Sanatçının Siyaseti Halkına Sevdadan İbarettir // Eser Taşkıran

Sanatçının Siyaseti Halkına Sevdadan İbarettir - Cem Karaca // Eser Taşkıran
Sanatçının Siyaseti Halkına Sevdadan İbarettir – Cem Karaca // Eser Taşkıran

Klasik batı müziği, müziğin tüm matematiğini ve bilimsel altyapısını kurallar ve kuramlar üzerine oturtmuştur. Sazları ve insan sesini ses enstensiyonlarına (enstensiyon: sazların ve insan sesinin oktavlara yayılan çalınabilirlik veya seslendirilebilirlik özelliğidir.) göre ayırmıştır, Örneğin kontrbas, yaylı sazlar grubunun en bas enstrümanıdır. Sonra viyolonsel gelir, sonra viyola ve bu grubun en tiz sazı kemandır. İnsan sesi erkeklerde (kalından inceye doğru) bas, bariton, tenor olarak gruplandırılır. Kadın sesi ise, alto ve soprano olarak ayrışmıştır. Bugün sizinle paylaşacağım Cem Karaca’nın ilk çarpıcı özelliği; hem bas, hem bariton hem de Tenor tınılara sahip olmasıdır. 2000 ile 2002 yılları arasında sahnede büyük ustaya eşlik ederken fark etmiştim bu bitmeyen enstensiyonu, daha da garibi her oktavda ses telleri sanki direkt yüreğinden besleniyor oluşuydu. Bastığı her nota dinleyeni derinden etkiliyordu. Tek insan üstü özelliği ses kapasitesi de değildi. Tarih boyunca savaşmış iki toplumdan ebeveyne sahipti kendisi, Azeri baba Mehmet İbrahim Karaca, Ermeni anne Toto Karaca. Bu iki güzel insan önce tiyatroya aşık olmuşlar sonra da birbirlerine aşık olarak Cem Karaca’yı dünyaya aşklarının meyvesi olarak getirmişlerdi.

Bugünün tiyatrocusu, dizi, sinema ve televizyon sektörleri sayesinde ekmeğini o günlere oranla daha iyi koşullarda kazanabilse de o günlerde bir tiyatro sahibi olmak hiç de kolay değildir ama o tiyatro sayesinde Cem Karaca denen büyük sanatçı kuliste, sahnede ve Anadolu turnelerinde yetişmiştir çünkü sanat aşkını 46 kromozomunda taşıyordur. Sanat yapanın paradan uzak ama ülkeye değer katmanın gururuyla çok zengin hissiyatıyla Robert Kolej’de okumuştur. Ancak ülke gerçeğinden, halkçılık düşüncesinden kendini hiç alamamıştır. Güçlü sesiyle kitleleri etkilemeye başlamıştır ama bu ona yetmemiştir. Adil düzen, sosyal hakkaniyet, onun için halkı adına varılması gereken bir seviyedir. Bu düşünceyle sol görüşün içinde yerini alır. Bu duruşu onun bir süre sonra aşkla bağlı olduğu ülkesinden ayrılmasına sebep olacaktır ve kaderin ağları gençlik yıllarında örülmüştür. Daha da kötüsü sol düşüncede buluştuğu bir çok arkadaşı onun ülkeyi terk edişini, “KAÇIŞ” olarak adlandıracaklardır. Onun hapse atılma olasılığı ve o sürecin belki daha da ağır sonuçlanabilecek olması gibi olasılıklar ona “kaçak” yaftası yapıştıran arkadaşlarının umurunda olmamıştır. Konserlerimizden sonra muhabbet ettiğimiz çok özel, benim için paha biçilmez anlar yaşanırdı. Bana bir keresinde şöyle demişti, “Eserciğim ne zaman cebime para geçse, Rodos adasına gider karşı kıyıya özlemle ağlayarak bakardım.” Almanya’da zorlu geçen yıllarda garip bir olay yaşanır. Amerikan konsolosluğu belli sayıda green card vereceğini açıklamıştır ve Türk’lerin yüksek sayıda yer aldığı yakın ülkelerde de konser vermek isteyen Cem Karaca’nın grup arkadaşları, pasaportu iptal edilen Cem ağabeyi istemeye istemeye bu olanaktan yararlanmaya ikna ederler. Cem Ağabey Amerikan Büyük elçiliğinde bu prosedür esnasında direkt Büyükelçiyle sohbete alınır. Amerikalı Büyükelçisi “Sayın Karaca niçin başvuru yaptınız?” sorusunu sorunca Cem Karaca, durumunu anlatır her zamanki samimi içten tavrıyla. Büyükelçi raftan Cem Karaca’ya ait dosyayı çıkarır. Dosyada Cem Ağabeyin fotoğraflanmış ve Amerikan dış işlerine kadar iletilmiş tüm bilgileri çıkar. Gün tarih belirtilerek, Cem Ağabeyin Amerikan bayrağını yaktığı bir fotoğraf ile başlar. Sonra Amerikan arabasının taşlandığı ve diğer Amerikan ürünlerine ve faşist düşünceye karşı yapılan her toplantının ve konserin görüntüleriyle devam etmektedir dosya içindeki bilgiler. Bir yerden sonra Cem Ağabeyin siniri bozulur ve her fotoğrafı gördüğünde artık kahkaha atmaya başlamıştır. Büyükelçi çekmecesini açar yeşil kartını çıkarır Cem Karaca’ya verir ve der ki, “Sizin gibi bir sanatçıyı kazanmak bizim için gururdur.”

Amerikan devlet adamı bu saygıyı duyarken, Cem Karaca ülkesine Turgut Özal’ın çıkardığı özel bir izinle girebilmiştir. O giriş de onu kaçaklaştıran kitleye yeni malzeme olmuştur. Devlet adamının elini öpen sanatçı haline sokmuştur. Halbuki o devlet adamı, vatanı için her şeyinden vazgeçebilmiş bir sanatçının en büyük aşkı olan toprağına geri dönebilmesine vesile olmuştur. Başka hiçbir politikası adına sevmeyebiliriz Sayın Özal’ı ama ben de Cem Ağabeyi ülkemize geri kazandırdığı için kendisine büyük bir teşekkür borçlu hissedenlerdenim. Aslına bakarsanız programı yayından kaldırıldıktan sonra TV kanallarına programın tekrar yayın hayatına dönmesi için baskı yapmadığımız Barış Manço’ya ne kadar özür borçluysak, Cem Karaca’ya da yapılmış bu sert ithamlardan ötürü bence ülke olarak çok borçluyuz, en azından ben böyle hissediyorum. Çünkü ikisi de bu ülkeye nasip olmuş ender GERÇEK SANAT ADAMlarıydılar, hem kültürel birikimleri adına, hem de yetenekleri ve üretimleri adına erişilmez bir noktada SANAT çitasını tuttular ve hala tutuyorlar.

Bu arada iki sanatçıdan bahsetmişken, ikisinin yakın dost oldukları paylaşılıyor ikisini de tanımamış olan üçüncü kişiler tarafından, bu doğru bir tespit değil. Gençliklerinde Barış Manço Moda’nın yani Kadıköy’ün yıldızı, Cem Karaca ise Bakırköy’ün yıldızı ikisi de işlerine ve markalarına tutkuyla bağlılar ve ciddi rakipler. Kariyerleri boyunca sadece bizim “4 * 21 Doludizgin” programımızda bir araya geldiler. Programı dikkatlice izlerseniz bahsettiğim rekabetin tatlı sohbetini göreceksiniz. Şimdi ikisini de kaybetmemizin üzerinden yıllar geçmiş, ben kişisel bir yorum getiriyorum. Cem Karaca’ın yaşadıkları, Barış Manço’nun hayata, siyasete bakışında önemli rol oynamış olmalı, belki de Barış Ağabeyin aşırı apolitik çizgisinin altında Cem Ağabeyin gurbete bağımlı kılındığı yıllar sebep olmuş olabilir. Barış Manço’nun vefatından sonra Cem Ağabey her konserinde, her sunumunda Barış Manço’yu anmıştır. Zaten ikisi de geçmişe ve toprağa bağlarını yaptıkları müzikle ispatlamışlardır. Barış Manço’da geçmişin en büyük değeridir artık Cem Karaca için.

Eser Taşkıran, Cem Karaca, Meltem Taşkıran
Eser Taşkıran, Cem Karaca, Meltem Taşkıran

Bir anım var Cem Karaca ile ilgili bir gece Yaga’da (Taksim Sıraselviler’de dönemin önemli Rock barı.) çalıyoruz, “Islak Islak” şarkısında önce rahmetli Bahadır Akkuzu Ağabeyim solo atıyor, ardından topu ben alıyorum önce yumuşatıyorum Rhodes tonuyla (elektrikli piyano) ince ince ezgilerle giriyorum sonra ilk sekizin sonunda müziği iyice gerip davulcumuz Cihangir Akkuzu ile göz teması kurarak Hammond orga atlıyorum. Klavyemi neredeyse darp ederek o sertliğin hakkını veriyorum sonunda tekrar Cem Ağabey kocaman yorumuyla giriyordu. Nedense o gece Cem Ağabey, Bahadır Ağabeyimin solosunun hemen ardından bana doğru geldi. Ben yumoş yumoş alt klavyemden Rhodes ile müziği okşarken, bağırarak “Hammond a geç Eserim, Hammond’a“ demişti. Hiçbir kötü niyeti yoktu, bana gaz vermek istiyordu ama benim kompozisyonum bozulmuştu ve tam ruhumu toplamaya çalışırken biri karşınızda size bağırarak bir istekte bulunuyor. Ben dediğim gibi koptum ve Bahadır Ağabeye elimle işaret ettim, sen devam et dedim. İkimiz de çok sinirlendik birbirimize, ben onun sözünü dinlemeyen yaramaz genç oldum onun gözünde, o ise benim en sevdiğim bölümü benim elimden almış şarkıcıydı ve selamlaşmadan bardan ayrıldık. Bir hafta sonra aynı mekanda tekrar çaldık ve ben kendi kompozisyonumla girdim ve soloyu büyük bir alkışla bitirdim. Gece bittikten sonra aletlerimi toplamış bardan ayrılıyordum, barın giriş bölümünde oturuyordu Cem Ağabey ve bana seslendi: “Eserrrrrr, haklıymışsın, böyle daha güzel oldu.” dedi. Gururumun okşanması bir kenara, o güne dek mütevazılık adına okuduğum bana yaşatılmış her şey yıkılmıştı. İşte sanatçı, işte adam, işte kendini bilmek buydu. Cem Ağabeyi asla bindiği taksinin arka koltuğunda otururken göremezdiniz. O halkını asla bir çalışan, bir şoför, bir memur olarak görmezdi insan olarak görürdü. Herkesle muhabbete girerdi ama muhabbeti de gerçek olurdu. Mesela alışverişe girdiği mahallenin bakkalı ondan imzalı yeni çıkan kasetini hediye olarak istediğinde o da cevap olarak, “sen de bana şu teneke peyniri imzalayıp versene.” diyecek kadar açık sözlüydü. Evet mütevazılık noktasında bir önce ki yazımda bahsettiğim gibi Barış Manço ile benziyorlardı ama Barış Ağabey yine de bir gıdım daha mesafesini muhafaza ederdi.

Ülkeye döndükten sonra Cem Karaca ekmek parasını büyük konserler vererek kazanmadı. Üzerine oturtulmuş o sert ve haddini aşan yaftalar sebebiyle daha çok onun sanatına hayran belli kitlelerle, gece kulübü ve barlarda verdiği performanslarla ayakta kalmayı başardı. Üst seviyede yaşadığı astım hastalığına rağmen dönemin sigara içilebilen barları onu çok yıpratsa da yaşamak için para kazanmak zorundaydı. Vefatına kadar bir fiil çalıştı hiç yakınmadan, geçmişten getirdiği tüm dostlarını kollayarak, onların hep yanlarında durdu. Bektaşi kimliğini hayatının son yirmi senesinde yaşantısına çok yansıttı ve son gerginliği, tekbirlerle uğurlanmak istemesiyle yarattı. Bir solcunun inançlı bir birey olabileceğinin altını çizdi gider ayak, ama yaftayı da yine yedi. Yesin, biz onu sevenler onu anlayabilmiş olanlar, ona olan saygımızı hiç yitirmedik. Bu saygı hep katlanarak büyüdü ve büyüyecek.

Eser Taşkıran, Müzisyen, Prodüktör.