Entelektüel kelimesinin kökeni Latince “intellectus” yani “anlamak” sözcüğüne dayanır. Günümüzde ise; kapsamlı bilgi ve birikim gerektiren soyut konularla derinlemesine ilgilenen kişiler, kültür – sanat konularında uzman kabul edilen, bu konulardaki bilgi birikimi kültürel bir otorite olmasına olanak sağlayan ve toplum karşısında çeşitli konularda değerlendirmeler yapan bireyler için kullanılan bir sözcük olarak karşımıza çıkar.
Platon ve Aristo ilk entelektüellerden kabul edilir. Ancak, entelektüelin tam anlamıyla doğuşu Ortaçağ’da kentleşmeyle beraber gelişen ticaret, endüstri ve zanaat gruplarıyla beraber ortaya çıkmıştır. Rönesans’tan günümüze ise filozoflar, bilim insanları ve sanatçılar bilgileriyle toplumları değişime uğratmışlar.
Mesleği yazmak, öğrenmek veya ikisi birden olan kimseler hocalık ve bilginliği profesyonel olarak tercih eden bu kişiler kısacası entelektüeller ancak kentlerin tam anlamıyla kurulmasıyla ortaya çıkabilmişlerdir.
“Yeniyi yapmak, yeni insan olmak” ile ilgili 12. yüzyıldan beri entelektüeller çok canlı bir heyecana sahiplerdi. Nitekim 16. yüzyılda “Yeniden Doğuş” kavramı bir devrin temelini oluşturdu. Rönesans entelektüellerinden en heyecan verici grup, şüphesiz sanatçı grubuydu. Bu grup içerisinden birkaç usta ismi ele almadan geçmek haksızlık olacaktır.
Leonardo da Vinci (1452 – 1519), Rönesans’ın en bilindik sanatçılarındandır. Eserleriyle Rönesans sanatını doruğa ulaştırmıştır. Floransalı ressam ve heykeltıraşlardan olan Andrea del Verrocchio’nun atölyesine girdiğinde 14 yaşındaydı. Uzun süre Verrocchio ile beraber çalıştıktan sonra kendi bireysel siparişlerini almaya başladı. Zihni dağınık ve çok meraklı olan Leonardo, kesintisiz tek bir konuya odaklanamaz aynı anda farklı farklı pek çok şey araştırırdı. Ressamlığı ile ün yapmasının yanı sıra, bilim insanı, mucit, matematikçi gibi sıfatlarda kendisine atfedilmişti. Özellikle icat ettiği veya çizdiği makine çizimlerinin öncülük ettiği alanlar mevcuttur. Dahiliğin verdiği yetkiye dayanarak epeyce odaklanma güçlüğü çeken Leonardo’un dillere destan Mona Lisa’yı bitirmesi yıllar sürmüştür. Onu tüm seyahatlerinde yanında taşıyıp kendisine bir eşlikçi yapmıştır.
Michelangelo Buonarroti (1475 – 1564), heykeltıraş, ressam, mimar ve şair derken dönemin en huysuz sanatçısı unvanını da elde etmişti. Sistine Şapeli’ndeki freskleri, Davud heykeli, Pieta heykeli gibi efsanevi işleri sanat dünyasına kazandırmıştır. Eserlerine imza atmayı sevmez, eleştiriyi asla kabul etmez ve sürekli çalışırdı. Yaptığı bir heykeli eleştiren bir kilise görevlisinin sözlerini öfkelendiği için “Son Yargı” isimli eserinde bu görevlinin suretini cehennemde yaşayan bir yaratık olan Minos figürü üzerine işlemiş ve intikam almıştı.
Sandro Botticelli (1445 – 1510), Rönesans resim sanatının gelişmesinde önemli katkıları olan sanatçılar arasındandır. Delilik sınırına ulaşacak kadar kaygılı olması eserlerindeki detaylara yansımıştır. İlkbahar adlı eserinde 500 farklı çeşit bitki türünü arka planda resmettiği söylenir. Zarafet takıntısı olduğu bilenen Botticelli, bu takıntısının bir ürünü olarak tüm eserlerini kendine özgü, şiirsel bir hava içerisinde aktarmıştır. Güzelliğe tutkusu olduğu için anlattığı her sahnede güzellik unsuru ön plana çıkmıştır.
Hepsini saymanın mümkün olmadığı nice dahi, yetenekli pek çok sanatçı ve bilgin yaşamış yüzyıllar boyunca zaman hızla akıp geçmiş, onlar sayesinde şehir siluetleri oluşmuş, akımlar ortaya çıkmış, icatlar gelişmiş ve daha nice birbirini takip eden şey var olmuştur. Kavramlar ve yaşam tarzları her dönem pek tabi değişmiştir. Değişim kaçılmaz bir ihtiyaç nihai bir sondur. Ama bir kırılma var ki, asla ilk hali ile kalmamış insanların diline yer etmiş ancak pek çoğu için vücut bulmamış sadece yapılan veya yapılmayan tüm eylemlere bir zırh olmuştur.
Modernizm ya da Çağdaşlık, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Batı toplumunda sanayileşme, kentleşme ve teknolojik gelişmelerle beraber gelen değişimlere bir yanıt olarak ortaya çıkan kültürel ve sanatsal bir harekettir. Modernizm nasıl oldu bu kadar anlam değiştirdi? Yeniden şehir siluetleri kuran Rönesans entelektüellerinden, bar taburesinde otururken tüm değerleri yıkan modernizm bohemlerine nasıl evrildik? Oysa Kendini bohem olarak adlandırılan bir kişinin tek kaygısı sanat ve öğrenmektir. Bu kimseler hayatlarını günübirlik yaşar ve kısmen de bu sebeple çoğunlukla finansal açıdan zor durumda bulunurlar. Kendilerini modern ve bohem olarak adlandıran bu yeni grup tam olarak hangi dönemin bohemi? Sanat ve öğrenme ilişkisi asla barındırmayan yaşam tarzlarının hangi evresi bohem veya modern. Leonardo ve Boticelli bir yerde oturmuş sadece şaraplarını içiyor ve günübirlik yaşıyor olsaydı bu onları bile bohem yapmazken, şimdi sadece bir kelimeyi cümle içerisinde kullanmak bizleri nasıl üretken, yaratıcı veya farklı yapabilir? Oysa meselenin özü kavramları benimseyip gerçekten yaşam tarzına dönüştürebilmekte. Tüm kalbimle inanıyorum ki, Rönesans entelektüellerine karşı modern bohemler müsabakasında durum: 1-0 !