Sanatçı ve Akademisyen İsmail Tetikçi İle Söyleşi

Sanatçı ve Akademisyen İsmail Tetikçi ile harika bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu söyleşide yüksek emeği olan Fatih Doğan Ateş’e sonsuz teşekkür ederiz.

İsmail Tetikçi
İsmail Tetikçi

Bir Sanatçı/Akademisyen olarak İsmail Tetikçi’nin hikayesi nedir? Akademisyen olarak serüveninizden biraz bahsedebilir misiniz?

1972 Erzurum’da doğdum. 2000 yılında, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinden Resim Bölümü 1.’si ve Fakülte 2.’si olarak mezun oldum. Aynı yıl, Erzurum’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir ilköğretim okulunda, İş Eğitimi ve Resim Öğretmeni olarak göreve başladım. 2002 yılında, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Yüksek Lisans Programını tamamlayarak aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Bölümünde Doktora Programına ve aynı üniversitede, Temel Eğitim Bölümünde, Araştırma Görevlisi olarak göreve başladım. 2010 yılında, “Batı Anlayışına Dönük Türk Resim Sanatında Doğa-İnsan İlişkisi” konulu Eser Metin çalışmasıyla doktora sürecini tamamladım. 2010-2015 yılları arasında, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde Yrd. Doç. olarak görev yaptım. 2015 yılında Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümünde Yrd. Doç. Kadrosuna atandım. 2018 yılında ise Doçent ünvanı aldım. Ulusal ve uluslararası yarışmalardan yedi ödülüm, 9 kişisel sergim, üç resim yarışmasında jüri üyeliğim ve 100’ü aşkın karma sergi katılımıyla sanat serüvenime devam etmekteyim…

Türkiye örneğinde hem akademiye hem de eser üretimine beraberce odaklanabilen isim sayısı genelde çok az olmuştur. Sizde ise durum pek öyle görünmüyor; her iki tarafta da devamlılığınızı ve üretkenliğinizi koruyorsunuz. Bu yüksek performansı tetikleyen unsurlar nelerdir?

İsmail Tetikçi
İsmail Tetikçi

Bütün mesleklerde olduğu gibi başarılı olabilmenin bence tek cevabı var. İki kelime ile “Çok Çalışmak”. Sanatın bütün alanları için ‘yetenekli olmak’ üzerine düşündüğümde, yine ‘çalışmanın’ birinci planda olduğu kanısındayım. Bu öyle bir ‘çalışma’ ki, gündelik yaşamın getirilerini bilerek ve isteyerek ikinci plana atma durumunu getiriyor. Yani resim yapmayı, makale yazmayı, okumalar yapmayı birinci plana koyarken; gezmeyi, eğlenmeyi, sosyal hayatı ikinci plana atıyorum. Çünkü aslında beni mutlu eden şeyler bunlar. Birçok insan, sosyal hayat için çalışmaktan feragat ederken ben çalışmak için sosyal hayattan feragat ediyorum; gönüllü ve isteyerek.

Çok sayıda öğrenci yetiştirmekte ve yıllar içerisinde bu gençlerimizin sanatsal ilerleyişlerine de şahit olmaktasınız. Türk sanatına sadece eserlerinizle değil, yetiştirdiğiniz genç sanatçı adaylarıyla da katkıda bulunmak nasıl bir duygu?

Elimden geldiğince ve gücüm yettiğince bildiğimi öğretme çabasında olan birisiyim. Bu, benim bir Akademisyen olarak asli görevim. Ben, öğrencisini biraz fazla sahiplenen bir hocayım. Bunun kötü yanı; öğrenme tamamlansın diye mücadeleye giriyorum. Benim için de öğrencilerim için de yorucu olabiliyor. Ancak uzun vadede bu yorgunluğun çok güzel geri dönüşleri oluyor. Bazı öğrencilerim öğretmen, bazıları akademisyen, bazıları Türk resim sanatında kendinden bahsettiren isimler oldular. Elbette ki bunlarla gurur duyuyorum ve çok mutlu oluyorum. Bu duygu, tam da kendi evladınızın mutluluğunu, başarılarını görmek gibi bir şey.

Eserlerinizde yıllar içinde süregelen bir değişim söz konusu. Figür odaklı bir yaklaşımdan, figürün sembolik düzeye indirgendiği, “imgesel sembolizm” tarafına doğru bir değişimi görmekteyiz. Değişmeyen taraf ise eserlerinizdeki romantik, duygusal atmosfer… İsmail Tetikçi’nin eserlerini nasıl okumalıyız?

Sanat tarihine bakıldığında resim sanatı konuları ve yapılış biçimleri belirgin değişimlere uğramıştır. Resim yüzeyinde insan figürü başlangıçta yüzeyi kaplayan, anıtsal bir anlayışla resmedilirken, Rönesans ve sonrasında konuların önem sırası değişmiş, bu da resmin yüzeyine yansımıştır. Önceden mitolojik, dini bir karakter önemliyken ve tanrı gibi resmedilirken, sonrasında günlük yaşamdaki insanlar da önemli olmaya başlamış, bu değişim yine resmin yüzeyinde de etkisini göstermiştir. Yüzeyde en önemli olgu figür iken zaman içerisinde peyzaj veya örneğin natürmort, yüzeyin kendisi olmuş, figür de bunların yanında daha az yer kaplayan bir öğeye dönüşmüştür diyebiliriz. Tüm bu süreçleri düşünerek tasarlamış olmasam da sanırım benim sanatımın evrim sürecinde de böyle bir değişim süreci söz konusu olmuştur. Ayrıca belirtmek isterim ki; çalışmalarımdaki romantizmin yanında sembolik bir realizm de var. Şöyle ki; gerçekte yeryüzüne biraz yukarıdan bakacak olursak insan, doğal olarak olabildiğince küçülür. Küçüldükçe de everen içerisinde bir ‘zerre’ gibi kalır. İşte bu ‘zerre’ asıl gerçek olan ve çokta düşünmediğimiz bir sembol, gerçekliği bize hatırlatır. “Hiç’lik”.

İsmail Tetikçi
İsmail Tetikçi

Son yıllardaki eserlerinizde tek bir insan figürü ve onun uzayan gölgesini sıkça görmekteyiz. Kimdir bu gölgesi büyük, kendisi küçük olan figür? Neyi temsil etmektedir?

Bütün insanların ve varlıkların kendi yaşamlarının bir serüveni ve yaptıklarının bugüne yansımaları var. Benim için eserlerim ve öğrencilerim işte bu gölgeler gibi. Herkes için farklı şeyler olabilir. Bu gölgeye, yaşarken bıraktığımız ‘iz’ veya ‘bizden geriye kalanlar’ da diyebiliriz. Bence insan yaşadıkça, işte bu gölge/iz de uzuyor.

Uludağ Üniversitesi G.S.F’ndeki göreviniz sebebiyle Bursa’da yaşamaktasınız. Ülkemizde sanat piyasasının merkezi olan İstanbul’da bulunmasanız da genellikle İstanbul’daki organizasyonlarda ve fuarlarda sizi sıkça görmekteyiz. Bu, ‘merkez-çevre’ engelini aşabilmiş bir isim olarak, ülkemizde, İstanbul dışındaki sanat piyasasının ilerleyiş hızını yeterli buluyor musunuz?

Tarih boyunca sanatın merkezleri olmuştur. Güç ve zenginlik neredeyse büyük sanat eserleri de oralarda çoğunlukla üretilmiştir. Bir dönem Bağdat, bir dönem Roma, Floransa, bir dönem İstanbul, yüzyılın başında Paris günümüzde ise en güçlü merkez New York gibi görünmektedir. Elbette bu merkezlerin dışında da sanat yapılır ve güçlü eserler de ortaya konabilir ancak ağırlıklı olarak dünyanın ve her ülkenin sanat merkezleri vardır demek de bir realitedir. Bizde sırası ile İstanbul, Ankara ve İzmir ülkemizin en önemli sanat merkezleri. Bursa, bu üç merkeze de oldukça yakın bir konumda. Ancak ne Bursa, ne de benzeri büyük bir kentimiz bu üç merkezde olduğu gibi bir sanat hareketliğine maalesef sahip değil. Olması gerekenden de az ve cılız kalmakta maalesef. Hatta sanat piyasası yok diyebiliriz.

Son olarak, pandemi sürecini nasıl değerlendirdiğinizi ve hayatın normalleşmesiyle beraber ne gibi projeleri hedeflediğinizi sorarak söyleşimizi sonlandıralım.

Öncelikle, bu musibet yüzünden acı çeken, sıkıntı yaşayan herkese ferahlık, hayatını kaybedenlerin yakınlarına sabırlar diliyorum. Bütün insanlığın bu beladan kurtulup huzur içerisinde yaşamasını diliyorum. Pandeminin başından beri benim hayatımda önemli bir değişiklik olmadı. Zaten hep, kendini bir yerlere kapatıp resim yapan, çalışan biriydim. Birçok arkadaşım da aynı durumda. Bunu konuştuğumuzda şöyle diyoruz; “biz zaten hep pandemi hayatı yaşıyormuşuz.”

Bizim için en önemli etkinlikler sanat fuarları, sergiler vb. bizi besleyen ve devam etmemizi sağlayan hareketlilikler ki şu an tüm bunlar yok oldu. Bunlar yok olunca sanat ortamı ve doğal olarak sanat diyalogları da azaldı. Dolayısıyla pandemi sonrası daha çok sanat etkinliğinin organize edilmesi en önemli beklentim diyebilirim. Bu arada, bu zorluklar içerisinde yine sergilere katılmaya, sergiler düzenlemeye elverdiği ölçüde gayret ettik ediyoruz. Tahminimce Şubat ayı içerisinde İstanbul, Bağdat Caddesi’ndeki bir galeride Kadir Ablak, Osman Akça ve benim çalışmalarımdan oluşacak, çok başarılı olacağını düşündüğüm bir sergimiz olacak.

Sorularınız ve sanatıma yer verdiğiniz için SanatOkur ekibine teşekkürlerimi sunarım…

Türkiye'nin En Büyük Sanat Haber Portalı, Güncel Sanat Haberleri, Sergi Rehberi, Sanatçı Portfolyoları, Sanat Üzerine Röportajlar