Çağdaş öykü yazarı Ahmet Büke’nin geçtiğimiz kasım ayında ilk baskısı gerçekleştirilen romanı ‘Deli İbram Divanı’nın ikinci baskısı da raflardaki yerini aldı. Türk edebiyatında fazla işlenmemiş bir konu olan deniz ve denize ait kavramlarıyla dikkat çeken roman, bir ada hikayesi olarak okuyucunun karşısına çıkıyor.
Yazar Ahmet Büke’nin yetişkinler için kaleme aldığı ilk roman olma özelliği taşıyan Deli İbram Divanı Can Yayınları imzasıyla okuyucuyla buluşuyor. Gençlik ve çocuk kitapları yazarı olması yanında aynı zamanda senarist kimliğini de öğrendiğimiz yazar, Deli İbram Divanı kitabı ve kendisi hakkında sorularımızı yanıtladı.
Keyifli okumalar.
Okurlarımıza kendinizi tanıtır mısınız?
1970 yılında Manisa’nın Gördes ilçesinde doğdum. Gördes dağların ve ormanların arasında yoksul ama iyi insanların çoğunlukta olduğu bir yerdi. Mahalle aralarında, oyuna ve doğaya doya doya büyüdüm. Kalabalık bir aileydik ve evdeki büyüklerin hemen hepsi çok iyi masal ve hikâye anlatıcılarıydı. Bu nedenle halk hikâyelerine, masalara, mitlere, söylencelere kulağım çok erken yaşlarda vardı. Benim bir şansım babamın aynı zamanda iyi bir edebiyat okuru olmasında saklıydı. Türk ve dünya kalsikleri ve iyi edebiyat yapıtlarıyla erken yaşlarda temasım oldu. Şimdi elli yaşını devirdim, neredeyse kırk yıllık okurum. Yaklaşık yirmi yıldır da çocuk ve gençlik edebiyatından, yetişkinlere kadar bir yelpazede yazıyorum. Kendimden mutluyum.
Deli İbram Divanı kitabınızdan bahseder misiniz?
Deli İbram Divanı, yetişkinler için yazdığım ilk roman. İzmir Körfezi açıklarındaki bir adada yaşayan bir ailenin etrafında dönen bir hikâyesi var. 1950’li yılların İzmir’i, memleket halleri, siyasi çalkantılar, hayatta kalma, siyasi özne olma ve sınıf çatışması üzerine bir yapıt.
Deli İbram Divanı kitabınızla Türk edebiyatında fazla işlenmemiş deniz ve denize ait kavramları insan ilişkileri üzerinden okurlara sunuyorsunuz. Sizce edebiyatımızda denize ait konu eksikliği neyden kaynaklanıyor? Sizi bu konuyu seçmeye iten duygular neydi?
Ben aslın hikâye anlatıcısıyım. Anlatmaya değer, sağlam hikâyelerin peşinden koşup duruyorum. Bu kitabın konusunu çatan hikâyeye inandım. Dolayısıyla bu konuyu seçmemin temel nedeni buydu. Ama denizcilik de bildiğim bir alan değildi. O nedenle yazmadan önce uzun süre çalıştım ve hazırlandım. Bizim edebiyatımızda deniz ve denizcilik çok işlenmiş alanlar değil. Az ama nitelikli örneklerimiz olsa da eser sayımız çok sınırlı. Bunun temel nedeni de denizlerle çevrili bir coğrafyada yaşamamıza rağmen henüz bir denizci toplum olamamızdır. Denizcilik bir kültürdür ve öncelikle sivil alanda yeşerir, gelişir ve büyür. Denizcilik konusuna yoğunlaştıkça bunun edebiyata da yansımaları olacaktır.
Deli İbram Divanı kitabınız kısa sürede ikinci baskısına ulaştı. Kitapların okurlara ulaşılabilir olması, el değiştirmesi, bazılarının hayatlarına dokunması ve kimilerine de ilham olması… Bu tecrübeli bir yazar olarak size ne ifade ediyor?
Bence edebiyatın en güzel yanı önce yazarken metinle kurduğunuz ardından da esere ulaşan okurla kurduğunuz bağ. Bu bağların hayatı anlamlı hale getirdiğine ve gündelik yaşamın getirdiği yabancılaşma hissine panzehir olduğuna inanıyorum.
Denizle bağınız nedir? Kitabı yazım sürecinizde denizle ilişkiniz nasıldı? Kitaptaki karakterlerle kurduğunuz ilişki ve deniz ile olan bağınız kitabınız okurlara ulaşıyorken ne hissettiriyor?
Denizcilik ve denizcilik kültürü ile geç bağım oldu. Ama yazmadan önceki çalışmalarım sadece kitaplar üzerinden olmadı. Denizle ve denizcilerle de bağlar kurdum. Denize açıldım, teknelerde çalıştım, seyir yaptım, biraz dümen tutmayı öğrendim hatta deneme dalışları yaptım.
Kitap yazmak dışında senaryo yazarlığınızla da biliniyorsunuz. Her ikisi birbirinden farklı olsa da yazmak eyleminde bulunmak sizin hakkınızda bize bilgi veriyor. Yazmakla ilk bağı ne zaman, nasıl kurdunuz hatırlıyor musunuz?
Yazmaya biraz geç başladım. İlk öykülerimi otuzlu yaşlarda kaleme aldım. Çünkü okur olmanın verdiği haz bana ziyadesiyle yetiyordu. Yazmak benim için bir deneme çabasıydı. Zamanla bu eylemi de sevdim, yazmaya alıştım. Ama okur olmanın verdiği mutluluğun yerini hiçbir zaman tutmaz.
Ahmet Büke edebiyatı hakkında:
Yazarın öyküleri, E Edebiyat, Adam Öykü, Ünlem, Patika, İmge Öyküler, Özgür Edebiyat, Eşik Cini, Notos, Yeni Yazı, Ğ, Sus, Har, Hece gibi edebiyat dergilerinde yayımlandı. Büke, Alnı Mavide isimli kitabıyla Oğuz Atay Öykü Ödülünü, Kumrunun Gördüğü ile 57. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı aldı. Büke’nin yazdığı Ekmek ve Zeytin, eleştirmenler tarafından 2011 yılının en iyi beş kitabı arasında gösterildi. Mevzumuz Derin isimli gençlik romanı 2014’de Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği Yılın Gençlik Romanı ödülünü aldı. “100 Tuhaf Kitap” isimli kurgu dışı ilk eseri 2015 yılında basıldı. Ahmet Büke, 2017 yılında çocuklar için de yazmaya başladı. Aynı yıl Zeyno Kitapları Serisi ismini verdiği diziden “Eyvah, Babam Şiir Yazıyor!”, “Annemle Uzayda” ve “Neşeli Günler” isimli kitapları ödüllü çizer Sedat Girgin tarafından resimlendirildi. Büke, 2018 yılından Gökçe’nin Yolu isimli ilk çocuk romanını çıkardı. Büke’nin ilk çocuk öyküleri kitabı olan Kırlangıç Zamanı 2019 yılında yayımlandı. Büke’nin 2019 yılında yayımladığı Varamayan isimli kitap “Yılın En İyi 50 Kitabı” listesine alındı.
Ödüllü sinema yönetmeni ve senarist Özcan Alper’in üçüncü filmi olan ‘Rüzgarın Hatıraları’ filminin senaryosunu Özcan Alper ile birlikte yazan Büke, son olarak Emre Yeksan’ın ilk uzun metraj filmi olan ‘Körfez’in senaryosunu da yönetmenle birlikte kaleme aldı.