Aytül Hasaltun
Aytül Hasaltun

Solo Bir Performans ve Kolektif Bir Davet: Kap/SAM

Solo Bir Performans ve Kolektif Bir Davet: Kap/SAM Üzerine Söyleşi
26 Şubat 2025

Çağdaş dans sanatçısı, dans ve hareket terapisti, yazar ve koreograf Aytül Hasaltun, yeni solo performans yapıtı KapSam ile toplumsal kimliğini oluşturan deneyimlerin aktarımı için bir “kap” işlevi gören bedeninin biriktirmeye, toplamaya ve taşımaya müsait kaplarını, yaratıcı ifadenin merkezinde tutarak, kabını/kapsamını geliştirmeyi hedefliyor. Küratörlüğünü üstlendiğim solo performans üzerine, sanatçıyla yapıtın kavramsal temellerinden feminist eleştiriye, bireysel ve kolektif hikâyelerin sınırlarından, performans sanatında mekânın etkisine kadar geniş çerçevede bir söyleşi gerçekleştirdik. Hem çağdaş bir sanatsal paylaşım hem de izleyiciyi katılımcı olmaya teşvik eden bir davet olarak Kap/SAM solo performans serisi üzerine yaptığımız söyleşiyi keyifle okumanızı dileriz.

Uzun yıllardır performans ve beden terapisi alanında üretimler yapan ve paylaşan bir sanatçı olarak bugünkü sanatsal söylemlerin kapsamı, gereklilikleri ve çarpan etkilerinin, geçmişin aksine çok daha transparan ve tartışmaya açık olduğunu düşünüyor musun? Bu açıdan bakarak  Kap/SAM performansı nasıl ortaya çıktı? diye belki de fazla açık/sanatsal olmayan bir soru ile başlamak istiyorum söyleşimize.

İlk soruna cevaben evet ve iyi ki diyebilirim. Benim çocukluk ve yetişme zamanlarımda sanat “yüce” bir mertebedeydi. Söylediğim değerlilikle ilgili değil algı ile ilgili daha çok. Yaratıcılığın hepimizin içinde olduğunu henüz bilmiyorduk belki de. Onun için de sanat üretimi de sanatçı da toplumun hem içinde hem dışında, günün sonunda göklere daha yakın konumlandırılırdı. Psikoloji biliminin gelişmesi, açıklık ve etkileşim, bu mesafeyi ortadan kaldırdı. Gündüz Vassaf’a atfedilen bir söz var; “Sanattan beklediğim sanatçıyı kendinden kurtarması” diyor. Bu sözü çok seviyorum. Sanatçı elbette organik olarak kültürel kodları toplayarak ve bir vizyonla hareket ediyor ama çıkış noktası illa ki kendine temas ediyordur diye düşünüyorum. Ve bunların konuşulmasını bir deneyim aktarımı olarak çok değerli buluyorum.

Kapsamın başlangıcına gelirsek; iyilik ve insan, uzun zaman içimde dolanan iki kelime oldu. İşin bütününde ve her bir parçasında bu iki oluşa dair bir im var diyebilirim. En temelde de insan olmanın hem zorluğuna hem de mucizevi olduğuna dair bir kanı bir ön kabul. Hayatta ve ayakta kalmak çokça çabaya ve nihayetinde de hayatın akışına bağlı aslında. Bu işin zor olan kısmı. Ama elbette mucizevi, olağanüstü bir yanı da var ki belki de bu dünyada delilik pahasına ısrarla kalma sebebimiz; o da yaşamanın verdiği coşku ve sevinç. Kendimizin ve dünyanın tanığı olmak, etkide bulunarak hep birlikte ve hep beraber bir değişim ve dönüşümün içinde olmak. Kap/SAM bu fikirlerle ortaya çıktı. Psikanalist Dr. Winnicott’ın yeterince iyi ebeveynlik kuramı üzerine fark ettiğim ‘yeterince iyi’ kavramı, hayatımın her alanı için kullanabildiğim işlevsel bir ölçüm aracı oldu. ‘İyi’ her konu için, hazırda var olan, erişiminizin kolay olduğu anahtar teslim bir şey değil. ‘İyi’ nedensellik ilkesine bağlı. Sevgi, ilgi, çaba ve özenle elde edilebilen bir sonuç. İnsani varoluşsa çok katmanlılığından dolayı hepimizin neredeyse ömür boyu içinde debelenip durduğu, anlayabilmek, kavrayabilmek için makro ve mikro pek çok alanda uğraş verdiği temel bir çaba.  Bunlar yapıtın içinde dolaştırdığım bazı vurgular. Bu iş özelinde, babaannemin “ Allah iyi insanlarla karşılaştırsın” duası bana ilham oldu – ki iş, ailemin kadınlarının kırsaldaki gündelik yaşantısını anlattığım bir yazıyla açılıyor. Kadınların hayattan toplayıp taşıdıkları, bazen farketmeden yüke dönüşen ve ağırlığı altında ezildikleri halde, gelecek kaygısı ve sorumluluk duygusuyla taşımakta ısrar ettikleri eylemler ve bu eylemlerin sonuçlarından doğan  bilinçli ya da bilinçsiz aktarımlarını çocukluğumun özeti olarak aldım- En başta matruşka gibi birbirinin içine yerleşmiş boy boy kapların görüntüsü vardı zihnimde. Tabi ki nereden baktığına bağlı olarak değişen genişleyen ya da daralan halkalar, katmanlar.

Kapsam
Kap/Sam – Aytül Hasaltun

Performansın düşünsel arka planını oluşturan birçok kuram ve kuramcı var. Ama belki de en dikkat çekicilerinden biri bana kalırsa Narkissos. Bu miti feminist bir perspektifle yeniden yorumlama sürecin nasıl şekillendi?  

Her ne kadar Narkissos genç bir erkek ve Eckho da bir peri olsa da hikâye sıklıkla kadınların karşı karşıya kaldığı ve benim çok net bir itirazım olan “ ya benimsin ya toprağın!” borderline söylemine çok benziyor. Bununla birlikte mitin performansa ilham olduğu esas kısım, insanın kendini ancak karşılaştığı yansımalar ve bir başkası- yabancı/öteki olan aracılığıyla görebilmesi uğruna ödenen bedel. Bu da benim mit üzerine biraz acıklı bulduğum bir taraf.  Eckho’nun ilk kez kendiliğiyle karşılaşacak, kendine bakacak biri için (Narkissos’un) ettiği beddua. Üstelik kendiyle de sınırlı kalmayıp örgütlediği kötülük. Oysa çok basit bir denklem var; kendini sevmeyen başkasını/ötekini sevemez, kendini görmeyen başkasını/ötekini göremez. Narkissos’un hayatının baharındayken hak ettiği düşünülen büyük ceza bugün de çoğu kez aşamadığımız toplumsal bariyere atıf yapıyor. Neredeyse her gün, bir kadın katlinin haberiyle sarsılıyoruz. Reddetmek de reddedilmekte son derece insani, bunun anlaşılması bu kadar zor olmamalı. Kendi olmak ya da kendi kalmakta ya da kendine kalmakta ısrarının sonucunu öldürülen ya da en iyi ihtimalle, akıl hastanesine kapatılmak olmamalı. Çağlar boyunca kadına biçilen görev, soyun devamı için üremek ve evin/ailenin bakımı için köle olmaktı. Bunun dışındaki neredeyse tüm versiyonlar, cadılıktan deliliğe giden bir skalada değerlendirildi. Psikanalizin ilk danışanı Anna O.’ da işte tam da bu bağlamda işin içinde andığım bir yapı taşı.  Sokağa çıkmak, kamusal alana katılmak, gönlünce eylemek, kendi olmakta ısrar etmek bunların hepsi hala devrimci bir eylem neredeyse. O yüzden de kendi ile karşılaşan Narkisos’a kesilen cezaya gönlüm asla razı olmuyor.

Kap/SAM performansında bedeni bir kap ve/ya kaplardan oluşan bir yapı olarak ele alıyorsun. Bedenin bu işlevselliğini sanatsal bir araç olarak nasıl konumlandırıyorsun?

Dans-Hareket Psikoterapisi perspektifinden baktığımda, kendiliğimizi içine sığdırdığımız bedenin kendisi bir kap (container). Bir başka deyişle zamanda ve mekânda var olan insanın ana mekânı beden. Anda var olurken hesaba kattığımız ilk şey beden duyumlarımız. Farkındalığın kökü de bu. Önce bedenin farkındalığı. Duygu, ihtiyaç ya da arzuyu saptamak sonrasında daha kolay. Böyle bir noktadan çıkarak iç bedende kap işlevi gören, yani yuva ya da mekân olan parçalarıma baktım. İçerisi ve dışarısı alışverişinin kapısı ağız, nefesinin yuvası göğüs kafesi, yaratıcılığımı taşıyan pelvik, hareketi mümkün hale getiren eklem yuvaları, ayakta olmamı sağlayan bel çukuru, başımla gövdem arasındaki köprü boyun körvü. Tüm bir insan medeniyetini kurmamızı sağlayan insanlığın ilk aleti el ve elimin ayası ve son olarak da Tanrı olmadığımın hatırlatıcısı/ispatı göbek değilim. Bunlar ele aldığım 9 içsel kap. Tek sayıların en büyüğü 9. 9 dış kap, 9 iç kap ve her birine yazılmış 9 kısa metin var.

Performans sırasında güncel toplumsal normların aksine öfke, acı ve haz gibi yoğun duyguları yüzeye çıkarmaktan bahsediyorsun. Bu duygularla yüzleşme deneyimiyle performans sırasında fiziksel ve fikirsel olarak nasıl bir bağ kurmalıyız?

İşin alt başlıklarından biri  “öfke kadına münasip bir duygu değildi çünkü”. Öfke kendiliği, ötekini ve gerçekliği yıkmak üzerine hareket etmedikçe kabul edilmeli, kullanılmalı. Öfke bizim en önemli güçlerimizden biri. Öfkeli olmakta bir beis yok kısacası. Son derece anlaşılır ve bazen de yerinde bir his. İnsan prematüre doğumundan da kaynaklı olarak, yetersizliklerle, engellerle, kısıtlılıkla dolu. Freud’un deyimiyle protezli Tanrılarız hepimiz. Milyonlarca protez yaratmışız. Kültür, sanat da bu protezlerden biri. Bu kadar öfkelenmesek, acıyı ve hazzı hissedemesek tüm bunları yaratabilir miydik bilemiyorum. Birlikte yaşıyoruz. Elbette biriciğiz ama çok da benzeriz. İnsan olmanın yükünü yalnız taşımak çok yıpratıcı. Paylaşmak, dayanışmak çok önemli. Bu anlamda Kap/SAM’ı  paylaşmaya ve dayanışmaya bir davet olarak da okuyabiliriz.

Bireysel ve kolektif onarım arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlıyorsun?

İyileşme, onarma, şifa/lanma. Bunlar son zamanlarda hepimizin sık karşılaştığı kavramlar. Şifa dediğimiz yaraya içkin, dışında ayrı değil. Yaralıyız çünkü dünyadayız. Şifamız da öncelikle ilişki kurmakta, yani etkileşimde. Birbirimize değdikçe, farkediyoruz, değişip dönüşüyoruz, onarıyoruz, genişleyip, daralıyoruz. Buradan ele aldığımda ben değişirsem dünyam/dünya değişir diye bakıyorum. Değişimi, hareket etmekten yani eylemekten model alıyorum.

Performans yapıtlarında bireysel ve kolektif sınırlar nasıl çiziliyor ya da bulanıklaşıyor? İzleyicilerin yalnızca seyirci değil, birer katılımcı olmasını istiyorsun. Bu etkileşim, performansın anlamını ve amacını nasıl dönüştürüyor?

Tanıklığı çok önemsiyorum. Diğerinin gözünün önünde olmak, deneyimin kendisinin değişmesi ya da çoğaltılması için yeterli aslında. Seyredeni katılımcı olarak alıyorum çünkü hem bireysel düzlemdeki kök hikâyeme katkısını, hem de kolektif hikâyemize olan etkisini bir ‘performer’ olarak merak ediyorum. Özel bir talebim de yok üstelik. Var olmalarının yeterli olacağını biliyorum dâhil olmaları ve dönüştürmeleri için.

Kap/SAM performansı bireysel bir hikâye anlatımı mı, yoksa izleyicilerle birlikte inşa edilen kolektif bir hikâye mi?

Başlangıcında benim kişisel hikâyemden açılan bir hikâye. Ama tabii öyle kalmıyor. Sadece Aytül olarak sahnede değilim. Biraz Lucy’im, biraz Anna O., biraz Narkisos, biraz sen, biraz Defne, biraz annem, biraz babaannem. Hayatta yalnız, pür, ari olmaya inanmıyorum. Köşedeki fırıncı her sabah gün ışımadan ekmeğimizi yapıp fırına atmasa yiyecek ekmeğim olmaz. Hayat algım bu olduğu için sadece benim hikâyem diyemiyorum. Hatta ileri gidip 4500 yıllık bir geçmişin deneyimiyle varım/varız diyorum. Bu kalabalığı çok seviyorum. Ama elbette, bağları birbirine dokuyabilmek için tenhaya kaçmalarım olmasa ne yazıya ne harekete dönüşecekti. İş, toplamın çıktısı kısacası ama sessizlikte/yoklukta üretildi. Yok, yokluk acımasız ve sert olabiliyor. Yaratıcı süreç de öyle. Kırılgan insan yapımız, yokluk karşısında biçare kalabiliyor. Özetle bu bizim hikâyemiz. Hep birlikte yazıyoruz.

Performans birden çok mekânda gerçekleştirildi ve gerçekleştirilmesi planlanıyor.  Son olarak mekânın performans üzerindeki üzerine neler söylemek istersin? 

Mekan doğrudan her üretimi etkiliyor. Her hikâyeyi. Her paylaşım biçimini. Salt mekân düzleminde değil ama. Paylaşımlar, karşılaşmalar. Performansın prömiyerini sanatçı arkadaşım Asuman Aktüy’ün atölyesi olan Müdahalesiz Alan’da gerçekleştirdik. Dans Buluşma’dan ayrıldığım 2011 yılından sonra Asuman’ın mekânları değil kendisi üretimlerime yuva oldu. Sahnede bana eşlik eden halı Asuman’ın annesinin halısı. Onun için de aile, ev, yuva gibi noktalara değinen bu performansın gösterim mekânı olarak son derece anlamlı. Sonraki gösterimler Mehtap ve Mustafa’nın konukluğunda Kıraathane’de oldu. Buranın da geçmişinde aileler, iyileşmeler, kolektif insan hikâyeleri ve buluşmalar var. Her mekânla hikaye başka hikayelere açılıp çoğalıyor. Bunu çok heyecan verici buluyorum.

Son Söz

Kapsamımız, acıyla yüzleşebilme, öfkelenebilme, öfkeyi yüzeye çıkararak yaşayabilme, cesaretle paylaşabilme, bundan haz duyma ve hatta doyum alabilme ile çoğaltılabilir. Bu bağlamda ürettiği solo performans yapıtı ile Aytül Hasaltun, kolektif bir denge arayışı ve onarım olanağı sunan bir deneyim için davette bulunuyor.

Sanatçı ve Kıraathane 24’te her ay tekrarlanan solo performansı hakkında daha fazla bilgi için iletişime geçebilirsiniz.

Filiz Ağdemir

Filiz Ağdemir, İstanbul'da doğdu. İstanbul'da yaşıyor. Gökyüzünü unutur, sonra hatırlar. Denizi unutmaz. Küratör, Yazar, Okur.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Will Trent
Önceki

Will Trent’in 2. Sezonu FX Ekranlarında Başlıyor!

Burak DAK, Fare Adam, Kâğıt üzerine sulu boya, toz pastel, kuru boya ve kurşun kalem, çerçevesiz ölçü 107 x 115 cm, 2025 ( DETAY )
Sonraki

x-ist’te Yeni Sergi: Burak Dak, Eli Cebinde Gezen Erkekler

Kaçırmayın!

Kurşun Kalem, Dilek Özhan Koçak

Katman Katman Bir Hikâye: Kurşun Kalem

Dilek Özhan Koçak’la İthaki Yayınları’ndan çıkan romanı Kurşun Kalem üzerine
Erkut Terliksiz

Erkut Terliksiz Solo Sergisi “DOKİ DOKİ” ile DG Art Project’te

Sanatın pek çok formuyla iç içe, yenilikçi ve sezgisel bir