“…şarkılar söylemeliyim
nehirler gibi uzun
nehirler gibi kollu
nehirler gibi hırçın
ve yumuşak
ve nehirler gibi
dur
durak bilmeyen şarkılar söylemeliyim
gitmek
nehirlerle yan yana
gitmek
nehirler gibi zor
nehirler gibi çetin
nehirler gibi umutlu
gitmek
nehirlerden de öteye
oraya
taaa oraya
o büyük kurtuluşa
yüreğim
yaralı kuşum
topla ve aç kanatlarını.”
Yolcu, Hasan Hüseyin Korkmazgil.
Şiirleriyle ve yüreklice yaşadığı hayatıyla; umut edebilmenin, dertlenebilmenin, dudağınızın kenarına bir kuş gülümsemesi kondurabilmenin, en nihayetinde de bu duyguları birlikte hissedebilmenin güçlü bir emsalidir Hasan Hüseyin Korkmazgil benim için. Ve düşünün, bu güçlü birliktelik hissini, yıllar evvel Haziran’da Ölmek Zor deyip de 80’li yıllarda bu dünyayı bırakan bir şair; ardında bıraktığı sözleriyle, gerçeğiyle, insanı insanca kavrayışıyla, gerçek kılabiliyor. Gerçek bir duyguda buluşabilmek ne kıymetli bunu koca bir halkı yıllardır bölük pörçük etmeye çalıştıklarını okuyup, gördükçe anladım. Uzun çok uzun zamandır, belki gençliğimiz kadardır hissettiğimiz bu parçalanmışlık durumu fakat geçenlerde bundan bir gün belki kurtulabileceğimize ya da daha az hissedeceğimize dair bir umut hissettim. Herhalde buna inanmak da istedim. Bu umudu hissettiren şey müzik… Ankara’da Mor ve Ötesi grubu 19 Mayıs günü verdiği konser ile siyasetin hiçbir zaman yapamadığını, belki de hiçbir zaman yapmak da istemediğini, ruhumuza dokunmaktan başka bir şey vaad etmeden müzikleriyle caddeler boyu kalabalığı kendisine doğru yürüttü. Belli ki insanı kavrayabilmek ona insanca bir duyguyla yaklaşınca, sanatla, müzikle olabiliyor. Belli ki çok ihtiyacımız var bir sesin bizimle aynı şarkıyı söylemesine. Aynı derdi çekiyorum, aynı umudu duyuyorum derken sahiden orada hemhal olabilmekle gerçekleşiyor birlikte olabilmek. Konser alanında trafiği durduran, birbiri ile gülen, şarkıya eşlik eden, zıplayan, içen, ağaca tırmanan binlercesinin arasından kulağım henüz lise yıllarında olan genç bir kadının bağırışına takılıyor:
“Genç olmayı özlemişim.”
Daha lise yıllarındaki genç bir kadından bu sözü duymak sahiden çok ağır değil mi? İnsan gülüp geçemiyor çünkü biliyoruz ne kadar sahici bir söz olduğunu. Biz ne zamandır en güzel çağlarımızı yaşama hakkını bile elimizde göremiyoruz? Ve nasıl geri alacağız bu haklarımızı? Belki de unutmamak gerek yazılan şiirlerin, şarkıların çekilen acılardan sonra oluştuğunu ve yine de ozanların dile getirdiklerini acılarını… Hasan Hüseyin’in şiiri gibi nehirlerden öğrenmeli engeller nasıl aşılır ve eğer bir yolcuysak biz denizlere varıncaya dek gitmeli.
“…Akan buyur, ey yolcu
erişir menzil-i maksuduna aheste giden demiyorum ben sana,
tiz reftar olanın peyine damen dolaşır demiyorum. Böyle
demiyor çünkü nehirler. Duracaksın, dolacaksın, atlıyacaksın,
asacaksın, koşacaksın ve varacaksın oraya, diyor nehirler.
Öyle diyorum ben de
Beni dinle, beni anla ey yolcu…”