William Shakespeare
William Shakespeare

Grotesk Bir Zorba: III. RICHARD

Schaubühne Berlin Tiyatrosu’nun Shakespeare Yorumu
10 Şubat 2025

William Shakespeare, insan doğasını tüm çıplaklığıyla ele alışı ve yarattığı çok katmanlı sayısız karakter ile edebiyat tarihinin paha biçilmez kanonik bir yazarıdır. Kültür oluşumuna katkıda bulunmuş evrensel bir perspektif, fakat bir o kadar da kendine has bir kalemdir. “Shakespeare’in trajedileri ölümsüz tanrıların sorgulandığı antik trajedilere benzemez, karakterin geleceğini kader belirlemez. Kişiler, tarihe düşünüldüğünden daha çok katkıda bulunur.” 1 Ya da bulunduklarını zannederler. Shakespeare bilir ki, “insan” denilen, istediğine inanma kabiliyetine sahip olandır. Bu nedenle iktidar arzusuyla yanıp tutuşanların planlarına hizmet edecek kehanetlerle başlar hikayelerine. İnanmaya hazır olanların akılları ise bulanır söylenen her bir sözcükle. Tüm bunları bir dizi cinayetler zinciri takip eder. Amaç uğruna her şey mübahtır bir kere. Ve dost, düşman, yandaş, varis, tüm aile üyeleri bu zincire eklenir birer birer. Tarih tekerrür eder, karakterler ise zamanla birbirine dönüşür Shakespeare’in elinde. Mazlum, eleştirdiği zalimin ta kendisi olur. Yine de bu dahiyane yazarın dizelerinde burun buruna geldiğimiz, kanımızı donduran o “kötülük” kavramının bir o kadar “insanca” olduğunu da biliriz. Söz konusu karakter, “iktidar tekelleşmesinin” belki de en büyük temsilcisi ve grotesk bir zorba olan III. Richard olsa bile.

Birçok kaynakta da belirtildiği üzere, Shakespeare’in Kral John eseri dışındaki bütün tarihsel oyunları 14. yüzyıl sonundan 15. yüzyıl sonuna kadar devam eden taht mücadelelerini anlatır. Her oyun, meşru hükümdarın ölümü ve yeni hükümdarın taç giymesiyle sona erer. Burada özne, Kral değil; iktidarın simgesi olan Taç’tır. Mercek altına alınan ise; kişiler ve kim oldukları değil, durumlardır. Bu sebepten ötürü III. Richard, tarihi olayların doğruluğundan ziyade durumların doğruluğunun ve insana ait olanın ele alındığı tarihsel bir tragedyadır diyebiliriz. Tam da bu noktada yazar, daha ilk sahnede seyirciye şunları bilinçli bir şekilde sordurur belki de:

Kim olacağımıza karar veren mekanizma nedir? Bu doğrultuda eylemlerimizin sorumluluğu kime ya da neye aittir? Düzenin kendisine mi yoksa kendi özgür irademize mi? Peki, düzenden bağımsız bir özgür iradeden bahsetmek ne kadar mümkündür? Değilse, “kötü olmak” kavramını kişisel bir tercihin sonucu gibi göstermek koca bir aldatmaca değil midir? Şayet bir insan eylemlerinin yegane öznesi ise, yaptığı ve yapmadığı her şeyin mesuliyetini kambur bir kral gibi omuzlarında taşımaya mahkum mudur?

Richard, doğuştan getirdiği fiziksel deformasyon ve toplum tarafından kabul görmezliği sebebiyle trajik bir yalnızlık içerisinde varoluş serüvenini “kötülük” üzerine inşa eden bir kraldır, “öteki” kalmış ve hep öyle kalacak olan bir anti-kahramandır her şeyden önce. Çirkin, kambur, topaldır; fakat zorbalığını Makyavelizm ile taçlandıracak kadar da zekidir. Tanrı’nın reddedildiği bir denklem kurar ve kendi yazgısını “yeniden” kendi elleriyle şekillendirebileceğine inanır. Shakespeare’in belki de en meşhur karakteriyle kıyaslayacak olursak Richard, en az Hamlet kadar derinliklidir, sancılar içerisindedir. Kelimelerden beslenir. Düzenin işleyişine kafa yorar, varoluşu sorgular; lakin sahip olduğu bedensel sınırlara rağmen Hamlet’in aksine eylemsizliğin adamı olmaya tahammülü yoktur, bir anlamda Oblomovluk anlayışını reddeder. Jan Kott’un tabiriyle tarihin Demiurgos’u 2 olmaya çoktan karar vermiştir.

Schaubühne Berlin yapımı III. RICHARD
Schaubühne Berlin yapımı III. RICHARD

Bu noktada, Shakespeare’in dahiyane yaratım sürecinin bir ürünü olan böylesine girift bir karakteri bugünkü yaşamımızla ne derece bağdaştırıp sahneleyebildiğimiz sorusu ise akla ilk gelenlerden oluyor haliyle. Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz aylarda Schaubühne Berlin adlı topluluk, çağdaş tiyatronun pek önemli isimlerinden Alman tiyatro yönetmeni Thomas Ostermeier yönetiminde III. Richard oyunuyla İstanbul seyircisiyle buluşmuştu. Kendileri 1962’de kurulmuş, Büchner’den Brecht ve Ibsen’e kadar belli başlı önemli yazarların eserleriyle perde açarak büyük başarılar elde etmiş, birçok ödül kazanmış köklü bir oluşum esasında. Yönetmenin de eserin orijinal haline sadık kalarak oyunu cesurca yorumladığını ve hem sahnelemede hem de oyunculuklarda Epik Tiyatro geleneğinden çokça beslendiğini görmek mümkün. Dekorla başlamak gerekirse; yeterince minimalist ve yoksul(!) olmasına rağmen ana hikayeye hizmet etmek adına sahnede kullanılan her bir parçanın yaşam alanı oluşturması, en az oyuncunun kendisi kadar önemli görülen işlevselliğinin bütün oyuna yayılması ve seyirciyi uyarıcı tarafıyla “yabancılaştırma” etkisinin verildiği ilk yer olması sebebiyle takdire şayan.

Buna ek olarak, tarihsel bir tragedyada yenilikçi ve günümüze ait bir dokunuş olarak sahnenin ortasında sallanan koca bir mikrofon vardır ve seyirciye “ne alaka şimdi?” dedirtirken nefis oyunculuğuyla Lars Eidinger, yani Richard seyircilerin arasında bir anda beliriverir. Sanki bizden biridir, bizi bize anlatmak ister gibidir. Yürümeyi yeni öğrenen bir çocuğun aksayan adımlarıyla sahneye doğru yol alır ve ışıklar altında konumlanmış her bir dekor parçası karakterin rolüne hizmet eden bir uzuv haline dönüşmeye başlar ve bizler birçok oyunda olduğunun aksine sahneyi işgal edenin amaçsız ve işlevsiz bir dekor kalabalığı değil de oyunculuğun ta kendisi olduğunu, olması gerektiğini fark ederiz. Karakter, kambur bedenine rağmen Şeytan’ı kıskanan bir Tanrı gibi kendinden son derece emin bir şekilde sahnede dolaşmaya devam eder. Kaderi, doğuştan getirdiği kendi görünüşü gibi eğip bükmek, bir kil parçası gibi elleriyle şekillendirmek ve birçok hayata yön vermek istediği sözlerinden önce bakışlarında gizlidir. Richard’ın tüm bu arzularını hayata geçireceği yegane evreni ise Peter Brook’unkini andıran türden “boş bir sahnedir.” Eline aldığı o mikrofonla bir show-man gibi oyunu başlatır. Bu müthiş zıtlık bizleri olduğumuz yerde paralize eder; çünkü Richard’ın görüntüsü ne kadar çarpık ve deforme ise ağzından dökülen sözcükler de bir o kadar kusursuz ve hayranlık uyandırıcıdır. Karşımızda en az Othello’nun Iago’su, Kral Lear’ın Edmund’ı kadar zeki bir retorik ustası vardır ve bu karakter “dördüncü duvarı” yok sayarak gözümüzün önünde bir kötülüğün provasını yapıp hepimizi bu suça dahil eder üstelik. Hem de büyük bir keyifle! Bizler onun sırdaşı olurken, Richard’ın “ötekiliğinden ötürü kötü adam olmaya karar verdiğini” söylediği an, kötülüğün sosyo-kültürel etkilerini düşünüp hikayeyi insancıl tarafından okumaya çoktan gönüllü olmuşuzdur bile. Belki de birçoğumuz, böylesine “aciz” denilebilecek birinin bahaneler ardına sığınıp mağduru oynamak yerine eylem insanı olabilmesini gizil bir kıskançlıkla izlemekteyizdir. Kim bilir?

Lars Eidinger korseli Kral Richard rolünde
Lars Eidinger korseli Kral Richard rolünde

Evet, karşımızdaki karakter tepeden tırnağa grotesk ve zorbadır! Görüntüsünden ötürü öfkeli olduğu doğanın da Tanrı’nın da düzenini kabullenmek istemez bir türlü. Söz geçiremediği çirkinliğinin karşısına kendi elleriyle şekillendirdiği yazgısını koymak ister sanki. Bir anlamda Eidinger, “iktidarın yegane sahibi kral” rolüyle sahnede şeytani planları olan bir Tanrı’yı oynar gibidir. Planlarını gerçekleştirmek için duygulara önem vermez, fakat duyguların önemini bilir, onlar aracılığıyla seyirci dahil herkesi ikna eder, yanına çeker. Ufak bir kehanetle başlar, varislik savaşında kendisinden önce gelen kardeşinin ölümünü planlamayla devam eder. Talimatı üzerine çocuk varisler dahi ortadan kaldırılır. Hain olduğunu kanıtlamaya kararlıdır ve bu uğurda basamakları tek tek tırmanır. Ayrıca Richard’ın öncesinde bir Dük olarak yemeğini iştahla yediği “masayı”, sonrasında krallığının tescillendiği “bir kral tahtı” olarak gördüğümüz sahnenin ise, barındırdığı yaratıcı ve metaforik anlatımından dolayı büyük bir alkışı hak ettiğini özellikle belirtmek gerek. Richard, burada bir “kral” olarak vicdanın karşısında, iktidarın ise tam merkezindedir. Hem azmettirici hem de uygulayıcıdır. Ona yardım edenler de dahil olmak üzere tehlike barındıran herkes zamanla teker teker öldürülür. Tabir-i caizse hikayesinin tek tanığı artık kendisidir.

Richard gibi gücünü zekasından alan biri bilir ki insan ya akıl ya da vicdan sahibidir. Ve ikisinin tek bedende kendini göstermesi kadar tehlikeli ve eylemi yavaşlatan bir şey yoktur. Bir taraftan kötücül fikirler benliğinde kök salarken bir taraftan aklı bulanır, kafası karışır, erdemli tarafa geçmek istemesi ise an meselesi olur. Bundan ötürü kendisi, emirlerini yerine getirecek katilleri aklı ve vicdanı temsilen her daim iki kişi olarak seçer. Öyle ya da böyle, aklın ve vicdanın bir gün mutlaka karşı karşıya geleceğini hesap eder, çünkü sahip olduğu zayıflığın tek sebebinin kendi bedeni iken, diğer insanlarınkinin duyguları olduğunu çoktan anlamıştır. Hedeflediği yolda çevresindekilere karşı ihtiyaç duyacağı tek şey vicdanla kirlenmemiş tertemiz bir akıldır. Böylece, planlarını bozguna uğratacak herhangi bir ikilem karşısında Vicdan, bir kılıç darbesiyle ya da en zekice sözlerle Akıl tarafından alt edilebilecektir. Suçun vicdanla gölgelenmesine asla izin verilmeyecektir. Bu sebepten ötürü sahnede gördüğümüz bu grotesk zorba, Shakespeare’in belki de en Makyavelist karakter yorumudur.

Trajedinin son sahnesine geldiğimizde ise görürüz ki Richard tarihin çarkını çevirmiş ve aynı çark tarafından ezilmek üzeredir. Feodal düzenin zirvesinde bir kral olarakhalkın desteğini çoktan kaybetmiştir ve isyanlara karşı mücadele verir. İlkinde zafer elde eder, ikincisine hazırlanırken bir gece uykuya dalar ve “uyku” kabuslara gebe olur. Öldürdüğü her bir ruh onunla konuşmaya gelir. Seyirci için “sırdaşlık” değil “tanıklık” zamanıdır artık. Her biri ufak bir projeksiyon sunumuyla Richard’ın kabuslarına davet edilir. Her yüz sinematik bir şekilde sırayla gösterilir. Bu sefer mikrofon Richard’ın değil, kanı akıtılanların elindedir. Ne tuhaftır ki, aklının vicdanıyla kirlenme sırası ise bu sefer ondadır. Paranoyası artar. Başta en büyük silahı olan düşünceleri, cezası olur. Yine de daha çok insan öldürmek ister. Daha çok cinayet, daha da akıtılan kan tahtının garantisi olacaktır sanki. Bir sonraki bölümde sahne savaş alanına dönüşür. Herkes Richard’ı çoktan terk etmiştir, o ise beyhude bir şekilde kılıç darbeleriyle tacına tutunmaya çalışır, dakikalar ilerledikçe güçten düşer ve en sonunda kaçmaya karar verir. “Birazdan bir domuz gibi boğazlanacak, başındaki taç çekilip alınacak ve yeni, belki de genç bir kral barıştan söz edecektir.” 3 Duygulara itibar etmeyen Richard ilk defa korkuyu tadar gibidir. Krallık giysilerinin bile gizleyemediği bedeniyle yine başbaşa, yapayalnızdır. Hala kambur ve çirkindir, ve hiç olmadığı kadar acizdir. Hikayesinin sonunda ise, ezici baskınlıkla yön vermek istediği “tarih” için bir nesne olmaktan öteye gidememiştir. Sahip olduğu tek şey sadece bir “attır.” Son sahnede o da öldürülür. Richard ise elinde hiçbir şeyi kalmayan birinin acınası çaresizliğiyle haykırır:

Bir at! Bir at verin! Krallığıma karşılık bir at! 4

RICHARD III, V-IV

Kaynak

  1. Jan Kott, Çağdaşımız Shakespeare, Mitos BOYUT Yayınları, Tiyatro/Kültür Dizisi. ↩︎
  2. Demiurgos: Platon felsefesinde dünyayı yaratan etmen, evrenin yaratıcısı. ↩︎
  3. Jan Kott, Çağdaşımız Shakespeare, Mitos BOYUT Yayınları, Tiyatro/Kültür Dizisi. ↩︎
  4. William Shakespeare, III. Richard, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. ↩︎

Zeynep İlhan

Zeynep İlhan, 91 senesinin baharında Mardin’de doğmuş, medeniyetlerin beşiğinde filizlenen çiçeklerin toprağında beşiği sallanmış, kelimelerin gücüyle farklı dünyaları gördükten sonra anlatmak için yaşamanın önemine inanmış bir his dilmacı...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki

Borusan Quartet “Oda Müziğinin Ustaları” ENKA Oditoryumu’nda

Bir Koleksiyoner Hikâyesi
Sonraki

Çocuklar İçin Sanat: Taviloğlu Koleksiyonu ile Hayal Gücüne Yolculuk

Kaçırmayın!

Güneş Terkol, ‘‘Kabin Fantastik’’

Güneş Terkol’un ‘‘Kabin Fantastik’’ Sergisi Ferda Art Platform’da

Güneş Terkol’un ‘‘Kabin Fantastik’’ isimli solo sergisi 23 Kasım-20 Aralık 2023 tarihleri arasında Ferda

Ahmet Orhan Arda kimdir?

Ahmet Orhan Arda, (19 Mayıs 1911 – 4 Temmuz 2003)