Leyla Gencer
Leyla Gencer

Referansı Kendisi Olan Bir Sanatçı: Leyla Gencer

13 Ocak 2025

 “Operacı olabilmek derin, hem de çok derin bir ihtirastır!” demiş referansı  sadece kendisi olan bir sanatçı. O hanımefendi ki yirminci yüzyılın en muhteşem sopranolarından biri olarak tarihe geçmekle kalmayıp bu sanata gönül verenlerin yüreğine de adını altın varaklı harflerle işlemiş Leyla Gencer’den başkası değildir.

Bilindiği üzere bu yıl 81. Venedik Film Festivali’nde seyirciyle buluşan ve bir diğer efsanevi opera sanatçısı Maria Callas’ın hayat hikayesinin konu edildiği biyografik drama filmi Maria, Soprano’nun Paris’te herkesten uzak geçirdiği hayatının son yıllarına odaklanırken Aristotle Onassis ile yaşadığı aşka da ışık tutmaktadır. La Divina’nın birçok eleştirmen tarafından kabul gören bel canto tekniğini, geniş sesini, dramatik performanslardaki kusursuz yeteneğini tartışacak ya da kıyas çerçevesinde ele alacak değilim. Yine de üzerinde durmak istediğim iki nokta var: Birincisi, yüzde tebessüm bırakan cinsten bir tesadüf diyebilirim. Yıllar önce dönemdaşı Gencer’le yanyana anılan bu şahane sesin günümüzde ele alınan yaşam öyküsünde bu sefer de kıymetli oyuncumuz Haluk Bilginer’in yer alıp kendisi gibi İzmir doğumlu Onassis’i canlandırıyor olması. Diğeriyse, ki en çok dillendirmek istediğim noktadır, opera icracıları arasında unutulmaz bir yere sahip olmakla beraber 1950’den 1983’e kadar dünya sahnelerinin aranan prima donna’sı olmasına rağmen Leyla Gencer’e beynelmilel düzlemde benzer bir merakla yaklaşılmaması. Fakat, bundan da öte, asıl kendi coğrafyamızda böylesi bir isme gereken kıymetin yeterince verilmemesi ve sahip çıkılmaması diyebilirim.

Peki, kimdir Leyla Gencer? Kendisinin sanat yaşamı üç beş röportaj, belgesel veyahut birkaç kitapla özetlenemeyecek kadar büyük ve derin olmasına rağmen Evin İlyasoğlu’nun dediklerine kulak verelim dilerseniz: “Leyla, İstanbul gibi bir şehirden, kimilerine göre ‘Orient’in gizemli dünyasından Avrupa’ya gittiğinde Türkiye’nin Batı’ya açılışı henüz otuz yıl bile olmamıştı. Batılılara göre Leyla çok farklı bir kültürün, hatta opera konusunda ‘kültürsüzlüğün’ çocuğuydu.”[1] Gelin görün ki birçoğunun bu gözle baktığı, fakat “polifonik” bir aile ortamında yetişmiş ve çocukluğu sayısız kitapların gölgesinde demlenmiş aynı Leyla, sahnede hayat verdiği onca personaj için o coğrafyanın kapısını da defalarca çalmıştır. Bu yüzden de kendi döneminde parmakla gösterilen onca yıldızla arasındaki rekabeti yıllara yaymayı başararak adeta “kültürlülüğün timsali” olmuştur. Zira tam da bu noktada, opera camiasında “sesin tam çığlığa dönüşecek iken birden şarkıya dönüşmesi” yani “Gencer stilinde okuyabilmek” anlamına gelen ve literatüre girmiş “gencerate” tekniğinin mimarı olduğunu dillendirmemek ise La Regina’ya haksızlık olur.

Tüm bunların yanında, kendisi opera dünyasının mabedi sayılan La Scala Tiyatrosu’nda boy gösteren ve kabul gören ilk Türk sanatçı olarak 25 yılda 26 operanın başrolünü oynamış ve sonrasında kendisine burada hocalık mertebesi dahi teklif edilmiştir. 33 yılda 60 opera sahnesinde 73 farklı “prima donna” rolünü icra etmesini saymıyorum bile. 1958’de önce Callas’ın yedeği olarak sonra da RAI için söylediği Anna Bolena’sı 1980’de plak olarak piyasaya çıkmıştır ki Zeynep Oral, Leyla Gencer Tutkunun Romanı adlı kitabında Gencer’in haberi olmadan onca farklı ülkede basılan korsan kayıtlarının onu “Korsanlar Kraliçesi” yaptığını özellikle dile getirir. Puccini Madalyası gibi fazlasıyla değerli bir ödüle daha nicelerini eklediğini ve uzun yıllar kendisini yeni kuşak sanatçılar yetiştirmeye adadığını da söylemem gerek. Ayrıca, İtalyancasını bilmediği Cavalleria Rusticana operasının Santuzza rolünü bir otel odasına kapanıp beş günde ezberledikten sonra 1953’ün Napoli’sinde 10.000 kişinin önünde oynayabilmesi ise sahip olduğu opera tutkusundan başka neyle açıklanabilir ki?

Leyla Gencer
Leyla Gencer

Bu muazzam başarı öyküsü ne zaman mevzubahis olsa, hem güldüren hem de gurur veren iki anekdot gelir aklıma: Bilindiği üzere Callas’ın Onassis’i gibi Leyla’nın da İbrahim’i vardır. Her daim soluğu Avrupa’da eşinin yanında alan, Leyla’sını onca temsilde sonsuz destekleyen.. Gelin görün ki bir gün, Leyla Gencer’in verdiği bir röportaj öncesinde Milano’daki evlerinin mutfağında karı koca arasında bir buzdolabı tartışması alır başını gider. İbrahim, Leyla’nın müzik aşkından dolayı almış oldukları buzdolabı sebebiyle eşine söylenir; çünkü yine bozulmuştur. Müzikle buzdolabı arasındaki bağlantıyı kuramayan bakış karşısında Leyla Gencer durumu karşısındakine anlatıp röportaja başlar: “Eve buzdolabı alacaktım. Onca ünlü marka varken, gittim bu acayip şeyi aldım. Sırf markası “Quartet” diye, müzik dörtlülerini anımsatıyor diye..” [2]

Gelelim ikincisine; Dünya’nın gelmiş geçmiş en büyük orkestra şeflerinden  Arturo Toscanini 1957’de hayatını kaybeder. Naaşı Amerika’dan İtalya’ya getirilir ve Milano’nun Duomo’sunda bir anma töreni yapılır. Verdi’nin Requiem’inin son bölümünü Victor de Sabata yönetiminde La Scala sanatçıları icra edecektir ki aralarında Leyla Gencer de vardır. Ah o törende kimler yoktur ki! Sonradan Gencer’in mentoru, en yakın dostu, en güvendiği şefi olacak Maestro Gavazzeni de o gün oradadır ve yaşanılanları şöyle aktarır: “Verdi’nin Requem’inin finalini seslendirmek epey zordur. Soprano için bir si bemol vardır ki kimse kolay kolay seslendiremez. Sıra oraya geldiğinde şimdiye kadar duyduklarımızdan farklı, güzel, kişilikli bir ses dinliyorduk. Büyük bir rahatlıkla si bemole çıktı. Zorlamasız, kendi doğallığı içinde yükseldi. İki sıra önümde Maria Callas oturuyordu. […] O anda bana doğru dönüp kocaman açılmış gözleriyle baktı. Hayretler içinde, elini bir yukarı bir aşağı sallayarak, ‘Mamma Mia, bu ne ses!’ diye bana işaret ediyordu. Gülümseyerek onayladım. ‘Evet, muhteşem bir ses!’ dedim.”[3] Hikayenin bu kısmında şunu da not düşmek kanımca yerinde ve yararlı olacaktır: Verdi’nin konuları ziyadesiyle çok katmanlı olup kendisi, “çıraklık dönemindeki operalarında ezen-ezilen ilişkisi vb. gibi toplumsal konuları ele alırken olgunluk döneminde insana toplumsal ilişkileri içinde birey olarak yaklaşan” [4] bir bestecidir ve Ayşe Sezerman’a göre de “Gencer, Verdien tını için mükemmel, büyük bir legato ve esnek bir sese sahip” [5] mühim bir sanatçıdır.

Leyla Gencer
Leyla Gencer

Anlaşılacağı üzere sahip olduğu yetenek ve kişilikli yorumuyla Gencer, dönemine damgasını vurmuş birçok sanatçının, maestronun, rejisörün ve hatta siyasi figürün beğenisini kazanmış, kendi kulisinde defalarca ziyaret edilmiş; müzikolog Rodolpho Celetti tarafından Lady Macbeth yorumuna Callas’ın bile erişemediği söylenmiş Doğu-Batı sentezi bir Diva’dır! Hatta aralarındaki rekabet sebebiyle Callas severlerin tehditlerini dahi aldığı söylenegelmiştir. Dünya’nın birçok seçkin sahnesinde perdeler açmış, unutulmuş operaları seslendirmiş, resitallerde yer almış olmanın yanında Verdi’den Mozart’a, Rossini’den Puccini’ye ait birçok önemli eserde boy göstermiş rafine bir sanatçıdır Leyla Gencer! Kısacası, kainatın ona bahşettiği ünvanla, La Diva Turca’dır! İhtişamlı bir meydan okumayla Renata Tebaldi ve Maria Callas gibi isimlerin yerine sahneye çıkmasına rağmen kendisinin MET’te bir türlü yer alamamış olmasının nedenlerini ise az biraz okumayla sizlerin takdirine bırakıyorum.

Tüm bunların Leyla Gencer’i anlatmaya yetemeyeceği aşikar. Yine de adına hatıra paralar basılan, heykelleri dikilen, kendisine Devlet Sanatçısı ünvanı verilen bu güzide isim neden Callas kadar merak edilmez, üzerine konuşulmaz veyahut hayat ve başarı hikayesi böylesi güçlü bir prodüksiyon ve oyuncularla taçlandırılmaz, merak ediyorum. Kanımca, sanatını her şeyin önüne koyabilen bu inatçı ve muazzam ruhun hak ettiği değer, vasiyetini yerine getirip küllerini Boğaz’a dökme görevimizden çok daha fazlası olmak zorunda. Hele ki şimdilerde ‘kültürsüzlüğün çocukları” olarak parmakla gösterilen bizlerken. Bu sebeptendir ki yegane dileğim: Sanat yaşamı boyunca referansı sadece ama sadece kendisi olan bu şahane kadına bu sefer de toplum olarak bizim referans olmamız, Boğaz’ın dalgalarında her daim dans edecek olan o tutku dolu ruhunu da yirminci yüzyılı kasıp kavuran o nefis sesini de tüm dünya önünde hatırlanır kılıp büyük bir gururla yaşatmamız.


[1] Evin İlyasoğlu, Ben Leyla Gencer/La Diva Turca, YKY.
[2] Zeynep Oral, Leyla Gencer Tutkunun Romanı, Alfa Yayınları.
[3] Evin İlyasoğlu, Ben Leyla Gencer/La Diva Turca, YKY.
[4] Nazan İpşiroğlu, Mozart ve Verdi’de “İnsan”/Sihirli Flüt ve Aida, Hayalperest Yayınevi.
[5] Evin İlyasoğlu, Ben Leyla Gencer/La Diva Turca, YKY.

Zeynep İlhan

Zeynep İlhan, 91 senesinin baharında Mardin’de doğmuş, medeniyetlerin beşiğinde filizlenen çiçeklerin toprağında beşiği sallanmış, kelimelerin gücüyle farklı dünyaları gördükten sonra anlatmak için yaşamanın önemine inanmış bir his dilmacı...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Zehra Seda Boztunalı
Önceki

Portfolyo: Zehra Seda Boztunalı

Camillo Sitte
Sonraki

Camillo Sitte’den Sanatsal İlkelere Göre Şehirlerin İnşası

Kaçırmayın!

Nurullah Berk kimdir?

Nurullah Berk (d. 22 Mart 1906 İstanbul -ö. 9 Ocak
Adam Fawer

Olasılıksız’ın Fenomen Yazarı Adam Fawer’dan Yeni Eser: Mobius!

Olasılıksız, Empati ve OZ adlı romanlarıyla Türkiye’de okuma alışkanlıklarını baştan