Abdullah Ezik, Yusuf Taktak ile geçtiğimiz günlerde Briefly Art Galeri’de izleyicilerle buluşan yeni kişisel sergisi “Başka Zaman – Başka Mekân” üzerine konuştu.
“Sanatçılar yanılsamanın peşindedirler.”
Yusuf Taktak
Yeni kişisel serginiz “Başka Zaman – Başka Mekân”da gerek tuval resimleriniz gerekse yakın dönemde ürettiğiniz karışık teknik işleriniz yer alıyor. Oldukça uzun bir geçmişe yayılan, zaman içerisinde farklı yönlerden beslenerek gelişen bir sanat anlayışınızın olduğundan söz edilebilir. Öncelikle bugünden geçmişe baktığınızda kendi sanat yolculuğunuzun nasıl evrildiğini düşünüyorsunuz?
Başından beri, 2-3 yıl aralıklarla sergi açmayı yeğliyorum. Eğer sergi açmak “söz söylemek” ise, ülkemiz koşullarında sergiler arasındaki bu süre, en azı olmalı.
Sergilerle ilgili zincirleme, birbirini tamamlayan, destekleyen ve yeni biçimlerin yaratılmasından söz etmekteyim. Kendi içinde evrilme de; kuşkusuz atölye, deneysel çalışmalar, kendi kendime hesaplaşmalar, Türk ve dünya sanatını gözden geçirmeyle yol almak mümkündür.
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde geçen yıllarla beraber önce Adnan Çoker, ardından Prof. Mario Deliugiu Atölyesi’nin sizin üzerinizde özel bir etkisinin/değerinin/yerinin olduğu söylenebilir. Bütün bir sanat yaşamınızın şekillenmesinde akademi ve söz konusu atölyeler sizi nasıl etkiledi, şekillendirdi?
Geçen bunca uzun zamana baktığımda; biçimler, edindiğim imge ve simgeler çeşitlilik kazansa da “ruh” yapımın akademi öğrencilik yıllarında ortaya çıkardığım işlerimle benzerlik taşıdığını görmekteyim.
Çoğunlukla Çoker Hocamın bilgi ve öngörüşlü yaklaşımı beni beslemiştir. Hocanın kendi yaptığı resimlerinden uzakta ama çağdaş bir yaklaşımla onunla ve kişiliğimle özdeş, farklı bir sanat bakışını yeğledim. Atölye çalışmalarında beni özgür bırakmasını, öteki atölye hocalarının eğitim anlayışını gördükçe, bu sanatsal değeri daha çok fark ettim.
Serginin başlığında yer alan “zaman” ve “mekân” vurgusu üzerine ayrıca bir parantez açmak istiyorum. Akademiden bugünlere ulaşan çizginizde şüphesiz “başka zamanlar” ve “başka mekânlar” söz konusu olmuştur, oluyor da. Peki başlıkta yer alan bu “başka” zaman(lar)/mekân(lar) vurgusunu nasıl açmak gerekir?
Sergi başlığını hem düz anlamıyla kullandım hem de uzun bir süredir “zaman” ve “mekân” kavramlarını irdelemekteydim, onların yan yana gelişleriyle farklı bir heyecan içine girdim, öyle tercih ettim. Kullandığım, ele aldığım biçimleri zaman kavramıyla açıklamak, 2 boyutlu işlerimde yanılsama da olsa mekânla bağlar kurmak, âdeta doğan çocuğa sonradan isim verme benzeri, sergi başlığım olarak ortaya çıktı, bu da bana kalırsa kaçınılmazdı. Resimsel elamanlarım olan çadır, dikey üçgen, dikilitaş, bisiklet, yapısal ev, kutular vs. tam da sözünü ettiğim bu “zaman” ve “mekânı” kavramsal açıdan göstermektedirler.
Sizin işlerinizde sıkça “bisiklet” motifine/unsuruna rastlıyoruz ki yer yer bunu bir alamet-i farika, bir imza olarak yorumlamak da mümkün. İşin atmosferi ne olursa olsun bir köşede duran bir bisiklet, bir ânda başka bir atmosferi beraberinde getirebiliyor. Bir imge ve alamet-i farika olarak işlerinizdeki “bisiklet”lere nasıl yaklaşmak gerekir?
Bisiklet çocukluğumun aşkıydı. İlk gençlik yıllarında akademi öğrencisiyken, motosiklet sevgisi işlerime de yansıdı. Sonraki yıllarda çevre bilinciyle motoru devreden çıkardım ve bisikletimle karşılaştım. Sıradan, laf olsun diye bir biçim değildi. Giderek benim mührüm olacağını biliyordum. En önemli özelliğiyse insan hayatına benzemesi; geri vitesi yok, hep gidersin, enerjin bittiğinde düşer, yani ölürsün… İşte burada “zaman” kavramı ve metaforu da devreye girer. Bir başka yanı işlerimdeki görünmez devinimin de yüklenicisidir.
Sergide yer alan işlerinizin sık sık gerçek ile yanılsamayı iç içe geçiriyorsunuz. Bu elbette sanatın merkezinde yer alan fikirlerden/meselelerden birisi olarak da değerlendirilebilir. Peki sizin için gerçek ile yanılsama hangi noktada iç içe geçer ve bu mesele işlerinize yansırken nasıl bir düşünce silsilesi ile biçimlenir? İşlerinizdeki birleşmeler, asamblaj ve olguları nasıl düşünmek gerekir?
Sanatçılar yanılsamanın peşindedirler. Rönesanstan bu yana savaşımları perspektif olgusu ile ilgilidir. 20. yüzyıl başında perspektifi bir yana atan kübizm ve kolajlarla birlikte yaratıcıların gözbebeği olan yanılsama, iki boyuta evrilmiş gibi görünse de kolaj, asamblaj ve enstelasyon yöntemiyle, tersine perspektif ile günümüze dek devam etti. Kolajın önemli özelliği; dergi, gazete gibi parçaların resmin içine girmesi, aynı zamanda güncel olanın da sanatın ögesi olmasıydı. Yani sanatçı güncel olanla ilgili bir not düşmektedir sanat dünyasına. Bu düşünce de; genel konuları işleyen sanatçılar için kuşkusuz devrim gibi bir olgudur.