“bir şans daha var mı?” sergisinden görüntü
“bir şans daha var mı?” sergisinden görüntü

Çetrefil Konular, Geçirgen İfadeler: “bir şans daha var mı?”

Küratör Melike Bayık ile “bir şans daha var mı?” Sergisi Üzerine Söyleşi
25 Ocak 2024

Kavramsal olarak mimari dönüşümlere ve kültür yitimi üstünden insana odaklanan “bir şans daha var mı?” sergisini küratör Melike Bayık ile konuştuk. Mehmet Ali Boran, Antonio Cosentino, Memed Erdener, Yunus Emre Erdoğan, Kaan Fıçıcı, Şifa Girinci, Rana Kelleci, Melike Koçak, Aytekin Olgunsoy, Sümer Sayın, Egemen Tuncer ve Seçil Yaylalı’nın çalışmalarını bir araya getiren sergi, içinde bulunduğumuz hız çağının direttiği değişim ve dönüşüm arzusuna karşı direnen belleğin mücadelesini gözler önüne seriyor. Sergi 10 Şubat 2024 tarihine kadar Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde izlenebilir.

“bir şans daha var mı?”
“bir şans daha var mı?”

Millî Reasürans Sanat Galerisinin mimari kimliğinden ve kurum galerisi olarak öneminden söz eder misin?

Melike Bayık: Ayşe Gür ve Esra Melike Çuluk bu binanın öneminden daha detaylı bahsedecek lakin ben kısaca bu yapıyı her zaman sanat tarihindeki yeri, ikonik duruşu ve yaklaşımı içinde çok değerli bulmuşumdur. Galerinin külliyatı, tarihteki önemi, sanat tarihindeki yeri ve çok boyutlu mekânı içinde bir sergi ile oyun yaratmayı önemsiyorum. Küratörlük kariyerimde içime en sinen projelerimden birisi bu oldu. Herkese dokunabildiğimiz, binaya saygımızı gösterebildiğimiz, sanatçılarla herkese seslenebildiğimiz değerli bir yapının duvarlarına sarıldık, mekânında yürüdük.

Millî Reasürans Sanat Galerisinin Öyküsü

Ayşe Gür ve Esra Melike Çuluk: Millî Reasürans Sanat Galerisi’nin öyküsü, 1992 yılında, Millî Reasürans T.A.Ş.’ın Teşvikiye’de, mimar Sevinç ve Şandor Hadi tarafından inşa edilen kompleksinin bir bölümünü sanat ve kültür etkinlikleri için ayırması, bu alanda bir kütüphane, bir oditoryum ve bir galeri düzenlemesi ile başladı. 1994 yılına gelindiğinde ise galeri, binanın mimari kimliğine atfedilen ilk sergi ile günümüze dek devam eden yolculuğuna başlamış oldu. Yıllar içinde gerçekleşen Kuzgun Acar, Naile Akıncı, Avni Arbaş, Tiraje Dikmen, Turan Erol, Neşet Günal, Orhan Peker, Nevhiz Tanyeli, Tosun Bayrak gibi isimlere ait retrospektif sergiler ve bu sergilere ait yayınlar bugün hâlâ önemli başvuru kaynakları. Nuri Bilge Ceylan, Mustafa Horosan, Ali Arif Ersen ve Tayfun Pirselimoğlu ve Emre Arolat gibi mimarlık, fotoğraf ve sinema gibi farklı disiplinlerden isimlere ait sergiler ise galerinin çok katmanlı repertuarını her zaman zenginleştirmiştir.

Millî Reasürans Sanat Galerisi’nin köklenmiş kurumsal geçmişi ve otuz seneye uzanan belleğinin simgesi olan galeri arşivi dijital ortamda erişime açılmak üzere bir arşiv çalışması başlatıldı. Bu arşiv çalışması ile geçmiş sergilere/sanatçılara ait pek çok dia/negatif fotoğraf, el yazısı not, ziyaretçi defteri gibi malzeme taranıp günümüze kazandırılıyor. Tüm bu süreç ve galeri belleğini görünür kılacak bir sergi ise 2024-2025 sezonunda, galerinin otuzuncu yıl programının bir parçası olarak hayata geçecek.

Sergi metninde birlikte hareket etmenin sinyallerini ve parıltılarını [yaymaktan]” söz ediyorsun. Pratiklerini sürdürerek var olma çabası veren sanatçıların karma sergilerde yan yana iş sergilemesi bu parıltının izleyici nezdinde de en göz alıcı olduğu bir zaman dilimi gibi geliyor bana. Küratör olarak karma sergilerde özellikle önemsediğin değerler neler?

“bir şans daha var mı?” sergisinin metin yazarlarından birisiyim. Bu konuyu birazdan daha da açacağım, metnin genelinde ve serginin içindeki gizli sinyallerin altını çiziyorsun. Açıkça hiçbir yere ya da konuya işaret etmiyorum, özellikle izleyicinin keşfedeceği bir oyuncul alan yaratarak kavramlar arasında bir izlek sunmayı değerli buluyorum. Senin de söz ettiğin gibi, birlikte hareket etmenin ipuçlarını sergide eserler arasındaki ilişkide görebiliyoruz. Sergiyi tasarlarken, sanatçıların ve disiplinler arası eserlerin yerleşimi konusunda mekânın mimarisi yanında cinsiyet eşitliği, yaş faktörleri, eserlerin disiplinler arası yan yana gelişleri ve bu yan yana gelişlerdeki kavramsal anlatıyı ve ardışık konuları ön plana aldık.

İzlediğim kadarıyla ekolojik sorunları, bir arada yaşama kültürünü ve güvencesizlik, mülksüzleştirme ve kimliksizleştirme gibi politik olguları odağa aldığın işler küratörlük kimliğinin temelini oluşturuyor. Bu temaları günümüz sanatında nereye konumlandırıyorsun?

Bunlar dünyanın gerçeklerinden kaçamayan her bir kişinin yüzleştiği, savaştığı ya da çözüm arayışı için kendince yeni diller geliştirdiği konular. Bunlar o kadar eski ki antikleşmiş, tuhaf ve duygusuzlaştırılmış bir anlatı gibi sıklıkla hasır altı edilip her seferinde daha da çözümsüz meseleler olarak karşımıza çıkıyor. Toplumsal odakta yer alan çetrefilli konuları bireysel olarak da sık sık görüp yaşadığım ve bazen omuzlarımda yük olan meseleler olarak sergilerde değerlendiriyorum. Bunlar kültür sanat dünyasında hâlihazırda birçok küratör ve sanatçının üzerine düşünüp ürettiği, tartıştığı, binlerce akademik yayının irdelediği meseleler. Bu konular yer yer yoğunlaşarak tartışmaya açılıyor.

Ama geçmiş ile şimdi arasında bana kalırsa bir fark var. Dönem dönem toplumları meşgul eden bu meselelerin bir anda herkesin üstüne bu denli çöktüğü olmamıştı. Yıllardır bir konuya çözüm bulmaya çalışırken bir diğerinin yükünü taşımaya alıştık. Ancak o kadar çok ve yoğun ki artık, dönemin ruhu topluma olsa olsa kaos sunuyor. O yüzden ekoloji, yaşam ve kültür alanlarında güvencesizlik, mülksüzleştirme, kimliksizleştirme, aidiyetsizlik gibi binlerce konu aynı anda hepimizin başına geliyor. Belki bugün daha da önemli olan ise dertler aynı ama biz aynı biz değiliz, artık daha çok kol kola, omuz omuza dayanışma ile büyüyoruz. İnandıklarımız, birlikte yürüdüğümüz yollar daha aydınlık, işte bu yüzden bu konular sanatın içinde hep var ama karamsar bir dünyadan görmüyorum, benim gördüğüm dünya çözüm ihtimali var mı, birlikte bir şeyleri düzenlemek, inşa etmek mümkün müdür, bunu soruyor. Peki, şimdi kanıksanmış gerçeklikleri, dayanışmanın filizlendiği bir evrende gerçekleştirebilir miyiz?

Sergide yer alan on iki sanatçının işlerinde insan figürünü neredeyse hiç görmüyoruz; bu tercihini açar mısın?

“bir şans daha var mı?” kavramsal olarak temelde mimari dönüşümler ve kültür yitimi üstünden insana odaklanıyor. Yine toplumların, bizlerin meselelerini görünür hale getiriyor. Sergide küratöryel bir sezi ile figürlü bir eserin daha az olması üstüne çalıştık. Asistanım Deniz Özgültekin ile mekâna belirgin bir kurgu ile yerleştirdiğimiz sergideki eserler yapılarla kentsel adaleti sorguluyor. Sergide yer alan on iki sanatçıdan Memed Erdener’in ortada duran soyutlama bir figür olan elektrik süpürgesi gibi görünen bir kadın heykeli, Rana Kelleci’nin gerçek karelerden alınan göçmen görüntülerini soyutlayarak aydınger kağıdına geçirdiği anonimleşerek belirsizleşen çizimleriyle yer alan soyutlama figürler de sergide örtük biçimde görünüyor ve bu eserler belki de soyutlaştırılmış figürler olarak ucu açık bir anlatım ile sergide yer alıyor.

Sergideki eserlerin tamamı insana bakıyor, atıfta bulunuyor, lakin sadece Melike Koçak’ın beş fotoğrafından ikisinde belirgin biçimde figür görebiliyoruz. Bunlar Okmeydanı’ndaki Tozkoparan Mahallesi’nin soylulaştırılmasını konu edinen işler. Üç kuşaktır orada yaşayan bir ailenin sözsüz, bağsız ve izsiz bırakılarak ivedi biçimde mülksüz kalışını izliyoruz. Fotoğraflar arasında yer alan bir kadın figürü ise karede katlı bir yapıda alt kattan yukarı bakıyor. Sergide aşağıdan yukarı bakan bu figürü kontrast bir anlatı ile mekânda en yukarıda duran iş olarak yerleştirdik. Mahallesi yok edilirken kendisine söz hakkı tanınmayan bu kadını buranın bir gözetleyeni konumuna taşımak istedik. Sözü alınana söz atfetmek… Serginin belki de tüm anlatısını bu kadının kontrolüne, güvencesine, şefkatine teslim etmek istedik.

Birçok yerleştirmenin bulunduğu bir sergi bu; genel olarak yerleştirmeler biçimsel yönüyle ne söylüyor sana?

Küratör olarak sergileri tasarlarken daima mekânın kimliği ve ruhunu öne çıkarmayı önemsiyorum. Millî Reasürans Sanat Galerisi’nin kimliği, yapısı ve yapılma gerekçesi ise beni gerçekten etkiliyor. Çok şanslıydık ki bu hafta Erim Pala’nın organizasyonu kapsamında İKSV Siyah+Beyaz Lale Kart üyeleri ile sergiyi gezerken binanın mimarlarından Sevinç Hadi de bizimleydi. Ayşe Gür ve Esra Melike Çuluk’un yıkarıda söz ettiği gibi 1992’de Sevinç–Şandor Hadi tarafından tasarlanan, bir yarışma sonucu iki mimarın kazandığı yapı Teşvikiye konutları arasında yeni bir dil, soluk olarak planlanmış. Ofisleri, iç içe geçmiş mimari blokları ile bir dayanışma temeli gibi karşımıza duruyor. Sevinç Hadi’nin aktarımı ile yapı herkese ev sahipliği yapacak biçimde kurgulanmış. Bina yapıldığında galeri ile bir kütüphane, nefes almak üzere bir Japon Bahçesi, Millî Reasürans T.A.Ş.’nin Oda Müziği Salonu gibi kültürel açıdan çok değerli bölümleri de binayı hazırlarken düşünmüşler.

Sergimin olduğu galeri alanı ise 1994’te kurulduğunda ilk olarak Amelie Edgü’nün direktörlüğünde Sevinç – Şandor Hadi’nin mimari kurgusu üzerine sergisi yapılmış, galerinin şu an ki direktörü Ayşe Gür ve koordinatörü Esra Melike Çuluk ise bu geçmişi yarına taşımanın önemi üzerine galerinin külliyatlı 29 yıllık tarihini dijital bir arşive dönüştürüyor. Sanat tarihinde açıldığından bu yana aralıksız devam eden ikinci kurum galerisi olarak tarihe geçiyor bu galeri. İsminin galeri olması benim akademik yönümü daima neşeli biçimde düşündürüyor, güncel anlamı yanında bir araştırma enstitüsü, kültür alanı gibi çalışmalarını sürdüren bu yapı yerleştirmeler için de çok değerli bir mimariye sahip.

Binanın mimarisine olan tutkumun temellendiği kısımları anlattığıma göre şimdi “bir şans daha var mı?” sergisindeki yerleştirmelerin yapı ile ilişkisel boyutunu aktarabilirim. Binanın yerleşkesi itibariyle galeriye girilen kısım ortak bir toplumsal alana, geçiş alanına bakıyor. Güvenlikten girilerek başlayan galeri bir vitrin ile sokağa bakarken, kıvrımlı, kütleli merdivenleri ile alt kata geçiyor. Şiirsellik ve katı bir kütlesellik arasındaki nizamlı ve gösterişli yapı, bu serginin kavramsal alt yapısı için de yerleştirmeler adına çok katmanlı bir yerleşke oldu. Galerinin bu katmanlı ve hareketli mimari yapısı, ana mekânın içindeki merdivenler ile bir balo salonuymuş gibi sizi yıldız ışıkları içine alan galerinin ana alanına götürüyor. Mekân ana salonu, yan duvarları ve mermer bloklarına yerleşen eserler ile kavuşarak yeni bir vücut buldu diyebilirim.

Sümer Sayın ve Seçil Yaylalı’nın girişte başlayan yerleştirmeleri, merdivenin kıvrılan taşıyıcı rolündeki alanına aidiyet atayan yerleştirmeler ile devam ederek mekânın kot farkı olan alt katına ulaştı. Bir karanlık odada Mehmet Ali Boran’ın videosu, uzun bir duvarda Aytekin Olgunsoy’un kazı buluntularından bir yerleştirme ile devam ederek mekânda kökleşti. Memed Erdener, Antonio Cosentino, Melike Koçak, Kaan Fıçıcı, Yunus Emre Erdoğan, Egemen Tuncer, Şifa Girinci ve Rana Kelleci bu mimaride duvarlardaki ve zemindeki eserleri ile mekânı çepeçevre sararak yekpare bir yapıya büründürdüler. Yerleştirmelerin tamamı binaya sarıldı, bina ile bir oldu. Sergiler yapıya saygı duymak ile eseri öne çıkarmak arasındaki çıkarsız ilişkinin eşitliğine odaklanır. “bir şans daha var mı?” sergisi çok parçalı bir anlatılar bütünü ile binanın elverişli katmanlılığını fonksiyonel bir yapı taşına dönüştürüp yapının özgün kimliğinden beslenen yerleştirmeler ile bir kavuşmayı sunmayı öncelesin diye çabaladık.

“bir şans daha var mı?” sergisinden görüntü
“bir şans daha var mı?” sergisinden görüntü

Mükerrer işler, seriler, yeniden denemeler, yapısal arayışlar… Sergide yer alan sanatçıların kişisel hikâyelerine ve toplumsal konulara yaklaşımlarını görüyoruz; buradaki işler kişisel ve toplumsal meseleleri nasıl estetize ediyor?

“bir şans daha var mı?” mimari üzerinden yaşamsal yeni analizler, olasılıklar olabilir mi, buna odaklanırken toplumlar arası ilişki katmanları, geçmiş, şimdi ve yarın arasındaki çetrefil konuları geçirgen ifadelerle aktarmaya çalışıyor. Yapıtlar, kültür, insan, coğrafya, çalışan, köle, dilenci, ilişkiler, çıkarlar, rant meseleleri, geçmiş, nostalji, kökler ve aidiyetler, ev, kimliksizlik, soylulaştırma, bireysellik ve dayanışma arasında çarpık birçok konuyu gündeme taşıyor. Konuşulmaktan çekinilenlerin altını çizen eserler bir gösterge bilim olarak arşiv kaydını açıkça sunmaya başlıyor. Sanatçılar Mehmet Ali Boran, Antonio Cosentino, Memed Erdener, Yunus Emre Erdoğan, Kaan Fıçıcı, Şifa Girinci, Rana Kelleci, Melike Koçak, Aytekin Olgunsoy, Sümer Sayın, Egemen Tuncer ve Seçil Yaylalı’nın yerleştirme, heykel, video, fotoğraf, resim ve buluntu nesne gibi birbirinden farklı disiplinlerdeki eserleri ile anlatıları sunmaya devam ediyor. Çoğulcu bir yön ile sergide yer alan eserler birbirine bağıl, ardışık bir anlatıyı takip ederek kent-kültür, güvencesizlik ve sosyal adalet arasında bir çatı oluşturuyor. Katmanlı ve güçlü bir zinciri kavramsal olarak bir söyleme dönüştürüyor.

Senin, Neslihan Koyuncu Balinin ve Hüseyin Gökçenin yazılarını içeren bir sergi kitabı çıktı yakın zamanda. Yazılarınızda bu sergiyi hangi bağlamda ele aldınız?

“bir şans daha var mı?” birçok katmanlı hikâyenin perdesini aralıyor. Turgut Uyar’ın “Geyikli Gece” şiirinin bir cümlesinden atıfla “Hâlbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta, her şey naylondandı o kadar” başlıklı yazım kimliksizlik, gelenek ve aidiyet, güvencesizlik, nostaljik ya da tarihi değeri olanın kapital açıdan değersizleştirilerek istenmeyişi gibi konuları değerlendiriyor. Binayı kendine ev edinen sergi bireysellikten çok toplumsallığı, kamusal hak ve adalet arayışı ile şeffaf dengeleri işaret ediyor. Sergi metni bazen kırılgan bazen de keskin köşeleri göstererek tıpkı bir insan gibi toplumun nabzını çözüm odaklı bir yönden okutmaya niyet ediyor.

Neslihan Koyuncu Bali’nin “Akıntıya karışarak direnme” başlıklı metni, mimari yapıların kültürel deformasyon dönemindeki akışkan kimliğini sorgulamayı uygun gördü. Bir çırpıda okunan bu metin toplumsal hafıza açısından önemsediğimiz mekânların, mahallelerin bütününe yönelik farklı bir perspektif sundu. Hüseyin Gökçe “Düşüşün İmkânsızlığı” başlıklı çarpıcı yazısında kırıldığımız yerden filizleneceğimiz, birlikte yürürken inşa edeceğimiz dayanışma emarelerini satırlar arasında görünür kıldı. Benim kaleme aldığım küratoryal metin, Neslihan’ın sanatçı ve yazar kimliği ve Hüseyin’in sosyal bilimci bir yazar olması birlikte düşünüldüğünde, toplumsal değişkenliklere bakış açımızı şeffaflaştırma çabamızı gösteriyor.

Amir Jamshidi’nin binayı irdeleyerek yapılara dair bir soyutlama etkisi ile hazırladığı afiş tasarımı, akabinde çalıştığı etkileyici sergi kitabımızda yer alan bu metinler Millî Reasürans Sanat Galerisi için değerli bir arşiv kaydı oldu.

Son olarak, serginin sorusunu sana yönelteyim. Bir de zorluk getireyim: Tek bir cümleyle yanıt verecek olsaydın, ne söylerdin, bir şans daha var mı?

Bu kadar konu varken tek bir cümle beni çok zorluyor. Beni bir küratör olarak tanıyanların yakalayacağı her sergide sorduğum o gizemli soruyu bu kez apaçık ortaya sorduk. Serginin ismi yaptık. Bu soru birçok kişi için belki yanıt vermesi çetrefilli ve zor bir yerdedir. Benim için sergi sona ererken baştan sona geçirdiğim tüm süreç üstüne konuştukça, tartıştıkça büyüdü. Açık bir argümanı ortaya koydu. Ben umutluyum, umutsuz bir gezegenin çocuğu değilim, sergilerimde de daima iyicil olana, umutlu olana işaret etmekten, omuz omuza dayanışmayı, birlikte yürümeyi işaret etmekten geri durmuyorum. Yol bazen çok zor olabiliyor ama çok şanslıyız ki bu yolu müthiş insanlarla yürüyüp harika sanatçılarla doğru soruları sormayı bir düstur hâline getirdik. Şans var mı, yok mu artık izleyenin, okuyanın takdirinde diyerek soruyu sana ve başkalarına yöneltiyorum.

Zeynep Nur Ayanoğlu

Zeynep Nur Ayanoğlu çevirmen ve kültür girişimcisi. AICA üyesidir.

İki sezon boyunca Zilberman Gallery’nin podcast serisi “Podium Zilberman”ı (2020-2022) hazırlayıp sunmuştur. 5harfliler için sanat söyleşileri yapar. On İkinci Ev, Türkland ve Fotoroman Kralı tiyatro oyunlarının iletişim danışmanlığını yürütür. Yurt içi ve yurt dışı kurumsal ve kişisel ilişkilerinde ve metin üretimi konusunda sanatçı ve oyunculara danışmanlık verir. Ulusal ve uluslararası kültür sanat etkinliklerine katılır; iletişim danışmanlığı kapsamında program geliştirir, fonlara başvurur ve fon sürecini yönetir. Sanat galerileri için katalog çevirir, metin yazarlığı ve editörlük yapar.

Fotoğraf: Kadir İncesu

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Uzayda Şehvet
Önceki

Rudy Rucker’ın Kaleminden Uzayda Şehvet, Çıktı

Güneş Özgeç
Sonraki

Güneş Özgeç’in Yeni Şarkısı ”Bu Gemi Yandı” Yayında!

Kaçırmayın!

Performans Ekolojileri: Feminist, Dekolonyal ve Kuir Dramaturgiler

Kaş Tiyatro Günleri ekibi ve CultureCivic destekli Açık Alan projesi
Antonio Silva - Tiago Nunes

21. Gümüşlük Müzik Festivali 10 Temmuz’da Başlıyor!

21. Gümüşlük Müzik Festivali, sanatseverleri 10 Temmuz – 9 Eylül