Veera’nın Seyahatnamesi Bölüm 2 - KÖY
Veera’nın Seyahatnamesi Bölüm 2 - KÖY

Veera’nın Seyahatnamesi Bölüm 2 – KÖY / Şeyda Aydın

11 Mayıs 2021

Sevgili Eeva,
Sinir uçlarıma kadar bata bata acırken sensizlik, kütlenin ve hacminin evrendeki yokluğunu görmezden gelircesine, yanı başımda oturan hayalinle gerçekliği bastıra bastıra epey yol gittim kıyı şeridinde. Oysa yine de belirtmeliyim, yokluğunun en büyük kanıtı olsa gerek ne zaman dikiz aynasına baksam yanımda değil de, ardımda bıraktığım yolda seni gördüğüm halüsinasyonlar; bu yüzden gözlerimden sıklıkla inen damlalar, saçlarıma günbegün düşen aklar, okumayacağını bile bile sadece sana yazılan mektuplar…

Hiç görmediğim diyarlara doğru sana ulaşacakmış gibi sürdüm ve yaşadığım her an sana katbekat artan özlemim kadar sürmeye devam ediyorum; rüzgâr türbinleri hizasından hırçın tepelere, azgın nehirler ile turkuaz denizin birleştiği köprü yollardan geçe geçe sürüyorum, bazen grileşen bazense mavileşen göğün altında lacivert bir nokta gibi ilerliyorum. Şarkı listemize yeni şarkılar ekledim; liste uzayıp gidiyor yollar kadar; sanki şarkılar da sonsuz sana olan aşkım gibi ve ben, o sonsuzluğu dinleyerek ilerliyorum. Halen eski tip haritalardan kullandığımdan olacak, arada yolumu kaybettiğim olmadı değil hani, ama imdadıma –yol kenarında unutulmuş gibi duran– bir trafik robotu yetişti. Beni görünce sanki asırlık uykusundan uyanmış gibi kocaman açtı mavi gözlerini; uzun zamandır ilk kez birini görmüş gibi de sevinçle gülümsedi, hatta düşük çenesiyle ana yoldan ayrılmamam hakkında sürüyle nasihatler verdi. Ayrılırsam ormanların derinliklerine kadar iner, büsbütün kaybolurmuşum meğer. Onu üzülerek arkamda bir başına bırakırken –arkamda bıraktığım tüm sevdiklerimi, belli ki çenesi düşük Hanna’yı özlediğimden robotlara bile içlenir hâle geldim; geldiğim noktaya bak– dediğini yaptım, ana yoldan ayrılmadım; ta ki yol daralıp üç farklı yöne ayrılana kadar. Hangisine sapacağıma dair bir seçim yapmak zorundayken, hislerime güvenip en soldakine doğru sürdüm. İçimdeki ses, eğer direksiyon başında sen olsan, senin de öyle yapacağını fısıldamıştı sanki. Diyorum ya hep, oradan bile gözetiyorsun beni. Birazdan anlatacaklarım; gördüklerim, yaşadıklarım, tanıştıklarım yüzünden belki de yaptığım en iyi seçimdi bu yol.

Hava kararmadan evvel kalacak bir pansiyon veya otel arıyordum ki, birkaç kilometre ilerleyince tam karşımda ne göreyim? Onca ıssızlığın orta yerinde hiç de aşina olmadığım bir kalabalık. Beyaz kıyafetler içinde her yaştan insan yolu kapatmış, çember oluşturmuşlardı. Neler olduğunu anlamak için arabayı güzelce park edip yanlarına gider gitmez gördüm ki, yerde yatan yaralı bir geyikti bu telaşa sebep olan. Aniden yola atlayınca olmuş bu elim kaza; kamyon çarpmış hayvancağıza. Yaşlısından gencine tüm köylüler onu iyileştirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Kaldı ki şaşırdığım bir durum değildi bu elbette; hayvanları kutsal gören hangi Netta’lı olsa tereddütsüz aynısını yapardı. Beni aşırı şaşırtan, geyiğin başına çömelip gözlerine hüzünle baktığım an hiçbir şeyi yokmuş gibi zeminden kalkması ve aynı anda arkamdaki ağaçtan havalanan –veya kaçan– şüpheli takipçim kuzgun oldu. Beklenmedik bir durumdu. Geyik son derece sağlıklı hâliyle yürüyüp giderken arkasından bakakalan hepimiz hayli şaşkındık. Kalabalıktan en yaşlı ancak dinç olanı, “Bir mucize!” dedi bana sevgiyle bakarak, “Sen bir mucizesin, ne güzel yaptın!” Gözlerimi belerterek hiçbir şey yapmadığımı söylediysem de inandıramadım, kadim doğa büyülerine halen inanan köylüler olduklarından. “Bir şifacı olmalısın,” dediğinde, tüm sersemliğimle başımı iki yana sallayarak, “Değilim; senaristim, yazarım ben,” dedim sadece, ama içimden, “İnan bana, şifacı olsam şimdiye çoktan vermiştim o şifayı en sevdiğime, olsaydım keşke,” dedim kendi kendime.

İşte o noktadan sonra oldu olanlar; içine düştüğüm absürt ama sevimli durum sayesinde kalacak yer kendiliğinden buldu beni. “Kadim misafirimizsin,” diyerek koluma giren iki yaşlı köylerine doğru sürükleyiverdi halsiz bedenimi. Tabii ben de, Netta’nın fütüristik şehirlerinden uzak mitolojik taşrasında, saf yürekli insanların nezaket dolu kollarına bırakıverdim kendimi. Daha önce hiç bu kadar kadim hissetmemiştim, o da oldu sonunda. Bana oradan kahkahanı bastığını duyabiliyorum Eeva! Hadi, yine katıla katıla eğlen benimle eğlenebildiğin kadar… Neyse, yamaçtan aşağı hep beraber indiğimizde, âdeta elf masallarından fırlamış bir köy tam önümde belirince; önde yürüyenlerden biri, “Ne şanslısın, düğünümüz, yeme içme şölenimiz var,” diyerek ışıklı ağaçların altında uzayıp giden masayı gösterdiğinde gözlerim buğulanırcasına gözlerime inanamadım, hem köyün güzelliğine hem de şölene. Hayal etsene Eeva, tıpkı bizim –on altı kişilik– bahçe masamız gibi; ama daha uzunu, sanki bir düzinesi yan yana sıralanmışçasına. Deniz kıyısına kurulmuş on dokuz bungalov hanesinden oluşan bir arıcılık köyü burası; hayvanlar ile çocuklar etrafta koşup oynuyor, ahali masaya tepsi tepsi yemek taşıyor, gençlerden oluşan bir müzik grubu da otantik müzikler çalıyordu ben giriş yaptığım sıra. Dik üçgen çatılı ve iki katlı evlerin önündeyse enfes manzaralı bir koy. Kumsalında da ilk dikkat çeken şey, bir kayık; düğün için olduğu çok açık, zira rengârenk çiçeklerle süslenmiş. Bir süre sonra tören vakti gelmiş olacak ki tüm ahali kayık dibinde toplaştı. Evlenmek üzere olan çift ortaya çıkar çıkmaz, bizi anımsatan bazı benzerlikler gözümden kaçmadı. İkisi bizim yaşlarımızda ya var ya yoktu, cinsiyetlerinin de bir anlamı yoktu, bilirsin ki aşkı kutsal gören Netta’da kimin kiminle evlendiğinin yahut doğru tabirle cinsel kimliklerin bir önemi de yoktu. Ne de olsa aşk, sanat ve doğayla yoğrulmuş dünyamızda, hepimiz eşitiz burada. Kızıl saçlı olanın tüm ailesi bu köyden olduğundan, yaşadığı şehirdeki sevdiğinin elinden tutup kendi köyüne getirmiş sırf düğün seremonisi için. Bu kayıklı evlilik an’ını senin için fotoğraflamak üzere makinemi arabadan tam almaya gidiyordum ki, gençlerden biri bavulumu kendiliğinden getiriverdi. İçinde makinemin, birkaç parça eşyamın ve minik bir kutu külün olduğu o koca bavulu… Yani mecazen, seni de getirmiş oldu bana. Gencin taşırken yorulduğu belli; kan ter içindeydi. Benimse, ona karşı mahcubiyetim bir süre takılı kaldı yüzümde. Ne nazik, ne samimi insanlar; ben makineyi alır almaz, zaten yeterince yorgun olan genç kalacağım evi işaret ederek tekrardan bavul taşıma işine girdi. Gözlerim kalacağım eve kilitlenirken özlemim büyüdü; büyüdüğüm eve benziyordu çünkü. Sanki annem verandaya çıkıverecekmiş, “Haydi Veera! Yemek hazır, koş!” deyiverecekmiş gibi.

Güneş ufukta batarken ve ileride olağanüstü bir deniz manzarasına evrilirken, malum çift kayığa bindi tek beden olmuşçasına, hatta birbirlerine bakarken bile gözlerine hâkim olmuş derin aşkta kaybolurcasına. Köylüler de kayığı denize doğru sürdü hiç beklemeden. Kıyıdaki ahali ise yüzlerinde aynı tebessüm, koro halinde mitolojik bir aşk türküsü söyledi ikisini izlerken. Tabii ben de, beride durup fotoğrafladım her ikisinin ortak mutluluğunu; bilhassa birbirlerine aşkla sözler vererek evlenirlerken. Üzerlerindeki göz kamaştırıcı beyaz kıyafetler kadar masum ve bir o kadar da âşık görünüyorlardı. Sevdim onları; her ne kadar buruk da olsa tebessümlerim; imrenmekten başka bir şey değildi hislerim, orası kesin.

Hava iyice kararınca, bereketin timsali tanrıçalara dua ettikten sonra oturttular beni çiçekli ve ışıklı şölen masasına; çiftin hemen yanına. Şarap kadehlerinden çıkan –bana epey tanıdık gelen– sesler ile kahkahalar birbirine karışırken, onlar sordu, ben anlattım. Yine bizi, ama en çok seni anlattım, hem de baştan sona, tanıştığımız ilk günden sonrasına, en son yazdığım senaryoya… Nasıl hüzünlendiklerini kelimelere dökmeye kalksam az gelir; ortak hisleri, birbirlerini kaybederlerse nasıl yaşayacaklarına dair ödlerinin kopmasıydı eminim. Sonra ben dalıp gitmiştim ki, gittiğim yerden beni çekip çıkardı siyah saçlı olanı, “Ben de yazıyorum,” dedi çekinerek, “romanlar yazıyorum, ama öyle ünlü falan değilim.” Yanındaki sevdiği araya girdi aniden. “Ama benim için evrendeki en ünlü yazar sensin,” dedi hayranlıkla gözlerinin içine bakarak. İkisinin bu an’ı; aklıma bizim diyaloglarımızı getirdi tebessüm ettirerek. Ne tuhaf benzerlikler bunlar. Ardından merakla döndüler bana; yolculuğumu, nereye gittiğimi sordular. Ben de anlattım nedenlerini; seni, külleri… Siyah saçlı olanı, “Öyleyse tam zamanı küller için. Biz de ortak olmak; onurlandırmak istiyoruz Eeva’yı,” dediğinde, kızıl olan kolumdan tutup kaldırdı beni. Üçümüz, birkaç dakika içinde minik kutuyu bavuldan almış, bir şarap şişesi ve üç kadeh ile kayıkta bulmuştuk kendimizi. Gece ile bütünleşen deniz öyle güzeldi ki, sığ koy sularında saf doğanın mehtabına doğru süzüldüğümüz kayıkta, hem derin sohbetler ettik hem de küllerden üçümüz adına üç dirhem serptik. 9 Gram belki. Evet, senin zerreni bıraktık o koyun koynuna; yaşayan hayata, evrenin özüne karış diye. Neticede, kül kadar basit değil hayat; anlamı özel, anlamı güzel; çünkü yaşayan ve beni yaşatan hayatın anlamı senin adın… Bunlar olurken, kül zerrecikleri berrak deniz suları ile tanışırken, tüm ahali masadan hep birlikte kalkmış, kıyı tarafında kol kola olmuşlardı. Yemek faslı sırasında tüm hikâyemizi onlar da dinlemiş olduklarından biliyorlardı ve bize doğru türkü söylüyorlardı. Çok eski zamanlardan, antik çağlardan bir türkü; bir uğurlama ağıtı; ama daha çok, bir yeniden doğuş ritüeli…

Buraya geleli ve bunları yaşayalı tam iki gün oldu. Bu büyülü köyü, bu huzur veren koyu, sanki uzun zamandır tanıyormuşum gibi hissettiren bu insanları hemen bırakıp gitmek gelmiyor içimden. Sanıyorum birkaç gün daha, belki bir hafta burada kalacağım; yeni dostlarımla kitap ve film sohbetleri yapacağım. Ah, eminim merak ediyorsundur dost olduğum bu yeni evli çiftin isimlerini. Bakır kızıl saçlı olanın adı Milena; yaşıtım olan ve bana benzeyen, hatta benim gibi kuzguni siyah saçlı olanınki de Saara Ava. Kendileri ve eşitlikçi Netta’daki ortak gelecekleri kadar güzel isimleri, değil mi? Ayrıca inanabiliyor musun Eeva? Düğün gecesinin sabahında, kaldığım evin verandasına çıkmıştım şafakta, o geyik geri geldi o sıra, sislerin içinden, ağaçların arasından uzunca baktı bana. Galiba yine halüsinasyonlar oluştu aklımda; çünkü mitolojik türküler gelirken kulağıma, sakura çiçekleri açtı “V” şeklini almış uzun boynuzlarında. Seni bulduğum ve seni yitirmeye başladığım iki farklı günü bana hatırlatan o pembe çiçekler; ölmüyorlar, aksine kocaman açıyorlardı bu sefer… Huzur ve umuttu bunun tarifi; halen yaşadığına, her şeyin parçası olduğuna dair evrenden bir işaretti. İnsan yitirince yitirdiğini kabul etmiyor, umutla tutunmak istiyor gördüğü her işarete. O kadim geyik ve ben birbirimize bakarken, her ne hikmetse, “Bul beni Eeva,” diye fısıldadığımı hatırlıyorum. “Her neredeysen bul.”

O zamandan bu zamana ilginç bir şey gelmedi başıma. Sadece şu var; sen gittiğinden beri saçlarım bayağı uzamıştı, senin yerine ikinci kez kendim kesmek zorunda kaldım. Birincisi o malum zamanlardı, ikincisi de bu. Hayır, saymıyorum, her şeye dramatik bir mana yükler gibi. Sadece söylemek istedim, nitekim şimdi yine değiyor omuzlarıma zar zor, tıpkı sevdiğin gibi ve tıpkı iyi günlerimizde beni hatırladığın gibi. Ama artık eskiden bildiğin gibi değilim; yeni insanlar tanıyan, çabalayan bir gezginim. “Hani yazacaktın!” diyerek sitem etmiştin ya bana, yazıyorum işte. Hiç şüphesiz, her şeyi gözlemleyeceğim, çokça yazacağım bu yolculuk dönüştürecek beni ve tekâmül geçirip daha güçlü bir Veera olarak döneceğim evimize. Sevgilerimle. Veera.

(Devam edecek)

(Bu yazı dizisi, Diğer Evrenin Senaristi romanı yan hikâyesidir.)

Şeyda AYDIN, Diğer Evrenin Senaristi, İkinci Adam Yayınları, 1.Baskı, 2018 Aralık
Şeyda AYDIN, Diğer Evrenin Senaristi, İkinci Adam Yayınları, 2.Baskı, 2021 Mart

Şeyda Aydın

ŞEYDA AYDIN ya da yurt dışında bilinen adıyla Sheida Aiden, 1981 İzmir doğumlu yazardır ve Dokuz Eylül Üniversitesi mezunudur. Aynı zamanda Türkiye'nin ilk Siberpunk/Solarpunk Queer yani Kuir Bilim-Kurgu romanlarının/hikâyelerinin yazarıdır. Queer Aşk, Ütopya, Distopya ve Paralel Evrenleri esas alan ve yayınlanmış olan eserleri sırasıyla şöyledir: “Diğer Evrenin Senaristi”, “Diğer Evrendeki Kadın”, “Parçalanmış Yansımalar” ve bir spin-off özelliği taşıyan "Kadınların Öldüğü Yer"
Nisan 2021'den itibaren SANAT OKUR platformunda yayınlanan ve başka bir spin-off olan "Veera'nın Seyahatnamesi" adlı edebiyat/hikaye dizisini ayda bir bölüm olmak üzere yazmakta/okurlarla buluşturmaktadır. İsim benzerleri ile karıştırılmadan güncel bilgiler almak için resmi internet sitesine seydaaydin.net adresinden erişebilirsiniz. 

1 Comment

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Burhan Şeşen
Önceki

Burhan Şeşen, Müzisyenlerin Durumu Hakkında ve Sektöre Dair Sorularımı Cevapladı

İlgi Olçay
Sonraki

Portfolyo: İlgi Olçay

Kaçırmayın!

Semiha Berksoy

Semiha Berksoy Retrospektif Sergisi Hamburger Bahnhof Müzesi’nde!

Dünyanın önde gelen müzelerinden Hamburger Bahnhof – Nationalgalerie der Gegenwart,
Deniz Yüceer Berker

Yazar Deniz Yüceer Berker’in Sıradışı Hikâyeleri Raflara Çıktı

Yazar Doç. Dr. Deniz Yüceer Berker’in üç kitaptan oluşan serisi