Mustafa Ali Yurdupak
Mustafa Ali Yurdupak

Mustafa Ali Yurdupak ile “Gündönümü Harekâtı” Kitabı Üzerine

4 Aralık 2022
Mustafa Ali Yurdupak
Mustafa Ali Yurdupak

Mustafa Ali Yurdupak’ın “Gündönümü Harekâtı” kitabı, II. Dünya Savaşı döneminde Türkiye’de yaşananları gözler önüne seren, edebiyatımızda az rastlanır konusu ve Berlin’den İstanbul’a uzanan detaylı tasvirleriyle dikkat çekiyor.

Satırlarında yer verdiği savaş yıllarının ağırlığını sürükleyici kurgusuyla dağıtan “Gündönümü Hârekatı”, yazar Mustafa Ali Yurdupak’ın deyimiyle; eşsiz kalemlerden olan Rıfat Ilgaz’ın “Karartma Geceleri” ve Yılmaz Karakoyunlu’nun “Salkım Hanımın Taneleri” kitaplarının yolundan ilerleyen bir yazını okurların beğenisine sunuyor. Farklı ve az denenmiş bir alanda oluşturulan roman, dahil olunmasa da etkisiyle Türkiye’yi kasıp kavuran II. Dünya Savaşı dönemine yer veriyor. Yazar Yurdupak, insanların o dönem neler yaşayabileceği ve hissedebileceği üzerine düşündüren bir roman kaleme alıyor.

Dönemin Diliyle Konuşan Karakterler, Zamanda Yolculuk Etkisi Yaratıyor

Türkiye’de polisiye alanında yabana atılmayacak bir birikim olsa da casusluk macera romanlarının fazla olmadığını söyleyen Yurdupak, “Gündönümü Harekâtı”nı yazmasını da bu el değmemişliğin teşvik ettiğini belirtiyor. Kitap, okuru yalnızca dinamik bir olay örgüsüne değil, dönemin İstanbul’una da çekiyor. Mustafa Ali Yurdupak, sadece detaylı mekân tasvirleriyle sınırlı kalmak istemediğini belirtirken; karakterleri dönemin diliyle konuşturarak, okuru bir zaman yolculuğuna çıkardığını ifade ediyor.

Mauthausen Toplama Kampı da Hitler’in Güney Almanya’daki Sayfiye Evi de Romanda!

“Gündönümü Harekâtı”, İstanbul’un yanı sıra Berlin ve Londra’ya da uzanan geniş bir perspektif sunuyor. Yazar Yurdupak, Mauthausen Toplama Kampı’nı da Güney Almanya’daki sayfiye evinde oturan Hitler’i de satırlarına işliyor. Bu sahneleri de Jack Higgins ve Glenn Meade romanlarında karşılaşılabilecek detaylarla betimlemeye çalıştığından bahseden Yurdupak, dönemin diline yer vermesi nedeniyle kitabın çok sayıda dipnot barındırdığını da ekliyor. Yazar, bir romanda 200’den fazla dipnot olmasının, bazı okurlara şaşırtıcı ve yorucu gelse de bu detayların sevenlerine ayrı bir tat vereceğini belirtiyor.

Nazi Almanyası’nın zulmünden kaçarak İstanbul’a gelen bilim insanlarından olan Paul Winkler ile başlayan hikâye, tarihî gerçeklerle de okurunu baş başa bırakıyor. Nazilerin elindeki kız kardeşi ile ayrılmak zorunda kaldığı sevgilisi arasında seçim yapması gereken Winkler’in hayatına değinen “Gündönümü Harekâtı”, Soğuk Savaş Dönemi’ne dair tespitler de sunuyor. 2021 yılında İnkılâp Kitabevi imzasıyla yayımlanan romanda Mustafa Ali Yurdupak tarih, siyaset ve edebiyatın birleştiği disiplinlerarası bir çalışmayı okurlarıyla buluşturuyor.

Diplomasi ile ilgilenen isimleri edebiyat dünyasında görmek alışkın olduğumuz bir durum değil. Bu ilginiz nereden geliyor? Yazarlık serüveninizden bahseder misiniz?

Bir düzeltme yapmama izin verin. Aslında diplomasi çalışma hayatımın küçük bir kısmını oluşturuyor. Dört yıl boyunca New York’ta Ticaret Ataşesi olarak görev yaptım. Hariciyeci olarak tabir edilen Dışişleri Bakanlığı mensubu kariyer meslek memurlarından değilim. Benim mesleğime, ulusal ve uluslararası kamu hizmeti demek sanırım daha doğru olur. Hariciyecilerin anılarını yazmayı tercih ettiğini gözlemliyorum. Kamuda çalışıp edebî eserler verenler de var. Hasan Ali Toptaş ve Rasim Özdenören aklıma geliyor.

Çocukluktan beri yazmak tutkusuna sahibim. Küçük yaşlarda bu tutkumun peşinden giderek, Jules Verne’nin romanlarına benzetmeye çalıştığım bir macera öyküsü yazmıştım. İnce bir defteri doldurduğumu hatırlarım. Sonrasında üniversite yıllarına kadar yazmayı bıraktım. Üniversitede iken arkadaşlarla beraber çıkarttığımız dergilerde hikâyelerim yayınlandı. Mesleğe atılınca yine uzun bir ara verdim. 2019 yılında tutkumun peşinden gitmeye bir kere daha karar verdim ve bir yaratıcı yazarlık kursuna katıldım. İlk romanımı da kurs sonrasında kaleme aldım.

İlk kitabınız olan “Gündönümü Harekâtı”, edebiyatımızda örneklerine az rastlanır bir konu olarak II. Dünya Savaşı’nda Türkiye’de yaşananlara yer veriyor. Bu konu seçiminde neler etkili oldu? Romanınızın oluşum aşamasını anlatır mısınız?

Konusu II. Dünya Savaşı yılları Türkiye’sinde geçen romanlara rastlayabiliyoruz. İlk aklıma gelen örnek, büyük usta Rıfat Ilgaz’ın “Karartma Geceleri”. Bir başka örnek Yılmaz Karakoyunlu’nun “Salkım Hanımın Taneleri”. Ancak II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de geçen bir casusluk öyküsü deyince, hatta casusluk öyküsü denilince, dediğiniz gibi çok az örneğe rastlıyoruz. Savaştan hemen sonra yayınlanan Esat Mahmut Karakurt’un “Ankara Treni” kitabı, “Gündönümü Harekâtı”na kadar benim bildiğim yegâne örnek. Aralarında neredeyse seksen yıl var.

Ben bir casus öyküsü anlatmak istiyordum. Savaşta tarafsız kalmış ülkelerin casusların cirit attığı yerlere dönüştüğünü biliyoruz. İstanbul gibi Lizbon da o yıllarda casusların akınına uğramıştı. Savaşın oluşturduğu bir fonda ve İstanbul’da geçecek bir casusluk öyküsünün ilgi çekeceğini düşündüm.

Roman için önce detaylı bir olay akışı ve karakterleri oluşturdum. Ben romanı önce kafamda yazdım sonra varsa tutarsızlıkları görebilmek için bir özet çıkardım. Bunu bir eskize benzetebiliriz. Yazmak ise bir kağıda çizdiğin eskizin resme dönüşmesi gibi. Ayrıntılarla boşlukları doldurarak ilerliyorsun.

“Gündönümü Harekâtı”nda 200’den fazla dipnot bulunuyor. Peki ağırlıklı olarak hangi kaynaklardan yararlandınız? Kitabınızı yazarken hangi romanlardan ilham aldınız?

200 dipnot biraz alay konusu bile oldu. “Doktora tezi gibi roman mı olur?” denildi. Türk karakterleri dönem diliyle konuşturmaya çalıştım. O yıllarda kullanılan birçok kelime ve tabir, çağımız okuru için bilinmedik şeyler. Bu dipnotların büyük bir kısmı o kelimelerin günümüz Türkçe’sindeki karşılıklarına ayrıldı.

Bir de romana gerçekçi bir hava verebilmek için Nazi üniformalarının detaylarından o yıllardaki eğlence mekanlarına kadar bazı konularda dipnotlara başvurdum. Romanın bir yerinde karakterlerden birisi içtiği kokteyli övmek için “Böylesini Stork Club’da bile bulamazsın.” diyor. Okura o karakterin neden bahsettiğini anlatmam gerektiğini düşündüm.

Çok sayıda dipnot olunca yoğun bir kaynak taraması yapıldığı izlenimi ediniliyor. Bazı detaylar için elbette kaynaklara başvuruyorsun ama benim o yıllara olan ilgim nedeniyle sanıldığı kadar çok kaynak kullanmadığımı söyleyebilirim. Sistematik olarak kullandığım tek kaynak o yılların İstanbul’unu daha iyi betimlemek için “Pervititch Haritaları” oldu.

O yıllara dair az önce saydığım tüm romanlardan ilham aldım. Ayrıca benim romanımda da bir karakter olarak geçen Ankara’daki Nazi ajanlarından Ludwig Moyzisch’in “Çiçero Operasyonu” adlı yarı kurgu, yarı otobiyografik kitabı da ilham verici oldu.

Bazı yazarlar aynı türde kitaplar kaleme almayı tercih ediyor. Sizin için de böyle bir durumdan söz edebilir miyiz? Kendinize hangi türü daha uygun buluyorsunuz?

Sanırım evet. Ben bizim yazınımızda az bulunan casus-macera romanlarıyla devam etmeyi arzu ediyorum. Bu alanda yazmayı seviyorum ve bir eksikliğe de cevap vermeye çalışmak beni iyi hissettiriyor.

Farklı mesleklere sahip olsa da edebiyat ile ilgilenen genç yazarlara kendi hikâyenizden yola çıkarak neler tavsiye edersiniz? Nasıl bir yol izlesinler?

Yazma tutkusuna sahipseler öncelikle benim yaptığım gibi uzun aralar vermesinler. Bundan kesinlikle kaçınsınlar. İçinde böyle bir tutku olan kişi, bunu herhangi bir nedenle gemliyorsa kendisini hep eksik hissedecektir. Ben yazmaya başlamakla tamamlandığımı hissettim. “Çok istiyorum ama zaman yok, başkalarının ne düşüneceğinden çekiniyorum ya da yapmakta olduğum mesleğim nedeniyle çekincelerim var.” diyenler en azından günlük tutsunlar. Çok şahsi bir pratiktir günlük tutmak.

Yazarlık kurslarını da tavsiye ederim. Olmayan bir yeteneği içinize yerleştiremez ama var olanı daha verimli bir şekilde kullanmanızı sağlar.

Çok okumak demiyorum bile okumadan yazabilmeniz mümkün değil.

Yazmak da her tutku ve yetenek gibi yabancısı olana biraz sihirli geliyor. Benim için bir melodinin oluşması, bir beste yapılması asla hayal edemediğim bir süreç. Ama hangi alanda olursa olsun “sihir” dediğim şey buzdağının sadece üstü. Yazarlıkta da ustalaşmak pratik gerektiriyor. Kalem ve klavye boş kalmamalı.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir edebiyat çalışması var mı? Varsa bununla ilgili bilgi alabilir miyiz?

Yeni bir roman çalışmam var. Sonuçlanmak üzere. İlk romanımdaki temel karakter Amcabey’in bir başka macerası. Ancak bu defa II. Dünya Savaşı değil, 1930’larda geçen bir öyküyle karşılaşacak okurlar. Atatürk Türkiye’sinde yaşanan bir casusluk öyküsü. İngilizcede “prequel” olarak adlandırılacak bir roman diyebiliriz. İlk romandan yedi yıl kadar önce geçiyor. Yazma serüvenim sekteye uğramazsa Amcabey’in casusluk kurgusunun büyük ismi John Le Carre’ın meşhur istihbaratçısı George Smiley gibi birden çok romanda karşılaşacağımız bir karakter olmasını planlıyorum.

Sanat Okur

Türkiye'nin En Büyük Kültür Sanat Haber Portalı, Sanat Haberleri, Sergi Rehberi, Sanatçı Portfolyoları, Sanat Üzerine Söyleşiler

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Atölye Modern Programları
Önceki

Atölye Modern’de Günümüz Sanatı ve NFT Semineri Başlıyor!

Mehtap Demirci
Sonraki

Portfolyo: Mehtap Demirci

Kaçırmayın!

İsmail Yiğit

“Lalenin Çini İle Dansı” Sergisi İstanbul Lale Müzesi’nde

Emirgan Korusu’ndaki rengarenk laleler, Çini Ustası İsmail Yiğit’in lale desenli
John Boyne

John Boyne’un Yeni Kitabı: Kalbin Görünmez Öfkeleri

John Boyne‘un yazdığı, Khosro Ashtari‘nin resimlediği ve Mert Doğruer‘in dilimize