Gong, Filiz Bozkuş Al tarafından üç hazine dansı temel alınarak tasarlanan benim de defalarca izleme fırsatı bulduğum bir dans tiyatrosu. Bir büyüme hikayesi kendi deyimiyle. Üç hazine geleneği yani Japonca ismiyle Mikusano Mitakara, kadim Japon şaman geleneği olan bir öğreti. Kazuo Ohno da bu öğretiyi temel alarak dans eder ve butoh dansının da temelinde bu gelenek yer alır. Üç hazine dansı kısa bir özetle bedeni ve ruhu şifalandırmayı amaçlayan, bu nedenle de seyirciyle bu şifalanma üzerinden bağ kurmaya odaklanan bir dans.
Sahnelemeyi anlatmak gerekirse eserde herhangi bir dekor ya da nesne kullanımı mevcut değil. Filiz tek başına sahnede ve sade kıyafetler içinde başlıyor performansa. Işık ve ses dışında da bir eşlikçisi olmuyor oyun boyunca. Işık ve ses performans boyunca bizi eserin ilk bölümünden son bölümüne kadar yönlendiriyor. Yer yer müziklerle yer yer ışık tasarımıyla bir bölümden diğerine geçiyoruz.
Gong bölümlerden oluşan bir eser. Bu bölümler, öğretinin de temel aldığı döngü fikrini benimseyerek keşfetme, tanıma, bulma ve kaybetme olarak insan hayatının ruhsal döngüsünü doğumdan itibaren dramatik yapıyla sahneleniyor. İnsan doğuyor, büyüyor, büyürken yolunu bulmaya çalışıyor, iradesini kaybediyor, kendi içinde kayboluyor ve sonrasında fark ederse eğer yeniden keşfediyor. Yani bir bakıma yeniden doğuyor. Eser bu anlamda insanın iç yolculuğuna bir ışık tutuyor.
Öncelikle eser tek kelimeyle sade. Işık ve ses dışında bir tasarım içermeyen oyunda eyleyen tek başına. Kostüm oldukça basit ve sade. Boş bir sahnede sahnelemenin tek projektörü Filiz’in bedeni. Bu sadelik aslında seyirciyle dans arasında samimi bir ilişki kurulmasına yarıyor. Bu eser gerçekten o anda o mekanda tasarımın ötesinde bir iletişim kuruyor seyirciyle. İnsana yer yer kendini hatırlatan, yer yer duygulandıran ve yer yer harekete geçme arzusu uyandıran türden güce sahip bir iş Gong. Bu anlamda Kazuo Ohno’yu izlerken hissettiğim duygusal etkiyi hissediyorum Filiz’i izlerken. Ve her izlediğimde de bana ayaklanma itkisini veriyor. Seyirciyle bu denli bağ kurabilen bir işi izlemek son zamanlarda pek olası değil. Ancak bu sadeliğin getirdiği bir de bir takım aksaklıklar da var.
![GONG, Filiz Bozkuş Al](https://sanatokur.com/wp-content/uploads/2025/01/filiz_bozkus_al_gong.jpg)
Filiz’le konuşma fırsatı bulduğumda Gong’u tamamen tasarımsal bir eser olarak ortaya koymak istemediğini anlamıştım. Belki gereğinden fazla yapılan tasarımın samimiyeti yok edeceğini düşünüyordu. Belki de anlamayı ve bağ kurmayı batıcıl anlamda her şeyi kutularla ifade etme ve düşünme sürecinden çıkarmak istiyordu. Üç hazine zaten kadim bir gelenek. Batıcıl anlamda anlama uzun bir tartışma fakat her şeyi entelektüel ifadelerle biçimlendirmek ve kavramsallaştırarak anlamaktansa belki de insana özgü bir deneyimle bağ kurulmasını istiyor diye düşünüyorum. Ben de bu fikre aslında katılıyorum. Tabi ki her eser hem kolektif hem de kişisel bir bilince hitap ediyor. Kavramlarla düşünüyoruz. Bundan ne ölçüde kaçılabilir bilemem. Ama kolektif hafızamıza ve pan-human deneyimimize hitap eden, oraya seslenen ve dokunan belli parçalar olmadıktan sonra üç hazine dansıyla bir eser sahneye koymak da pek mümkün değil. Buradaki mesele anlamak da değil.
Gong eseri yaratanların da deyimiyle üç hazine geleneğinin kendisi gibi ruhu şifalandırmayı amaçlıyor. Ama bu haliyle oldukça gündelik bir meseleyi de işaret edebiliyor. İnsan olmak gibi. İki ayrı katman var eserde . Bir tanımlı parçalar yani daha teatral bir anlatı, bir de üç hazine dansı. İki katman soru işareti oluşturmadan birleşmiyor. Teatral bölümlerden üç hazineye geçtiğinde üç hazine mimiği bazen kafa karışıklığı yaratıyor insanda. Neden böyle bir mimik tercihi olduğunu sorguluyorsunuz. Çünkü üç hazine öğretisinde yüz devre dışı bırakılmıyor. Aktif bir halde o da hareket ediyor. Bu nedenle tiyatronun ifade etme biçiminden farklı bir yerde kalıyor. Bu öğretiyi bilmeyenler için mimikler anlamsız bir hale gelebiliyor.
Metni ve olan biteni takip etmek zor değil. Hepimizin içinde yaşadığı kaybolmuşluğa dokunuyor Gong. Bunu da dramatik yapısını oldukça sade tutarak yapıyor. Eseri başından sonuna yakalamak ya da bağ kurmak zor değil. Buradaki kafa karışıklığı bahsettiğim iki parçanın birbiriyle tamamen uyum içinde seyretmiyor oluşu.
Sahne kocaman bir alan. Biz tüm anları, tüm evreleri, olan biten her şeyi kocaman sahnenin içinde sadece ve sadece Filiz’in minicik bedeninde görüyoruz. Oysa beden kadar bedenin dışındaki alanlar da anlatıya dahildir. Oradaki uzamı ve o uzamın yaratım gücünü sadece estetik tasarıma indirgemek doğru gelmiyor bana. Yani bedenin ötesini sahne imkanlarıyla hareket bazında tasarlamak sadece bir estetik meselesi değil. Dekor, makyaj, kostüm, floor pattern vs. gibi akla gelebilecek unsurlar da hareketin pekiştirici bir parçası olabilir pekala.
Beden kadar alanda da bir hareket olmalı. Ve bu tasarlanmış bir hareket örüntüsü olmadığında insan doğaçlama bir performans izliyormuş hissine kapılıyor. Biz zaten konsensus olarak tasarlanmış bir eser izlediğimizin bilincindeyiz. Eseri samimi yapan tasarıdan uzaklaşmak değil performe edenin samimiyeti ve o samimiyeti projekte edebilme becerisi. Bu yüzden basit ama etkili uzamsal alegoriler işin samimiyetini ve teatral imkanın tek başına kurma yükü altına girdiği anlatıyı destekleyecektir. Bu haliyle anlatı sadece oyuncunun performansı ve müziklerin tasarımına dayanmış olarak kalıyor.
Sahnede her şey esere hizmet etmeli deriz. Bu fikre her zaman katılırım. Bu nedenle herhangi bir sanatsal eserde her şey temeldeki fikre hizmet etmeli. Bunun dışında kalan ve sadece estetik olarak ortaya konulan unsurlar anlatıyı güçlendireceği yerde anlatıyı gölgeler. Bu da eserle seyirci arasında kurulması gereken iletişimi sekteye uğratır. Bu nedenle ben de Gong için sadece estetik kaygılarla yapılacak bir tasarım taraftarı değilim. Zaten ekibin de böyle tasarım yapmasını beklemiyorum.
Filiz, Gong’dan öncesinden de bildiğim çok iyi bir oyuncu, çok iyi bir beden. Hareket ettiğinde yarattığı imgelem ve uzam yadsınamaz. Ancak Gong iletişim konusundaki gücüne ve Filiz’in performansına rağmen çoğu zaman sahnelenmiş bir eserden çok doğaçlama bir performans hissi uyandırıyor bende. Sonra şu soruyu soruyorum: Üç hazine dansı ne tür metinleri seyirciyle paylaşabilir? Bunun bir limiti var mı? Çünkü üç hazine ile üretilen eserler bu sadelikte kalacaksa gelenek, sahnenin imkanlarına izin vermiyor konumda kalıyor. Yani ışık, ses, dekor, floor pattern, kostüm, makyaj gibi tasarılar işin içine girerse üç hazine dansı kendi başına kurduğu iletişim becerisini yitirecek mi? Benim savım bunun aksi yönde olacağı. Çünkü iletişim kurma kabiliyeti dansa değil dansı icra edene ait aslında. Gong’un seyirciyle bu kadar iyi bağ kurmasının sebebini sadece üç hazine geleneğinin ruhani yapısına bağlayamayız. Kuşkusuz ki Filiz’in icracılıktaki yeteneği ve bu eseri yaratırken tüm samimiyetini ortaya koyuşu bizi etkileyen unsur.
Belki bu eser özelinde değil ama sonraki eserlerde göreceğimiz iyi kurgulanmış ve sahneye konulmuş herşey bizi eserden uzaklaştırmayacaktır. Bu yüzden Filiz’i sahnede başka tasarılarla başka işlerle görmeyi çok isteyerek çıkıyorum oyundan her defasında. Ekibi samimiyetlerinden ve aradan geçen onca zamana rağmen üretme arzularını kaybetmediklerini bizimle her defasında paylaştıkları ve bize de umut oldukları için tebrik ediyorum.