Osman Akça, “Başka Hikâye” başlıklı kişisel sergisiyle, 19 Kasım-12 Aralık 2020 tarihleri arasında, Arda Sanat Galerisi‘nde sanatseverlerle buluşuyor.
Sanatçı Osman Akça, sergisi ve resimleri hakkında sorularımızı yanıtladı.
Bu söyleşide yüksek emekleri olan çok değerli Nil Has ve Fatih Doğan Ateş’e sonsuz teşekkürlerimle…
Resimlerinizin üretim süreci nasıl ilerliyor?
Gözlemlerim, araştırmalarım neticesinde beni heyecanlandıran bir konuyla kompozisyon oluştururum zihnimde. Her resim yeni bir yolculuk, yeni bir hikâye. Eskiz çalışmalarıma başlar ve her şey hazır olduğunda tuvallerim ve boyalarımla buluşurum. Bir resmin sonuçlanması bazen haftalar sürebilir. İstediğim aktarımı yaptığıma karar verdiğimde resmi sonlandırırım ve yeni hikâyeler için heyecanımı tazeler yeniden başlarım.
Çok uzun yıllardır resim piyasasında var olmanıza karşın son yıllarda daha belirgin şekilde izleyicinin karşısına çıkmaktasınız. Bu durum seçtiğiniz bir strateji değişiklinden mi yoksa galeri/izleyici tarafından ortaya çıkan bir talepten mi kaynaklanıyor?
Bu sorunun cevabını biraz zamanda yolculuk yaparak vermem gerekiyor.
1963 Samsun Bafra doğumluyum. 1980 ihtilaline kadar Bafra’daydım. Zor ama bir o kadar güzel yıllardı. 1980 yılında geldiğim İstanbul’da askerliğimi de yaparak buraya yerleştim. Eşimi burada tanıdım ve evlendim, biri kız biri erkek iki çocuğumuz oldu. 1987 yılında Sultanahmet’teki resim atölyemde 1991 yılına kadar aralıksız resim yaptım. Türkiye’de o yıllarında resim yaparak yaşamınızı idame etmek çok mümkün olmadığından, radikal bir kararla reklam sektörüne atıldım. Küçük bir işletme olarak kurduğum firma, zaman içinde sanatsal kabiliyetimin ve girişimci kişiliğimin verdiği imkanla kısa sürede sektörün ileri gelen firmalarından birine dönüştü. Resim benim için bir yaşam biçimi olduğundan, bu süreçte resim yapmayı da hiç ihmal etmedim. Resim sanatı ile ilgili okudum, araştırdım, kişisel sergiler açtım ve karma sergilerde yer aldım. Çocuklarımın ikisi de mimar oldular. Mimarlık ofislerini kurdular ve kendi işlerinin yanı sıra Akça Reklam’ın da yönetimini ele aldılar. Bu durum benim tüm zamanımı resimlerime ayırmak için inanılmaz bir fırsat oluşturdu. Dolayısıyla yeni insanlar, yeni galeriler tanıdım; yeni teklifler ve fırsatları değerlendirmek için yeterince zaman ve efora sahiptim. Son yıllardaki bu girişimlerim sanat camiasında daha geniş kitlelere ulaşmamamı sağladı diyebilirim.
İzlenimcilik akımı, dünya sanat tarihini etkilemiş ve evrim geçirerek varlığını hala devam ettiren ve de ettirecek olan bir sanat yolu. Bu yolda ilerleyen sanatçıların doğanın ve varlığın kendisinden çok onu var eden ‘ışık’ la ilgisi vardır ki sizde de aynı kaygıyı görüyoruz. Işığa yaklaşma, ışığı izleyiciye sunma ve bu vesileyle izleyicinin duyularına dokunma… Sizin resimlerinizde odaklandığınız ışığa dair olan kaygılarınız nelerdir?
1874 yılında Paris’te açılan bir sergide Claude Monet’in “İzlenim Gündoğumu “isimli tablosu yer almıştır. Bir eleştirmenin, bu eserden yola çıkarak yazdığı olumsuz eleştiride gruba İzlenimciler demiştir. Dolayısıyla akım ismini kendileriyle dalga geçen bir eleştiri yazısından almıştır. Sergide ayrıca Monet’in yanı sıra Auguste, Renoar, Degas, Pissarro, Cezanne gibi isimler yer almıştır.
İzlenimciliğe adını veren Monet benim de hayranlıkla incelediğim bir sanatçıdır. Sanatçı için resmin konusundan ziyade giriştiği optik deneyler önemlidir, konu sadece bir araçtır. Dolayısıyla biliyoruz ki aynı konuyu işlediği onlarca eseri vardır.
Ben resimlerim de farklı ışığı bazen ana karakterlerin üzerinde kullanırken bazen de ana karakteri ortaya çıkartan başka bir planda kullanırım. Işığın yanı sıra resimdeki en büyük arayışım, uyumdur. Bu uyumu da karşıtlıklar sağlar. “Açık- Koyu, Sıcak-Soğuk, Yatay-Dikey “. Bu üç unsurun izleyicide bıraktığı duyguları Fransız sanatçı Georges Seurat şöyle ifade eder;
Aydınlık, sıcak renkler ve yükselen dikeyler “ Neşe” uyandırırken, karanlık, soğuk renkler ve inen dikeyler “ Hüzün” e sebep olur.
İstanbul size ne ifade ediyor? Daha çok kahverengi ve tonlarına yönelmeniz şehrin kasvetli ve kaosu içinden beslendiğinizden dolayı mı?
İstanbul üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış, büyüleyici, göz kamaştırıcı, kolay gelip zor ayrılabildiğimiz sosyolojik ve kültürel birikimi yüksek, eşsiz bir şehir. İki büyük kıtada da toprakları bulunan, tüm ihanetlere rağmen dimdik ayakta kalmayı başarmış bir dünya başkentidir.
Yaklaşık 40 yıldır İstanbul’da yaşıyorum, hemen hemen her yerini gezdim diyebilirim. En güzel ve en zor anlarımı bu şehirle paylaştım. Gün geldi bu kadim kentin büyüsüyle kendimi şanslı addettim, gün geldi göçün ‘başka bir İstanbul’ yarattığı gerçeğinin canlı şahidi olarak çok üzüldüm, çok çaresizlik hissettim.
Fakat, kullandığım kahverengiler hatta griler İstanbul’dan değil benden kaynaklanıyor. Çocukluk anılarım bile hayalimde bu renklerle beliriyor. Mesela; hafızamda yaz aylarında yaşadığım anılardan çok kış aylarında yaşadıklarım vardı. Her mevsimi severim ama sonbahar ve kışın bendeki duygusu daha yoğundur. Dolayısıyla bu renklerle kendimi ifade edebildiğim kanaatindeyim.
Güvercinler ve bisikletler iki farklı seri olarak karşımıza çıkıyor. Bu eserlerinizle, izleyicide; gördüğü ve/veya baktığı hikâyenin yaşadığı yere, çevresine ait bir üretim olduğu izlenimi bırakma arzusu mu? Siz nasıl tanımlarsınız?
Ben resimlerimde, kompozisyon içerisinde ki biçimden ziyade hislerin seyirciye aktarımını önemserim. Baktığınızda, farklı unsurların sizi alıp olmak istediğiniz duygu-düşünceler içine çekip, kullandığım renkler ve resmin bütününde yakalamayı amaçladığım karmaşanın, sıkışmışlığın ve hatta keşmekeşin içindeki ‘özgürlük’ duygusunu alabilmenizi amaçlarım.
Bisiklet benim için gitmektir, gelmektir, ulaşamamaktır, yorulmaktır ve bazen alabildiğine boşluğa sürmektir. Kuşlarda nitekim kalabalık içindeki bağımsızlıktır, kendi başınalıktır, gidebildiği, istediği kadar gitmek, yorulunca farkında olmadan en güzel manzarada dinlenmektir. İstanbul’un bana anımsattıklarını ya da olması gerektiğine inandıklarımın imgeleridir, bisikletler ve kuşlar…
Birbirini tamamlayan hislerin bir araya gelmesiyle oluşur resimlerim. Nesneleri değil, hislerimi boyadığımı düşünürüm tuvale. İstanbul benim için neyi çağrıştırıyorsa, odur ortaya çıkan. Ve özgürlük vazgeçilmezdir benim resimlerimde.
Bu kişisel serginizin adı ” Başka Hikâye”. Bu ‘başka hikâyenin sizce en dikkat çeken ve görülmesini istediğiniz tarafı nedir?
Aslında benim için yaptığım her resim bir hikâye. Bazen hüzün dolu, bazen sevinçli, bazen alışageldik, bazen karamsar… Tıpkı bizler gibi… yaşadığımız tüm duyguları paylaştığımız bir yer var, tam şu an bulunduğumuz yer ve tam da şu an. Bir daha aynı yerde, aynı hisleri yakalayamayacak, aynı duyguları hissetmeyeceğiz. İşte bu yüzden hisleri aktarıp ölümsüzleştiririm yaptığım resimlerde. Her insan gibi, her resmim başka hikâye anlatır başka insanlara…
Bu vesile ile tüm Sanatokur ekibine ve takipçilerine teşekkür eder, sağlıkla ve sanatla dolu günler dilerim.
“Başka Hikaye”, Pazar günleri hariç, saat 10:30 – 19:00 saatleri arasında Arda Sanat Galerisi’nde görülebilir.
Arda Sanat Galerisi
Şehit Mustafa Doğan Sokak 84/A Çankaya/Ankara