Yaşanan Her RAGNAROK Son Değil; Başlangıçtır.

Şeyda AYDIN, RAGNAROK Dizisini Yazdı.

Yaşanan Her RAGNAROK Son Değil; Başlangıçtır.
ŞEYDA AYDIN

Ragnarok denilince dünyanın sonu gelir akıllara; İskandinav mitolojisi denilince ise, ya Şeyda AYDIN gelir, ya da Thor… Şaka bir yana, yine Thor’un başkahraman olarak servis edildiği, kadim kadın tanrıların ne yazık ki görmezden gelindiği yepyeni bir yapım ile karşı karşıyayız. Genel olarak popülist kültürde Thor, Loki ve Odin gibi tanrıların öne çıkarılmasına aşırı gıcık olmuş vaziyetteyim, ama elden ne gelir, eril düzen –veya eril kaos– adeta zorla yedirdiği bir yemek misali bunu dayatıyor hepimize. Ki belirtmeden geçmem imkânsız ötesi; kadın tanrılar İskandinav mitolojisinde en güçlü, en donanımlı olanlardır ki zaten bu mitoloji özünde dişilerin önceliğine, liderliğine sahiptir. O evvel zamandan bu yana, gel zaman git zaman, devirler değişip, insanlar kalıplaşınca, ilahi diye anılan dinler kadını geri plana itince, hasıraltı edilircesine görmezden gelinmiş kadınların gücü ve kutsallığı. Nihayetinde ise unutuluvermiş vaktiyle en sevilesi olarak anılan bu fevkalade kadın tanrılar. Bunu kim mi söylüyor, tabii ki ben, ezelden beridir, bu mitoloji hakkında ansiklopedilerin, kitapların, öykü ve destanların içinde kaybolmuş olan ben diyorum bunu. Önceki hayatımdan mı, bilinmez, ilahi bir derdim, derin bir bağım var İskandinav mitolojisi ile aramda. Son dönemde tamamen ticari kaygılar güdülerek çekilmiş; eksik ve hatalı bilgilerle donanmış popüler diziler ve sinema filmleriyle, artık az buçuk olsa –veya yalan yanlış da olsa– muhakkak bilenleriniz vardır bu zengin mitolojinin tanrı ve tanrıçalarını. Ama dizi ve film izlemekle bilinmez hiçbiri; tıpkı tarih gibi araştırılması; ortasında duran Yggdrasill ağacının köklerine kadar inilerek, dokuz diyarın havası solunarak incelenmesi gerekir ve bunu yaparken de, yürekten yapmanız gerekir. Benim eğitimlerim, araştırmalarım, okumalarım halen bitmiş değil, netice itibariyle o derece mühim bir konu…

Eh artık anlamışsınızdır herhalde, benim için hayat memat meselesi falan bu. İlk giriş cümlemde de belirttiğim üzere, gerçekten de ismim –Şeyda AYDIN ismi– İskandinav Mitolojisi ile yan yana anılır. Ki bunu, yazdığım romanlarla görmeyen gözlere bile ziyadesiyle soktuğumu düşünüyorum. Uzun lafın kısası, başlık yazımıza dönersek; Netflix’in Norveç yapımı RAGNAROK isimli dizisini incelemeyi, birikimlerim ele alındığında, benden daha iyi yapabilecek birinin varlığına inanmıyorum. Hayır, sakın ola ki ego falan demeyin buna; inanç deyin; sınırsız hayal gücünün beslediği mutlak muazzam inanç…

Yaşanan Her RAGNAROK Son Değil; Başlangıçtır.

RAGNAROK’ta da yine, yeniden doğuşla, reenkarnasyon ile vücut bularak geleceğe nakledilmiş bir tanrı çıkıyor karşımıza. Bilmeyenler için hemen belirtmekte fayda görüyorum; İskandinav Tanrı ve Tanrıçaları diğer mitolojilerde veya mitlerde geçen Tanrı ve Tanrıçalara göre ölümsüz değil, aksine ölümlüdür. Yani aslında devlerle yapılan son savaşta hepsi ölmüş, evrenin dokuz diyarından bazılarına; Valhalla’ya veya Asgard’a falan gitmiştir ruhları. Çoğunun akıbeti meçhuldür. Arada oralardan kaçanlar, yeryüzü uygarlığına inenler olduğuna inanılır, yeniden doğarak insanlar arasında insan sureti ve kapasitesiyle hafızasını yitirmiş halde yaşadıklarına, bazen de kuralları bozup büyülerini gelişigüzel yaparak yahut güçlerini kullanarak yeryüzünde gezindiklerine inanılır. Bu konu o kadar çok romana ve sinema filmine ilham kaynağı olmuştur ki, her birinden örnekler versem şaşarsınız. Son dönemde en bilineni hiç şüphesiz, Neil Gaiman’ın kara mizahlı yazım diliyle kaleme aldığı Amerikan Tanrıları romanıdır, hatta dizisi bile vardır, internet ortamlarından bulabilirsiniz. Bir roman yazarı olarak; elbette ki ben de, büyülü pastadan ve yanında içilen efsanevi bal şarabından payımı bolca aldım. Bu kadim mitolojinin bana akıttığı muhteşem ilham; hayal gücümü ve kalbimi doğaüstü aç bir kurt gibi beslediğinden olsa gerek, ben de faydalandım ve fazlasıyla gururluyum bundan.

İlk sezonu altı bölümden oluşan Ragnarok adlı bu Netflix dizimizin hikâyesi; Norveç’in, dillere destan güzelliği ve manzarasıyla nam salmış EDDA adlı kasabasında geçiyor. Minik, naif bir yer burası, bilinen en eski Viking yerleşim yerlerinden, bununla beraber paganizmi en son terk eden toplumun yaşadığı yerleşim yerlerinden biri hem de. İlkten, çoğunuza ziyadesiyle ergen dizisi gibi görünebilir, ama aslında anlatmak istediği, verdiği mesaj gayet güzel. Bir çevre felaketine karşı durmak isteyen, ergenlik döneminden biraz geçkin, disleksi rahatsızlığına muzdarip Magne’nin, aslında Tanrı Thor oluşunu hatırlayıp anlaması; en yakın arkadaşının kaza süsü verilmiş tuhaf cinayetini araştırması ile paralel olarak ilerliyor hikâye. Tabii kötü yaratıklar da var; devler de insan kılığında yeniden doğmuş, hatta kasabayı yöneten aile ta kendileri. Oyuncular arasında dikkatimizi sinema ve dizi filmlerinden tanıdığımız –ya da sadece ben tanıyorum– Synnøve Macody Lund ve Herman Tømmeraas çekiyor ilk olarak, ama başrolümüz Magne rolünde David Stakston –ya da diğer adıyla David Alexander Sjøholt– ve çevreci Thor olarak karşımıza çıkıyor.

Daha ilk sahnede, film müziklerini duyar duymaz, “Aha, Indie, bunlar benim şarkılarım, bayılırım,” diyorum kendi kendime. Sonra görünce renkleri, tonları ve kostümleri seviniyor, “Retro ve 1980 esintileri, hı hım, buna karşı koymam imkânsız,” diye devam ediyorum. Sonundaysa, nasıl olduğunu anlamadan altı bölümlük dizi iki günde bitiveriyor gözlerimin önünde. Manzaralar nefis elbette. İşin içinde kuzeyin coğrafyası ile hem epik hem de modern atmosferi varsa zaten, adeta huzur veriyor ve gözlerinizi ekrandan ayıramıyorsunuz. Beni hayal kırıklığına uğratmayan şeyler yok değil, Kıyamet köpeklerinden birinin hikâyede kullanıldığını görüyorum, “Keşke daha iri, heybetli kara bir kurt köpeği kullanılsaydı, tüh olmamış,” diye düşünmeden edemiyor, hatta akıbetine üzülüyorum. En son, kâhin mi, yoksa Tanrıça Freya mı olduğu muamma yaşlı bir kadın var ortalıkta, son sahnede şahinin görünmesiyle kafam karışıyor, “Ne yani, koskoca, güzeller güzeli Tanrıça Freya’yı yaşlı bir kadın mı yaptınız? Olur şey değil,” diyor, üzülüyorum. Üzülmem de haklı gerekçeler var; aslında Tanrıça Freya, Odin’den de üstün, en güçlü, güzelliği dillere destan bir tanrıdır. Kâhindir, büyücüdür, berekettir, aşktır, cinselliktir, kutsal cuma günüdür ve dahasıdır. Bazen şahin olup uçtuğunu bildiğimden, son sahnenin belki de ona bir gönderme veya bir saygı duruşu olduğunu düşünüyorum.

Şahsen ben diziyi, tabii ki de Norveççe izledim İskandinav filolojisine aşina oluşum yüzünden. Ki olur da siz öyle izlemek istemezseniz, Netflix’te İngilizce ve Türkçe dublaj seçenekleri var. Yazımı noktalamam gerekirse; erkek kahramanların öne çıkarılmasını eleştirsem bile, Ragnarok dizisinin naif bir fantastik yapım olduğunu –genç yetişkin dizisi de olduğunu– itiraf etmeliyim; görkemden, aşırılıktan uzak, abartılmayan sahneleriyle size kendini çabucak sevdiriyor.

Köşe yazılarımı ihmal ettiğimi sakın düşünmeyin, aksine benim için en verimli yıl, kesinlikle bu yıl hiç şüphesiz. Geziyor, okuyor, izliyor, yazıyorum. Tüm bu telaşemin içine zar zor sığdırıp izleyebildim Ragnarok’u, sırf sizinle paylaşmak için. Tertemiz bir dünyada, sanatla nefes almanız dileğiyle.

Saygılarımla.
Şeyda AYDIN

ŞEYDA AYDIN ya da yurt dışında bilinen adıyla Sheida Aiden, 1981 İzmir doğumlu yazardır ve Dokuz Eylül Üniversitesi mezunudur. Aynı zamanda Türkiye'nin ilk Siberpunk/Solarpunk Queer yani Kuir Bilim-Kurgu romanlarının/hikâyelerinin yazarıdır. Queer Aşk, Ütopya, Distopya ve Paralel Evrenleri esas alan ve yayınlanmış olan eserleri sırasıyla şöyledir: “Diğer Evrenin Senaristi”, “Diğer Evrendeki Kadın”, “Parçalanmış Yansımalar” ve bir spin-off özelliği taşıyan "Kadınların Öldüğü Yer" Nisan 2021'den itibaren SANAT OKUR platformunda yayınlanan ve başka bir spin-off olan "Veera'nın Seyahatnamesi" adlı edebiyat/hikaye dizisini ayda bir bölüm olmak üzere yazmakta/okurlarla buluşturmaktadır. İsim benzerleri ile karıştırılmadan güncel bilgiler almak için resmi internet sitesine seydaaydin.net adresinden erişebilirsiniz.