Mebuse Tekay’ın kaleme aldığı Annem Gibi Olmadım Kafka Kitap etiketiyle yeniden okurlarla buluşuyor. 20 yıl sonra yeniden raflara çıkan Annem Gibi Olmadım, okurunu içine çeken, hayatın ta içinden; aşk, hayal kırıklıkları, yaşam, bağlar, düşünmeyi ve sorgulamayı hatırlatan 16 öyküden oluşuyor.
Bir pazar günü arkanıza yaslanıp, ayaklarınızı uzatarak, hem kendinizle kalmak hem de okumak istediğiniz bir gün için seçebileceğiniz doğru kitaplardan biri Annem Gibi Olmadım.
Yeni kapak tasarımı ile yeniden raflara çıkan Annem Gibi Olmadım öykü kitabı üzerine Mebuse Tekay ilettiğimiz sorularımızı yanıtladı.
Buyurunuz…
Annem Gibi Olmadım 20 yıl sonra Kafka Kitap etiketiyle yeniden okurlarla buluşuyor. Yeni kapakla birlikte bu basımda sizi heyecanlandıran ne oldu? Yıllar sonra yeniden basıma girmesinde etkili olan şey ne oldu?
Epsilon Kafka Kitap yayın sorumlusu Şebnem Soral kitabı tekrar basmak istediklerini söylediğinde, hem yirmi yıl sonra beğeniliyor olması hoşuma gitti hem yıllardır yeni öyküler yazmamış olmanın mahcubiyetini hissettim.
Annem Gibi Olmadım’daki öyküler aşktan, dostluktan, birey olmaktan, hayattan, hayatı anlamlandırmaktan ne anladığımı aktarıyor okura. Konuların insanlık tarihine denk bir geçmişi olsa da eskimiyor ve ilgimizi çekmeyi sürdürüyorlar.
Annem Gibi Olmadım içinde farklı coğrafyalardan, yaşlardan, hayatlardan konular ele aldığınız 16 öykü yer alıyor. Her öykü sonunda kendimizden hissedeceğimiz duygularla ayrılmamızı ister gibi bir bitiriş yapmışsınız. Öyküleriniz için duyduğunuz kaygı(lar) var mı? Okur için öykülerin ne ifade etmesini istersiniz?
Genellikle kaygılı bir insan değilim, öyküler için de kaygılanmıyorum. Hangi sonucu hak ediyorlarsa o sonucu yaratacaklarına güveniyorum.
Okur açısından baktığımda, öyküden etkilensin, bir duygu uyansın, bir perde aralansın, bir benzerlik yakalasın, tam da adlandırmadığı, farkındalığına oturtmadığı bir yanını keşfetsin, okumuş olması onda bir fark yaratsın isterim elbette.
Annem Gibi Olmadım kaleme alındığı zamanlarda öykülerinizi yönlendiren olaylar, konular neydi? Aktivist yönünüzün, öykülerinizde kadınları biraz daha fazla yazmanızda etkili olduğunu düşünüyorum. Ne dersiniz?
Lisede edebiyat öğretmenimin teşvikiyle birkaç öykü yazmıştım. Onları daktilo edip dergilere göndermemi söylemişti ama ilgimi çekmemişti. Dünyayı değiştirmek, daha dost daha adil daha sevgi dolu olması için çalışmak fikri beni büyülüyordu. Hukuku da bu yüzden seçtim. 1990’lı yıllarda dünyayı değiştirmekle ilgili fikirlerimi sorgulamak zorunda kaldım. Tabii insan kendini, fikirlerini sorgulamaya başladığında bu giderek genişliyor ve adeta yaşamını tekrar gözden geçiriyor. Başlarda yaşadığım hayal kırıklığı öyle büyüktü ki öyküye, yazıya sığındım desem yanlış olmaz ve yazdıkça iyileştim, hayatla barıştım. Sonrasında Körfez depremi oldu, sekiz ay bölgede çalıştım. O süreçte öyle büyük bir dayanışmaya, gönüllü seferberliğine tanık oldum ki insana ve hayata duyduğum güven de umut da yenilendi diyebilirim.
Özgürlük, eşitlik, ayrımcı olmayan bir bakış açısı yaşamımda hep önemli oldu. Bu hassasiyet öykülere de yansımıştır ama kadın hareketi aktivistlerine haksızlık etmek istemem, her alandaki eşitsizlik, güç farkı beni aynı ölçüde rahatsız ediyor. Öykü kahramanlarında ağırlığın kadın olması kadınları daha iyi tanıdığım, anladığım için olmalı.
Kitabı ilk yazdığınız yıla gidersek o günden bugüne öykü yazarlığı anlayışınızda değişiklikler oldu mu? Yeni basımın yeni enerjisiyle yeni bir öykü kitabına hazırlık var mı?
Öykü yazarlığı anlayışımın çok değiştiğini söylemek ilginç olabilirdi ama pek değişmedi. Kendim çok değiştim. Uzun süren bir anlama, sorgulama, yüzleşme dönemi yaşadım. Şimdi kendime, insanlara, hayata karşı daha cesur, daha alçakgönüllü ve daha samimiyim. Cesaretten anladığım da farklılaştı. Kendim olabilmek, neysem o olmak, yalnızlığı göze alabilmek, otoriteye karşı durabilmekten daha fazla cesaret gerektirdi.
Evet, öykülerimin yirmi yıl sonra tekrar basılması, defterler dolusu notlarımı ortaya çıkarıp gözden geçirmek ve yeniden yazmaya başlamak için beni motive etti. Tekrar yazmaya başladım ve yazdıkça aldığım keyif de artıyor, bu benim için iyi bir işaret. Neden derseniz, ben çok keyifle yazabilen biri değilim. Yazma sürecim biraz sancılı olur. Zor disipline olurum, kapanırım, adeta çevreyle bağımı keserim, yalnız kalmak isterim. Öyle olunca da aklımın bir kenarında, acaba yaşamayı ıskalıyor muyum sorusu döner durur. Sanki ya yazabilirim ya da yaşayabilirim gibi gelirdi. İlk kez rahat yazabildiğimi fark ettim ve tamam o zaman devam dedim kendime 🙂
Biyografinizi araştırırken hukuk, işçi, sendika, toplum konularına hakim olduğunuzu öğrendim. İyi bir öykü yazarı olmanızda toplumu, istekleri, hakları ve adaleti yakından tanımanızın etkisi var mı?
Öyküler, yazarın yaşama tanıklığından izler taşır. Aynı şeylere bakar, benzer olaylar yaşar ama farklı algılarız. Zihin dünyamın şekillenmesi, kendi sesimi oluşturmam yaşadıklarımdan süzülerek gerçekleşti. Bir yandan işçiler, sendikalar, hak ve adaletle iç içe bir mesleği sürdürmek, diğer yandan aktivist olmak hayatın çok farklı alanlarını ve o alanlarda yaşayanları tanıma şansı verdi. Politik duruşumu sahicileştirebilmemde, söylediklerimle yaptıklarım arasındaki mesafeyi sorgulayabilmemde yakından tanıdığım özü sözü bir işçilerin büyük payı vardır, minnettarım. Sivil inisiyatifler ise toplumun yatay bir kesiti gibidir, içinde her kesimden insanı barındırır. Yoksullar, varlıklılar, az okuyabilmiş olanlarla kendi branşlarının en üst noktasına ulaşmış olanlar, işçiler, sanatçılar, entelektüeller, gençler, yaşlılar, kadınlar, erkekler… Her kesimden insanla çalıştım, ortak yanlarını, ayrıldıkları noktaları, birbirlerine, topluma ve kendilerine bakışlarını gözlemledim. Bunu hayatın büyük bir armağanı olarak görüyorum. Kolay bulunamayacak bir zenginlik, genişlik, iyimserlik ve esneklik kattı bana. Umarım hayatın bana cömertçe sunduğu bu renkliliği öykülerime yansıtabiliyorumdur…