Unutmak kelimesi mesafeyi, rahatlamayı, anımsamayı, öğrenmeyi aklıma getiriyor. Bir süredir izlediğim filmler ve tiyatro oyunları sonrası oyuncuların unutma, anımsama ve öğrenme durumları arasındaki ilişkiyi merak eder oldum. Bu konu üzerinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü Tiyatro Ana Sanat Dalı mezunu oyuncu Fatih Sönmez 1 ile keyifli bir söyleşide bulunduk.
Her şey silinebilir bazı şeyler iz bırakmadan silinmez. İzi yorumlamaksa iz sürene düşer. “Unutmak belleği canlı tutar anımsamak ise belleğin ürünüdür” diyor, Marc Auge. Anımsamak içinse imgelere ihanet etmemek gerekiyor galiba. Bazen biz istesek de ihanet edemeyiz. Hayat hep o imgelerin etrafında dolaştırır bizi. Kaybetmek istemeyiz kayıp giden zamanı ve içinde yok olanı kabullenmeyiz ya da tanıdık bir imgelemin içinde yürümek isteriz. Kimi zamanda o imgelerin yolundan kurtulmak, unuttuğumuz yerden öğrenmek isteriz. Bu biraz yeniden okumak ve yeniden izlemeye benzer. Peki, yeniden oynamanın, yeniden sahnede olmanın oyuncu olarak sizin öğrenme ve unutma biçiminize etkisi nasıl oldu?
“Bobby Mcferrin müziğinde kullandığı tekniği uzun yıllar icra etmiş ve bu tekniğin asıl çalışacağı noktanın onun unutulduğu anda başlayacağını keşfetmiş. Bir sanatçı için bu çok önemli. Ben de kendi adıma bu noktadayım. Konservatuarda oyunculuk adına çok şey öğreniyoruz fakat okuldan sonra bunların unutulması gerektiğini düşünüyorum. Yürümeyi yeniden öğrenmeye çalışmak gibi… Bir role hazırlanma süreci bu metafor ile bağlantılı. Yalnızca öğrenilmiş teknik bilgi ile hareket etmek yerine yeniden deneyimlemeyi daha doğru buluyorum. Unutmayı da bu deneyime bağlıyorum. Bir rolü hazırlarken unutarak deneyimi önce kendim yaşıyorum ardından da seyircinin büründüğüm role dair: “Bu adam sahiden bu adam mı?” sorgusuyla gerçeklik ve oyun arasındaki yanılsamayı deneyimlemesini istiyorum. Herhangi bir rol kalıntısı kalmasın, usta sanatçıların ustalıklarının yok olduğunu görmek ve “Bunda ne var? Bunu ben de yaparım.” illüzyonunu yaşattığı zaman sanatın kapı açtığını düşünüyorum. Söylediğin unutmak kavramını ben böyle görüyorum; role başlarken tecrübeleri unutmak. Tortular elbette var. Onları silmek mümkün değil ama tekniğin görünmemesi önemli çünkü seyirci tekniği görmeye değil bir şeye inanmak için geliyor. Bir katarsis anı bu… Sanattaki sanrı ile de seyirci bazen oyun anında bazen ise hayatının çok farklı bir anında izleyip unuttuğu bir şey ile karşılaşıyor unutmak böyle bir şey aynı zamanda bir öğrenme biçimi.”
Bir film, bir tiyatro sahnesinde ya da bir müzisyeni dinlerken içimize ayna tutulduğunu hissettiğimiz anlar oluyordur. Belli ki yaşadığımız o katarsis anları bize ayna tutanın unutma biçimini kullanması ile gerçekleşiyormuş. Ben bir izleyici olarak Öğretmen 2 isimli kısa filmini izlememin ardından uykumun yarısında gözlerimi tatsız bir rüyadan açtım, ardından ağır bir uyku uyuyup uyanmak istemedim. Bir oyuncu kendisini ve daha önce oynadığı rolleri unutup sahnede olduğu role bürünmelerinin ardından nasıl bir yaşama ile karşılaşıyor?
“Öğretmen, filmin yönetmeni Baran Gündüzalp ile bizim arkadaşlığımızın düşünsel bir ürünü, rüyasal bir film. Roman Polanski’nin The Tenant’ı gibi biraz daha içine kapalı ama içinde rüyasal da olsa bir umut barındıran bir dökü-drama denemesi. Dökü-dramanın bundan sonraki sinema ve sanat anlayışını değiştireceğini düşünüyorum. Burada unutma meselesine yine dönüyorum çünkü dökü-dramada gerçekleştirmek istediğimiz; oyuncunun teknik bilgilerinden ve egolarından sıyrılıp, gerçekten oynadığı kişi gibi yaşayabildiği hikâyeler ve seyirciyi, “Drama mı izliyorum yoksa belgesel mi?” illüzyonuna sürükleyen bir yapı oluşturmak. Öğretmen’de ve yine Temmuz ayında gelecek olan Balık Kırgını da bir dökü-drama işi orada da bir unutma, bir yıkma biçimi var. Bir akımın çıkması gibi; sanatçının yaratıcılık sürecindeki en önemli parçası yıkım ve unutmak… Canlı ve yeni bir şeye dönüşen bir sızı bu… Aslında bir taraftan da kafandaki bir şeyi anlatıp rahatlamak gibi o fikri icra etmiş gibi bir ferahlama hali de sağlayabilir. Oyuncu o yıkımın ardından o sızı ile yaşıyor o sızıyı yeni bir şeye çevirme gücünü arıyor.”
Tatbikat Sahnesi oyunu Acting dolayısıyla bir süredir İstanbul ve Ankara sahnelerinde sıklıkla yer alıyorsunuz, iki kent arasındaki karşılaşmalarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Ben İstanbul’da doğup büyüdüm, tiyatroya başlamam ve sürdürmem de İstanbul’da oldu. Tatbikat Sahnesi ile de Ankara ile sık sık karşılaşır oldum. Ankara yabancısıyım turistik yerleri dışında sokaklarında ve ilgimi çeken yerlerine dalıyorum. Şehirlere gittiğim zaman aralarda bir yer bulup oralarda müdavimleşmeyi seviyorum. Şehir ile karşılaşmak güzel ama ben Cemal Süreya’cıyım ve İstanbul’a dönüşleri seviyorum. “
Fatih Sönmez ile söyleşinin ardından bende tekrar eden unutmak eylemi başlı başına bir anımsama ve öğrenme biçimi diye yineledi kendisini; bir insan, bir oyun, bir film, bir müzik için unutarak öğrenmek. Yeni bir kent için de öyle… Kentin görünmeyenleri arasında dolaşmak unutup yeniden öğrenmek, onu okumanın ve o kentte kendinize dair sevecek bir şey arayıp bulmanın en güzel yolu galiba. Süreya gibi sevmek ise elbette başka;
“İstanbul, İstanbul uzakta
İstanbul’a ateş etmeyiniz
Tutalım yanılıp ateş ettiniz
Şeker Ahmet Paşa’nın resimlerini
Eski hececilerin şiirlerini bir de
Ben çok seviyorum siz de seviniz”
1 http://yaseminozbudun.com/tr/sanatci-detay/35/fatih-sonmez
2 https://vimeo.com/146707017