Westwood, Russell; Students in the Life Room, the Royal Academy Schools 1953.; https://www.royalacademy.org.uk/art-artists/work-of-art/O22561 Credit line: (c) (c) Royal Academy of Arts /

Yetenek Diye Bir Şey Var mı?

26 Mayıs 2024

Bugün özellikle bir sanatçıysanız çevreniz tarafından “yetenekli” olarak adlandırılırsınız. Kötü hissettiğimizde, olumsuzluklarla karşılaştığımızda da “ben yetenekliyim” diyerek kendimizi özel hissederiz. Doğuştan şanslıyızdır. Çünkü başkalarına göre bazı konularda doğuştan daha iyiyizdir. Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girebilmişizdir. Çünkü adı üstünde yetenek sınavını geçmişizdir. Bazılarından doğal olarak özelizdir. Peki bu gerçekten öyle mi? Bu yazıda “yetenek” kelimesinin ve bu kelimeye sığınmanın sıkıntılı taraflarından bahsetmek istiyorum.

” Param olduğunda, benim de son derece orijinal biri olduğumu göreceksiniz. Paranın en bayağı, en iğrenç yanı insana yetenek bile verebilmesidir. “

Dostoyevski

Gündelik hayatta kullandığımız yetenek kelimesini ele alıp üstüne yetenek diye bir şey yok dediğimde “saçmalama tabii var, bazıları yeteneklidir, bazıları yeteneksiz” diyenleriniz çok olacaktır. Konuya girerken Alâeddin Şenel’in “Yaratıcılığın ve Sanatın Biyolojik Evrimsel Kökleri” adlı makalesine başvurmak istiyorum. Şenel, konun anlaşılması için ilk olarak “yeti” ve “yetenek ayrımını yapar. Yetenek kültürel evrim ile kazandığımız özelliklerdir. Yeti dediğimizde ise biyolojik evrimle kazandığımız özelliklerimizi kastederiz. Örneğin evrimsel süreçte türümüz başparmaklarını daha etkili kullanarak cisimleri daha iyi kavrama yetisi… Ya da beynin evrimi ile daha karmaşık problemleri çözebilme yetisi.[1] Bu süreçlerin sonunda insan icat yapabilme ve konuşabilme yetilerine sahip bir türe dönüşür. Ama insan bebeklerine baktığımızda hiçbiri icat yapmayı bilerek veya bir dil konuşarak dünyaya gelmez. John Locke’un meşhur sözü “tabula rasa” sözünü çoğumuz biliriz. İnsanın zihninin doğuştan beyaz bir sayfa olduğunu bize aktarır. İnsan yetileri kültürel aktarımla öğrenir. Böylece yetiler yeteneklere dönüşmüş olur. John Locke’tan hareketle psikolog B.F. Skinner’ın da; “Bana on bebek verilse, herhangi birini müzisyen, birini fizikçi; birini matematikçi, birini edebiyatçı, birini hukukçu vb. yetiştirebilirim”[2] diyerek bu durumun altını çizer. Yani bizim, bugün yetenek dediğimiz kültürel evrimde edilen bilgileri biyolojik evrimde edindiğimiz yetileri kullanarak gerçekleştirmemiz olarak özetlenebilir. Bir çocuk ressam olarak doğmaz, kültürel birikim ve öğretiler onu ressam yapar. Tabi fırça tutabilme yetisini yeteneğe çevirmesi gerekir. W.H McNeil  “İnsanın davranışları, bireylerin DNA moleküllerinin insana hayranlık veren düzenekleri yoluyla biyolojik olarak kalıtımla edindikleri herhangi bir şeyden çok daha fazla onların toplamda öğrendikleri şeylerle yönetilmeye başlandı. Kültürel evrimin öncülüğü biyolojik evrimden almasıyla, insanın tarihi başlamış oldu”[3] diye aktarır. Yani bugün yetenekten bahsettiğimizde de insanın kültürel evriminin birikimi ve onun aktarımı büyük oranda söz konusu oluyor. Genellikle doğal bir beceri olarak tanımlanan yetenek, kültürel eğilimlerin, hareketlerin ve yeniliklerin şekillenmesinde önemli bir rol oynar. Tersine, bir toplumdaki kültürel uygulamaların ve inançların aşamalı gelişimi ve dönüşümü olan kültürel evrim, yeteneğin beslenmesini ve tanınmasını etkiler.

Peki bugün yetenek denildiğinde neden doğuştan gelen bir ayrıcalıktan bahsediyormuşuz gibi algılanıyor? İnsanın tarihsel süreçte sınıflı toplumlara geçmesinden itibaren bir yaratıcı özne arayışı içinde olduğunu görüyoruz. İnsanlar ilk olarak “yaratma” eylemini bir yüce varlığa atfetmişlerdir. Çünkü yoktan var eden insandan daha üstün bir varlık olmalıydı. Yaratma eylemi sırasıyla tanrıdan din adamlarına, rahiplere ve aristokratlara geçti. Sıradan insan öznesi yaratmaya kadir değildi. Yaratma ve yetenek sadece belli ayrıcalıklı bir sınıfın elindeydi. Aydınlanma ile birlikte 18. yüzyılda tanrı öldü ve yerine tek yaratıcı özne olarak insan geçti. Ama bu yine yetenek ve yaratma edimi belli bir sınıfın elindeydi. İnsan doğuştan yetenekli olamazdı. Yetenekli olması için belli ekonomik ve kültürel sermayeye sahip olması gerekirdi. Bu da sınıfsal bir olguydu. Sınıfsal olarak orta ve üst sınıftan olan bir ailenin çocuğu küçüklükten müzik eğitimi alabilecek ve yetenekli olabilecekti, ama alt sınıftan gelen bir ailenin çocuğu doğuştan yetenekli olmaya hakkı olmayacaktı.

Yetenek, tutarlı uygulama ve çabayla geliştirilen bir beceridir. Spordan akademisyenliğe kadar çeşitli alanlarda pratik ve çaba, becerilerin zaman içinde geliştirilmesinde çok önemli bir rol oynar. Örneğin, kendilerini antrenmanlara ve tekniklerini geliştirmeye adayan sporcular sıklıkla yeteneklerinde önemli ilerlemeler görürler. Ünlü atasözü, “Uygulama mükemmelleştirir” doğrudur, çünkü herhangi bir alanda başarılı olmak için sıkı çalışma şarttır. Sürekli uygulama yoluyla bireyler seçtikleri alanda ustalık kazanabilir ve bu da yeteneklerin geliştirilmesinde çabanın gücünü ortaya çıkarabilir. İyi bir ressam, iyi bir müzisyen çok çalıştığı için yeteneklidir.

Sonuç olarak, bugün, birine doğuştan yetenekli demek bizi sosyal darwinistçi ve faşist bir yere götürebilir. İnsanın doğuştan hakkı olan yetenek olma kavramı çok özel bir durummuş gibi davranılırsa, varacağımız yer hiç de iyi olmayabilir. Bence olgulara sınıfsal eksende bakmak bizim daha iyi bir görüş açısı sağlayacaktır. Bugünün yaratıcı öznesi olarak sanatçılar da belki bu perspektiften bakarsa bizi daha mütevazi bir dünyaya taşıyacaklardır.


[1] Başka Bir Sanat Mümkün mü? Patika Yayınları, 2019 ,s.22
[2] K.L. Stevenson(1974), Seven Theories of Human Nature, s.106
[3] W. H. McNeil (2013) Dünya Tarihi, İmge Kitabevi

Emin Çelik

Üretimleri genel olarak heykel, enstalasyon ve video odağında olan bir sanatçıdır. Aynı zamanda güncel sanat alanında çeşitli yazılar yazar.

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. Ben güzel sanatlar lisesine gidiyorum. Fakat okula girerken bile doğru düzgün bir eğitim almadım, okulun sınavına girmeye sınavdan 3 gün önce karar verdim.Ailemin ne çok parası var ne de toplumda yüksek bir statüsü.Sıradan memur çocuğuyum. Okula girebildim ve girdiğimde o çok eğitim almış olan sınıf arkadaşlarımın çoğunluğunun teknik açıdan benimle aynı seviyede hatta benden kötü çizdiklerini gördüm. Yaratıcılık ise kendime en güvendiğim konuydu zaten.
    Fakat okula girdiğimden beri neredeyse hiç çalışmadım. Sanatı teknik olarak ele almanın beni kötü etkileyeğini düşündüm. Bu yüzden içimden geldikçe çizmeye çalıştım. Hiç gerilemedim hatta çoğu zaman daha iyi çizdim. Şu an yaptığım hayatımdaki 2. Tuval ile her gün resim çizen, haftada bilmem kaç saat kursa giden ve tahminimce 20-30 kadar tuval yapmış birkaç arkadaşımdan daha iyi yaptığımı söyleyebilirim. Yani kısacası resmin teknik kısmında herhangi bir çabam çalışma disiplinim yok. Kendime çalışkan diyemem. Bu durumda ben yetenekli oluyor muyum olmuyor muyum? Çalıştıkça kazanılan bir şey ise kazanacak son kişi olabilirim.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Selin Sümbültepe
Önceki

Selin Sümbültepe’nin Yeni Şarkısı “Derbest” Yayında!

Kerstin Ekman
Sonraki

Kerstin Ekman “Kurt Olmak” Gutenberg Etiketiyle Raflarda!

Kaçırmayın!

Aniden

İstanbul Modern Sinema’da “Biz de Varız!” 11 Ocak’ta Başlıyor

İstanbul Modern Sinema’nın Türkiye sinemasından en yeni filmleri bir araya
Art Show: Galeriler Buluşması

Art Show: Galeriler Buluşması

24 çağdaş sanat galerisinin bir araya gelerek organizasyonunu üstlendiği, 20