Hayatı Aşkla Yaşayanların Kitabı: “Kokunun İzi” // Nil Has

25 Ekim 2022

“Kokunun İzi”, aşksızlıktan harap olan bir dünyada, bir nebze de olsa aşkı ve sevgiyi hatırlatmayı dert edinmiş bir kitap. Aşk olmadan olmuyor gibi. Aşk varsa çözülmeyecek sıkıntı, tasa yok gibi. Bizleri bir arada tutanın bağı aşktan geliyor gibi. “Kokunun İzi” tam da aşkı yücelten ve yoldaki çakılların aşkla yontulduğu ve gidene engel çıkarmadığını bize hissettiriyor.

Gökhan Dağıstanlı “Kokunun İzi” kitabında aşkı yüceltirken mektup yazma eylemini tekrar hatırlatıyor ve Y ve Z kuşaklarından önce doğanlarımız için nostaljik bir okuma da sağlıyor. Unuttuklarımızı hatırladığımız, kendimizi yazarak ifade ettiğimiz, içimizi döktüğümüz o mektuplar kilometrelerce dert, mutluluk taşıdılar. Şimdi de Gökhan Dağıstanlı‘nın kaleminden yeniden aşkla yoğurulan satırlara geri dönüyoruz.

“Kokunun İzi”nin aklımda canlandırdıklarıyla, okurken hatırlattığı hislerle zihnimde oluşan soruları Gökhan Dağıstanlı cevapladı.

Kitap linki için tıklayınız.

Gökhan Dağıstanlı
Gökhan Dağıstanlı

Mektuplardan oluşan “Kokunun İzi” adlı derleme kitapta okuyucuyu ne bekliyor?

Hemen her insan aşık olur ve aşk peşine takar insanı. Kimi zaman bir süreliğine hayatının en mutlu anlarını kazırsın hafızana, kimi zaman sonunu göre göre gidersin, öldürmese de yara bere içinde bırakacak bir uçuruma. Bazen yokluğuna bazen varlığına hayıflanır insan aşkın. Bazen şartlar uymaz bazen huylar bırakmaz ilişkinin yakasını. Her ne kadar mutlu olmak yatsa da niyetinde iplerin tamamen elinde olmadığı bir oyunda -hayatın kendisi de böyledir- mutlu olmak, beklentisizliği başarabilmekle de alakalı biraz.

“Kokunun İzi” kitabımda aşık olup tökezleyen, özleyen, üzülen, sevinen, mutlu olan, kahrolan ve kısacası hayatı aşkla yaşayan bir insanın olaylar karşısındaki duygu durumunun şiirsel bir dille aktarımını bulacak okuyanlar. Bu tek başına yetmez elbet. Asıl önemli olan, bu duygu durumlarının çoğunun herkes tarafından yaşanmış olmasıdır. Yani kitabımı okuyanları belki bir kez belki defalarca yaşadığı değişik duygularla bir kez daha yüzleştireceğimi düşünüyorum. Kitabın dilinde hüzün olduğu düşünülse de ben şifalandırıcı olduğunu düşünüyorum. Hüzün aktarıldıkça dinen bir şeydir biraz da.

Kokunun İzi ile bir zamanların en kıymetli ve en duygusal iletişim aracı olan mektuplaşmak tekrar aklımıza geldi. Bir dönem kilometrelerce öteye özlemi, öfkeyi, sevinci, sıkıntıyı taşıyan mektuplar yazıldı. Kitaba hakim olan mektuplarla hikâye anlatma biçimini tercih etme sebebiniz nedir?

Bir insanın karşısındaki insana, onun doğrularından ya da düşüncelerinden, ihtimal bazı tepkilerinden -bu üzüntü olabilir, kırgınlık ya da kızgınlık olabilir- etkilenmeden tüm duygularını en net şekilde ve tek parça hâlinde aktarabilmesinin en güzel yolunun mektup olduğunu düşünüyorum. Günümüzde telekomünikasyonun teknolojiye paralel şekilde gelişmiş olması görüntülü konuşma dahil birçok daha işteş imkânı sunsa da mektubun dürüstlüğüne ve baskısızlığına çok inanıyorum ben.

Bu kitabın 2017 ile 2019 yılları arasında KAFA Dergisi’ndeki yazılarınızın yeniden derlenmiş hali olduğunu biliyoruz. Nasıl oldu da bu konular Kokunun İzi’ne dönüştü?

Zaman geçti. Yavaş yavaş kulaklarımdan sesler, gözlerimden görüntüler silindi. En uzun soluklu hafıza burundaymış meğer. Kitaptaki mektuplardan bir tanesinin başlığıydı “Sillage”. Fransızca kökenli bu kelime, kokunun bıraktığı iz demek. Kitabı bitirdiğimde baktım ki onca yaşanan şeyden geriye kalan ne varsa insanın burnunda sanki. Bazen bir koku bazen genizde bir yangın. Bu yüzden kitabın adı “Kokunun İzi” oldu.

Kendinizden “Dev gibi şairleri sevdim” şeklinde bahsediyorsunuz ve bunu cümlelerinizde şiirsel anlatım biçimiyle destekliyorsunuz. Peki “Dev gibi şairler” kimler? Kokunun İzi kitabınıza etkileri nedir?

Dev gibi şairleri sanırım sizler de biliyorsunuz. Ancak neden anmayalım değil mi? Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Ece Ayhan, İlhan Berk, Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Attilâ İlhan benim en sevdiklerim. Ancak onların bu kitaba etkilerini nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Annemin, babamın, ablamın, yakın arkadaşlarımın karakterimin gelişimindeki etkisi neyse öyle bir şeydir diye düşünüyorum.

“Kokunun İzi” kitap kapağı
“Kokunun İzi”

“Kokunun İzi” kitabının kapak tasarımında bir zarf içinden dışarı taşan kurumuş çiçekler görüyoruz. Sanki hikâyelerinizin hissettirdiği kırılganlık, naiflik, ağırlık ve sertlikle dolu hikâyelerin aşkla örülü olması gibi dirençliler. Kapak tasarımı, bir mektubun karşı tarafa gittiğinden emin olduktan sonra gelen belirsizlik ve beklenti hâlini anımsattı. Kapak tasarımı için siz ne düşünüyorsunuz?

Kapak tasarımı her zaman zor bir konu oldu. Özellikle benim tasarım yorumlama gözüm çok zayıf olduğu için nadiren fikir sahibi olabiliyorum bu konularda. Ancak “Kokunun İzi” kitabımın tasarımı bana yayınevinden ulaştırıldığında kapağın, içeriği çok iyi anlattığına derhal ikna oldum. Benim içime sindi açıkçası. Bu mektupların ortak özelliği bir cevap beklentisiyle yazılmamış olmaları diyebilirim. Belki de cevapları çoktan alınmış ya da öngörülebilen soruları var bu mektupların. O yüzden ben kapağa baktığımda tasarımda cevaptan çok mektubun içeriğinin tasvir edildiğini düşündüm. Kurumuş çiçek bir yandan da artık korunan bir çiçektir. Kaybedeceği hiçbir şey kalmamıştır ve hâlâ çiçektir. Bu müthiş bir cesaret doğurur diye düşünüyorum. Bu cesareti kendimde de görüyorum sanırım.

“Kokunun İzi”ni okurken karşımızda yaşamın anlamını aşkta arayan bir yazar olduğunu anlıyoruz. Aşka inancınızın yüksek olduğunu bilerek şunu sormak istiyorum: Aşkı farklı konular üzerinden çeşitlendirirken “aşk”a inancınızda değişim hissettiniz mi? Aşk kelimesinin kavramı ve hissettirdikleri üzerine yoğunlaşmak nasıldı?

Aşk kavramına bakışım her gün biraz değişiyor aslında. Yaş aldıkça tüm duygulara biraz daha dingin biraz daha sakin yaklaşıyor insan. Bu da bir nevi kanıksamaysa eğer ne yazık. Ancak sistem böyle çalışıyor işte. Ancak bu aşktan vazgeçmek demek değildir. Zaten bu mümkün de değildir. Hiç kimse hayatında tanıdığı en yoğun duygudan vazgeçemez kanımca.

Zaman geçtikçe aşkın çok da sağlıklı bir duygu olmadığına inanmaya başladım aslında. Kendinizi iradenizle yönetemediğiniz bir duygu durumundan bahsediyorum çünkü. Hani gün nerede başlarsa başlasın onun yanında bitsin arzusu… Hani uzakta alınan nefesin yarımlığı… Hani uykunun ortasında uyanıp onu huzurla uyurken görünce cennete düşmek… Bunlarla yaşamak çok güzel de kolay mı? Bunu bıkkın bir ruh hâliyle söylemiyorum. Sadece bu duyguyla yüzleşiyorum. Bu konuda kesin bir yargıya ulaşmak fazla tanrısal bence. O yüzden Nâzım’ın söylediği gibi: “Nasıl ve nerde olursak olalım, hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak!”

“Kokunun İzi”nde hep aşk dolu mektuplar olduğundan bahsediyoruz. İçinde aşk olmasaydı bu kadar çok mektup yazabilir miydiniz?

Benim bir duyguya ihtiyacım var mektup yazabilmek için. Aşk sadece bir örnek olabilir. Mutluluk, kırgınlık, özlem, kızgınlık, ümit etmek, umutsuzluk, şaşkınlık, korku, sevinç, huzur… Bu ve benzeri duyguların hepsi mektup yazmak için son derece yeterli duygular. Mektup eski zamanda yegâne iletişim metodu olduğundan insanlar mektuplaşmak için özel bir duygu durumunda olmayı beklemiyorlardı. Şimdiki zamanda önemsediğiniz bir insana telefon açıp, sadece sesini duymak gibi düşünebiliriz bunu. Günlük, sıradan hikâyeleri aktarmak, hâl hatır sormak, kendini anlatmak, bir derdi kağıda döküp birlikte omuzlamak, bir sırrı paylaşmak. Kısacası yaşam sürdükçe mektubun konusu bitmez.

İlk yazdığınız mektubu hatırlıyor musunuz? Mektup yazmak ve hayatınızdaki kıymeti üzerine neler anlatırsınız?

İlk yazdığım mektubu hatırlamıyorum ama sanırım lisedeyken aşık olduğum kız arkadaşıma yazmıştım. Sonra yıllarca hep mektup yazdım. Anneme, babama, ablama, arkadaşlarıma, kız arkadaşlarıma… Hep mektup yazdım. İçimdekileri kesintisiz aktarma telaşı sanki. Konuşurken duygusallığımın bana izin vermeyeceği noktalarda elim hep bir kâğıt kalem aradı. Mektup yazmak bana hissettiklerimi çekinmeden, üzülmeden ya da daha cesur olayım; korkmadan anlatabilme imkânı sundu. Bugün de aynı şeyler tam olarak geçerli.

Nil Has

1988 doğumlu, Sanat ve Kültür Yönetimi mezunu, sanat ve kültür meraklısı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Kaçırmayın!

Anton Çehov

Behçet Necatigil’in 60 Yıl Önceki Çevirisi Gün Yüzüne Çıkıyor: “Vanya Dayı”

Behçet Necatigil’in Anton Çehov’dan çevirdiği Vanya Dayı adlı oyun, 60 yıl sonra

Nurullah Berk kimdir?

Nurullah Berk (d. 22 Mart 1906 İstanbul -ö. 9 Ocak