı olmayan şiirlerim… Size cevabı uzatıyorum, özür dilerim. Öyle bir yere dokundunuz ki, pandoranın kutusu açıldı. Kelimeler de renkler gibi içimizi yansıtmaya araçtır. Resim ve edebiyat ilişkisi bir çelişki/çekişme değil çekim olabilir. Ve bu durum beni tamamen besliyor.

"Fahrenheit" sergisinde yer alan New York, 2017, Hannemühle Kağıt Üzerine Haritalar, Dikiş Yoluyla Kolaj, 40x40cm
“Fahrenheit” sergisinde yer alan New York, 2017, Hannemühle Kağıt Üzerine Haritalar, Dikiş Yoluyla Kolaj, 40x40cm

Fahrenheit isimli sergide “New York” isimli 2017 yılında üretmiş olduğunu eseriniz yer alıyor. “İstanbul Çağdaş Sanat Düşüncesini Nasıl Çaldı?” Sorusunun ironisiyle Serge Guilbaut’a da bir gönderme de bulunuyor ve bizi bir başka soru ile baş başa bırakıyorsunuz: “Sanat ve Kültür üretimi yaşadığımız günlerde dünya ile ilişkileri sosyal/ekonomi/politik kalemlerde düzenlemeye yardımcı olabilir mi?” Bu sorunun cevabını sizden de alabilir miyiz? Sizce sanat bize yaşadığımız bugünlerde yaşamamız için gereken sıcaklık aralığını sunmakta ne kadar yardımcı olabilir?

Sanatı bir şifacı gibi görmek mümkün ancak kabul edilebilir estetik normlara sıkışmış genel kabul kuralları ile sınırlarsak eksik düşünmüş oluruz. Sanat şifacı olabilir, ancak sanat tek başına sanat pratiği olarak plastik yorumlarla akla gelmemeli. Yaşadığımız günlerde ihtiyaç duyduğumuz sıcaklığı yeni bir şeylerde bulmak mümkün; bir film, bir oyun, bir şiir, bir şarkı, bir anıt, bir yapı, bir yapıt… Özetle; müzikten, resme, heykelden filme, filmden modaya, modadan mimarlığa, mimarlıktan peyzaja, gastronomiye… Yani bütün ve kapsamlı yaratım süreçlerinin; sosyoloji ve felsefeden beslenerek, melez ve ortak değerlerle çıkılacak yolda; uzlaşı ve gelecek odaklı; iktisadi ve politik argümanlarda evrensel adaleti gözeten; kapsayıcı ve kurucu kolektif bir üretim…. İşte bu! O zaman sanat toplumsal kalkınmanın hem düşünsel, sosyolojik hem de ekonomik olarak refahını inşa ettiğinde yeni bir merkez olur. Merkez olma talebi, öncü olma gerçeğinin ödülü de olabilir, cezası da. Ancak bardağın dolu tarafını görürseniz, bir kalkınma, kültür politikasının yaratacağı değerler, fırsatlar zinciri uzun bir nefes, koşu olarak kendi gerçeğini yaşamaya davet edecektir. Tüm paydaşları, yaratıcıları, tüketicileri, süreci gözlemleyenleri…

Fatma Leylâ Ak, sanat tarihçi kent, bellek ve sanat üzerine yazar.