Tales From The Loop
Tales From The Loop

“Döngü” İle Başım Büyük Dertte

23 Aralık 2020

Dizi/film platformların aşırı popüler yapımlarından ziyade, raflarında tozlanmaya bırakılan, gözden kaçan, hakkı yenen, sanatsal ve mühim yapımları aradan çekerek tekrar gündeme getireyim dedim geçenlerde. Haklısınız, gündemden değil, biraz geriden geliyorum ama iyi ediyorum sanki.

İsveçli sanatçı; ressam, yazar ve aynı zamanda retro-fütüristik tasarımcı Simon Stålenhag’ın çizimlerinden ve kırsal bilim kurgu öykülerinden esinlenerek ete kemiğe bürünen “Döngü” ya da orijinal adıyla “Tales From The Loop” dizisi ilk sezonu ile Amazon Prime platformunda izleyici karşısına çıkmıştı geçtiğimiz aylarda. Ben de, biraz geç de olsa yayınlandığı haberini alınca ve basın tanıtımını okuyunca izlemeden edemedim haliyle, dikkatimi de aynen şu cümlelerle çekti: “Evrenin gizemlerini çözmek ve keşfetmek için yapılmış bir makine olan Döngü’nün üstünde yaşayan insanların akıl almaz hikâyesi…”

Evet, ortada bir makine var ve makine üzerine inşa edilmiş bir kasaba. Akıllardan çıkarılmasın ki, “Döngü” dizisi sadece bir dizi değil, aynı zamanda Simon’ın bilim kurgu kitabı… Diziyi duyar duymaz İthaki yayınları tarafından Aralık 2020’de piyasaya çıkarılan, Simon Stålenhag’ın “Döngü’den Hikâyeler” adını taşıyarak Türkiye okuyucusu ile buluşan kitabı ile de direkt bağlantılı bir dizi. Simon’ın eşsiz çizimleri ve müthiş hayal gücü ile bütünleşen bu kitap, bilim kurgu takipçileri ve koleksiyoncularını kesinlikle tatmin edecek türden bir kitaptır ki altını çizmeden geçmek istemedim. Ki zaten ben de böylesi çizimlerle güçlenen bu eseri ilham açısından arşivimde tutacağım. Benim gibi türün meraklılarına duyurulur.

Tales From The Loop
Tales From The Loop

Şahsen ben, dramatik soft-core bilimkurguyu, aksiyonlu, lazer silahlı, uzay gemili hard-core bilimkurguya tercih edenlerdenim. İkisini de severim ancak insan psikolojisine inen, işin aslı dramatik ve sinematografik olan soft-core bilimkurgu okumanın ve izlemenin bana çok daha fazla şey kattığını düşünürüm. İlhamı aldığım öğeler ve eserler düşünülürse kendime göre haklıyım da. Bu gibi hikâyelerdeki olayların her daim açık bırakılan uçları göz önünde bulundurulursa, okuyucunun/izleyicinin yorumuna dayalı eserler olduğundan -gerçekten- düşünmemize sebep olup beynimizi yormuyorlar mı sizce de? Bilirsiniz işte, okunup/izlenip hemen tüketilmeyen, nedenleri sonuçları analiz edilmesi gereken türden bilim kurgular… Bu da öyle bir yapım; pek çok soruyu cevaplamadan havada asılı bıraksa da, kasvetli gizeminin gerek müzikler, gerek görsel doyum, gerekse sadelik ile izleyiciyi hipnoz ederek sonuna kadar kendini izlettirdiği bir yapım.

80’li yılların, kafası güzel hayal gücüyle dolup taşan sanatsal bilim kurgu yapımlarla coştuğu gerçeği bana göre tartışmaya tamamıyla kapalıdır. 80’li yıllar bilimkurgu yapımlar adına tacı göklere varan altın çağdır. O yılların renkleri ve retro atmosferi bilim kurgu ile buluşunca muazzam görünür gözüme ama bir o kadar da depresiftir; çocukluk yıllarımdan benliğime işleyen, hediye gibi bahşedilen bir algı olsa gerek, vazgeçilmezimdir. Dizi, ilhamını tıpkı Simon’ın eserleri gibi 80’li yıllardan alıyor. Pek çok sahne izleyicinin içinde ziyadesiyle, fütürizmin çekici olduğu kadar iç sıkan, anlamsız yalnızlık hissini de uyandırıyor. Bu yüzden uyarayım; herkesin yalnızlaştığı şu pandemi döneminde, eğer ki yalnızlığa alışkın insanlardan değilseniz bu dizi hem müzikler hem yavaş temposu ile sizi fena halde depresyona sokabilecek, üzebilecek bir atmosfere sahip. İzlemeye başlamadan önce bu uyarımı aklınızdan çıkarmayın da sizlere önerdiğim için sonrasında bana kızmayın.

İlk bölümü ile son derece gizemli ve çekici gelmiş olan yapımın ilerleyen bölümlerde biraz fazla durağanlaştığını fark etmiş olsam da, dizinin dram/bilim kurgu türünden ve kırsal havasının ruhumu çepeçevre saran ürkütücülüğünden kaynaklı olduğunu düşünerek izlemeye devam ettim ve sindire sindire yayarak yedi günde ancak bitirebildim. Bilmenizde fayda var, aslında sanatsal bir proje olan yapımın her bölümü için usta isimler yönetmen koltuğuna oturmuş, bunlardan bazıları Jodie Foster, So Yong Kim, Ti West, Andrew Stanton, Mark Romanek, Dearbhla Walsh… Başrollerde ise Rebecca Hall, Paul Schneider, Daniel Zolghadri, Duncan Joiner, Jane Alexande, Jonathan Pryce gibi isimler var. Rebecca Hall beğendiğim oyunculardan biridir, performansı bana, “bu kadının duruşu bilim kurgulara yakışıyor,” dedirtti. 8 bölümlük ilk sezonu ile karşılaştığımız karmakarışık olaylar ilk etapta birbirinden bağımsız gibi görünse de izlemeye devam ettikçe görüyoruz ki birbiri ile direkt bağlantılılar. Daha ilk bölümde karşıma çıkan üzgün suretli robot ise dizi finalinde gözlerimden yaşların süzülmesine sebep oldu. Ne de olsa ben sadece insan hikâyelerine değil, robotların hikâyelerine de ağlayan biriyimdir, gelecekte bir gün bilinçlerinin evrimleşeceğine, insanların yerlerini alacaklarına inanırım çünkü. İşte bu kurgudaki boynu bükük bir robot, yüreğinizde acı hissetmenize sebep oluyor.

Fizik Laboratuvarının bulunduğu tuhaf bir kasabada, paralel evren, hafıza, zaman kavramı ile ilgili aklı karıştıran gelgitlerin yaşandığı, imkânsız zaman ve evren yolculuklarının vuku bulduğu, nedensiz bilinç transferlerinin gerçekleştiği, üzücü sonuçların ortaya çıktığı, hatta bir o kadar kalp kırıcı hikâyelerin yaşandığı, deyim yerindeyse adeta “Döngü” ile başı büyük dertte olanların duygusal hikâyelerinin gözler önüne serildiği 8 bölümün her bölümü iyi bir bilim kurgu eseri olmuş. Bilim kurguları besleyen paralel evren ve zamanda yolculuk teorilerinin işlendiği (roman/film/dizi gibi) eserler ne yazık ki herkes tarafından anlaşılamıyor. Anlaşılamadıklarında da fikirsizce ve cahilce yorumlara maruz kalıyor. Oysa teorik fizik hayal gücü için enteresan kurgulara kaynaktır. Eğer türün tutkulu takipçilerindenseniz; paralel evren, zaman yolculuğu gibi konulara meraklısıysanız ilgiyle izlersiniz. Naçizane tavsiyem Simon Stålenhag’ın sanat tasarımlarına ve kitabına da göz atmanız. Renkler, tasarımlar tümüyle harika. Kitap raflarda, dizi ise orada; Amazon Prime ekranınızda… Unutmayın, “Döngü” sadece bir dizi değil; retro-fütüristik sahneleri ile sinematografik olarak doyurucu olan sanatsal bir proje. Şimdiden iyi seyirler ve keyifli okumalar.

Şeyda Aydın

ŞEYDA AYDIN ya da yurt dışında bilinen adıyla Sheida Aiden, 1981 İzmir doğumlu yazardır ve Dokuz Eylül Üniversitesi mezunudur. Aynı zamanda Türkiye'nin ilk Siberpunk/Solarpunk Queer yani Kuir Bilim-Kurgu romanlarının/hikâyelerinin yazarıdır. Queer Aşk, Ütopya, Distopya ve Paralel Evrenleri esas alan ve yayınlanmış olan eserleri sırasıyla şöyledir: “Diğer Evrenin Senaristi”, “Diğer Evrendeki Kadın”, “Parçalanmış Yansımalar” ve bir spin-off özelliği taşıyan "Kadınların Öldüğü Yer"
Nisan 2021'den itibaren SANAT OKUR platformunda yayınlanan ve başka bir spin-off olan "Veera'nın Seyahatnamesi" adlı edebiyat/hikaye dizisini ayda bir bölüm olmak üzere yazmakta/okurlarla buluşturmaktadır. İsim benzerleri ile karıştırılmadan güncel bilgiler almak için resmi internet sitesine seydaaydin.net adresinden erişebilirsiniz. 

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

İsmail Tetikçi
Önceki

Sanatçı ve Akademisyen İsmail Tetikçi İle Söyleşi

Sonraki

Sanat, Meta Duygular Üzerine mi Kuruludur? // Ezgi Demir

Kaçırmayın!

Müzeverse

Türkiye’nin İlk Sanal Gerçeklik Müzesi Müzeverse, 19 Kasım’da Açılıyor!

Türkiye’nin ilk Sanal Gerçeklik Müzesi Müzeverse, 19 Kasım’da UNIQ İstanbul‘da
Mistik Konferans

Burak Delier’in “Mistik Konferans” Kitap Söyleşisi SAHA Studio’da

SAHA Studio, Mart – Ekim 2023 arasındaki 6. döneminde ağırladığı