♫okurken dinle: K.R.İrfan Güney-Gündoğumu¹
Doğu-Batı arasındaki çekişme buğusu göze sirayet etmiş bir çift nemli müjganla*, iki sevdalının birbirine uzanan parmak uçları gibidir. Tutmak için yanıp tutuştuğun, bir zaman sonra terlettiği için rahatsız olduğun, onsuz yapamadığın ancak buna rağmen yine de mana bulduğun ve aşık olduğun halini unutup da sürekli güzelleştirme çabasında olduğun parmak uçları. Saç tellerine dokunması için yanıp tutuştuğun, gizli saklı ya da alenen tutmak, öpmek, kızdığında ise vurmak istediğin; kim bilir belki de büktüğün parmak uçları. İlk boğumun sırtıyla buğulanmış gözlerini kuruladığın parmak uçları.
Bu birbirine göbek bağıyla bağlı doğu ile batının çekişmesini Güneşin bağrındaki Endülüslü² başlıklı Malaga podcast bölümümde işlemiştim. Tekrar tekrar değinerek sinir olmaya gerek yok bu sevdaya. Ve bu sevda aynı zamanda öyle bir tutkuyu da barındırmaktadır ki, evren üzerindeki kimse bu cesareti yüreğinde yaşayamayacak kadar da zavallıdır. Truva savaşı ile başlayıp hala devam eden bir sevda. Sadece şahitlerinin isimlerinin değiştiği, tek bir coğrafyada yaşanan bir sevda. Batıdan bakan Yunanların ‘gün doğumu’ dediği yerde hergün tekrar eden bir varoluş. Ve bu coğrafyanın evlatları da bu yüzden olacak, bu gönül işlerinin genetiklerine yüklediği o sevdayla büyümek zorunda kaldığı gibi cezalandırılmaktan da yüksünmez, başına gelecekleri bilerek ve daha gür sesle bağırır memleket sevdasını güneşin battığı tarafa kadeh kaldırarak. Çarpıştırdıkları kadehlerin çınlaması ise dışavurum bir tepkinin melodisinden başka bir şey değildir.
Lügatım yettiğince anlatmaya çalıştığım dünya kentlerine, hatırlayacaksınız ki Kahire³ ile başlamıştım. Birlikte de birçok kent gezip, sanatını, müziğini, edebiyatını gördük, dinledik. Ufak bir kaza neticesinde bu yazıların birçoğu maalesef silinmiş. Hasan Nazif Bey ile elimizden geldiğince de mücadele vererek maalesef sadece birkaç yazıya tekrar hayat verebildik. Erişmek isteyenler için elde kalan ise Kahire yazımın başlığı gibi yine podcast⁴ bölümlerim.
Cumhuriyetimizin 101.yaşını, nice bin yıllar daha güneşin üzerimizde mavi bir çift gözle doğacağının güveni, huzuru ve mutluluğuyla kutlayacağımız bu ay; batının gözünün üzerinden eksik olmadığı, anlamının göründüğünden daha fazla detaylar barındırdığı Anadolu’nun 11 antik kentini anarak kutlayacağız.. Önümüzdeki üç ay, pasaport ve vize derdine düşmeden, ilk satırlarda bahsettiğim o tutkulu aşkların yaşandığı, dedikodusunun yapıldığı, kavgaların başladığı, ilk kırgınlık, ilk ihanet belki de ilk öpücüğün geçtiği yerleri arşınlayacağız. Bu yerleri de o dönemki isimleriyle ve ç bölümde sizlere aktarmaya çalışacağım. Ve batının kalbinde neden bir yara olarak kaldıklarını..
Hititler’den Luvilere, Truvalılardan Bergamalılara, Pontuslardan Pergelilere, Karyalılardan Kilikyalılara her toplum, günümüz çok renkliliğine yaptıkları yadsınamaz katkılarla coğrafyamızı şekillendirmiş, renklendirmiş ve güçlendirmiştir. Rotamızı tarihin kronolojik sıralamasına göre değil, günümüz dünyasındaki etki ve değerlerine göre yaptığımı affınıza sığınarak belirtmek isterim. Ve bu rota doğrultusunda, ilk durağımız tabii ki Truva antik kenti. Doğu-Batı kavgasının A’sı, Alef’i, Elif’i, öküzü⁵.. Bu kavgayı izlerken yanımıza alacağımız kitap ise Ahmet Ümit’in İstanbul Hatırası..
Truva antik kenti, meşhur filmini, son dönemlerde çekilen dizilerini ve yazılan kitaplarını okuyanlarınız tarafından çok net bir şekilde bilinmektedir ki, ilk satırlarda bahsettiğim doğu-batı aşkının, hasetliğinin ilk kırılma noktasıdır. Batı, doğunun zenginlikleri ile ilk kez Truva savaşında tanışır. Ve ilk defa Truva savaşı ile batı doğuya üstünlük sağlar. Her ne kadar savaşın uzaması, sefere katılan batılı krallar arasında gittikçe huzursuzluğa ve çatlak seslerin yükselmesine sebep olsa da edinecekleri zenginliğin hayali, bu komutanların Agamemnon’un yanında uysalca beklemelerini sağlamıştır. O Agamemnon ki, tanrıları yanına almak için bu savaşta kızını dahi kurban edecek kadar gözü kararmış ve yine o tanrılara meydan okuyacak kadar da ileri gitmiştir. Ve nihayetinde dokuz yıl süren savaş, giydiği kadın kostümü kamuflajından çıkartılarak savaş alanına zorla getirilen batının kahramanı Aşil’in çadırından çıkarak savaş alanına ayak basmasıyla biter. Bu coğrafyanın ilk kahramanı Hektoru aşılmaz denilen surlarının önünde diz çöktürüp(!) –ki bizlere kitaplarda da dizilerde de filmlerde de dikte edilen subliminal mesaj bu şekildedir– öldürdükten sonra savaşın psikolojik üstünlüğünü kazanan Akhalılar için savaş da artık bitmiştir. Sembol atın surlar içine girmesi ise şehrin düşüş anıdır. Bilinmeyen ya da unutulan ise bu coğrafyadaki kimsenin diz çökmediği gerçeğidir. Ve tarihler bu sefer 1915’i gösterirken bu sefer İngilizler, HMS Agamemnon ismini verdikleri zırhlılarını filolarının ikinci amiral gemisi yaparak, aynı topraklara, Çanakkale deniz muharebesine gönderirler. Öyle ki birinci amiral gemileri HMS Majestic, itilaf devletlerine göre sürpriz bir biçimde savaşın hemen başında batırıldıktan sonra HMS Agamemnon boğaza sokulmayarak, Ege açıklarına geri çekilir. Küçük bir korku. Savaşı bitiren, Osmanlı’yı fiilen sona erdiren ve Limni adasının Mondros Limanında imzalanan Mondros Mütarekesi ise yine bu gemide yapılarak psikolojik üstünlük sağlanması hedeflenir. Aynı gemi aylar sonra yedi tepeli kadim kentin bağrını delip boğaza demirleyen ilk gemidir. Batının bu hırsına sebep ise, Fatih Sultan Mehmet’in 1462’deki Midilli seferi dönüşünde Truva antik kentinde kurduğu ve tarihçisi Kritovulos’un kaleme aldığı cümlesiydi. “Allah, beni bu şehrin ve halkının müttefiki olarak bu zamana kadar sakladı. Biz bu şehrin düşmanlarına galip geldik ve onların vatanlarını aldık. Burayı Yunanlar, Makedonyalılar, Teselyalılar ve Moralılar almışlardı. Bunların biz Asyalılara karşı defalarca yaptıkları kötü davranışların intikamını, aradan birçok devirler ve yıllar geçmesine rağmen onların torunlarından aldık”. Ve yıllar sonra Truva’yı alanların son torunu da İzmir’de denize döküldükten sonra Başkomutan gülümseyerek yanındakilere şu cümleyi kurar. ‘Hektor’un intikamını şimdi aldık!’
Evet Truvalılar Türk değildi. Ancak az önce de bahsettiğim gibi, bu coğrafyada yaşayan her birey, her devlet, her ulus bu coğrafyanın şekillenmesine tesir etmiştir. Her birimiz, Kürdü, çerkezi, boşnağı, lazı, zazası.. Bu ülkenin birer yapı taşıdır. Şimdi Truva antik kentine arkanızı dönüp o dönemki adıyla Helen Denizi ya da Dardanos Geçidi denilen Çanakkale Boğazının karşı kıyısındaki, yapımı aşamasında ekonomik sebeplerden ötürü inşaatı durma noktasına gelen Şehitler Abidesinin heybetine bakın. Arkasında batan güneşin, abidenin gölgesini nasıl da yücelttiğini çalan şarkıyla izleyiniz⁶. Baktığınız, sanat güneşinin en güzel eseri olabilir. Evet, durma noktasına gelen bu yapının inşaatı, Üsküplü bir ailenin tek çocuğu olan ‘Paşa’ ünvanlı Zeki Müren’in masraflarını bizzat cebinden karşılayarak bitirildiğini de konusu açılmışken söylemek isterim. Bu coğrafya işte böyle aşk kadar özverinin de coğrafyasıdır. Evlatlarını cezalandırmaktan çekinmeyen, sonra da bağrına basan bir coğrafyadır burası. Hiçbir başarının cezasız bırakılmadığı bir yerdir Anadolu. İnsanını acımasızca eleştirmekten çekinmediğimiz..
Truva ziyaretimizden sonra sıradaki durağımız Efes Antik kenti; lakin güzergahı biraz uzatarak. Malum, binlerce yıllık bir tarih gezisinde kilometreleri kısaltmak ya da kestirmelere sapmak olmaz. Çanakkale yarımadasındaki Assos antik limanı, Alexandria Troas ki burası Hristiyanlığı benimseyen ve gizlenmek zorunda kalan ilk hristiyanların toplanma yeri olmasından dolayı önemlidir ve bu coğrafyadaki ‘ihthis’⁷ sembolu taşıyan tek kenttir. Kahin Tanrı Apollon’a ithaf edilen Apollon Smintheion’u da bu bölgedeki önemli diğer bir yerdir. Basamaklardaki bronz farelere dikkat. Tamamı Girit’ten! Tüm buraları gördükten sonra sıradaki antik yerleşimimiz, rotayı doğuya çevirerek ve kilometreyi uzatarak varacağımız İznik. Güneşin doğduğu yöne hareket! Zaman mevhumu gözetmeyenler, Parios Antik Kenti’ni ve Apollonia ad Ryndacum Antik Kenti’ni görmeden geçmesin. Yani Nilüfer çayındaki Apollon Tapınağını. Sonuçta zaman Kronos’un, Anadolu halkının tanrısı Apollon’un, dedesi Kronos’un oğlu Zeus tarafından öldürülmesiyle akmaya başladı. Bırakın geçip giden sadece o olsun.
Mitolojik kaynaklara göre İznik, eski adıyla Nikea, Dionysos’un Askania Gölünde (günümüzdeki İznik Gölü) karşılaştığı, aşık olduğu ve ona bir erkek çocuk veren Nikea isimli su perisine hediye ettiği kenttir. En güzel üzüm bağlarını kendisine hediye ettirecek kadar da romantikleşmiştir haytalığı ile ünlü üzüm tanrısı Dionysos’u bu güzel. Şehrin adının önündeki is eki ise, şehrin surlarlar çevrili olduğunu ifade eden bir önektir. İsnikea, dilimize İznik olarak çevrilmiştir. Anadolu’daki antik kentlerden bahsederken mitolojiye değmemek ya da çarpmamak malesef ki gördüğünüz gibi imkansız. Aynı İznik, ms.325 senesinde İmparator 1. Konstantin tarafından Roma imparatorluğu topraklarında Hristiyanlık içerisinde tartışılan bazı konuları netleştirmek amacı ile toplanan toplantıya ev sahipliği yapan şehirdir. Burası, İsa’nın tanrı kabul edildiği noktadır. Hristiyanlık için bir başka önemli yer olan ve Yuhanna İncili’nin yazıldığı Efes Antik kenti gibi kadim ve kutsal bir kenttir.
İşte bu 1. Konstantin, annesi Helena’yı en güvendiği süvari birliği ile Kudüs’e gönderip Barnabas incili, Nuh’un baltası ve İsa’yı çarmıha bağlayan çiviler gibi birçok kutsal emaneti alıp İstanbul’a getirmiş, bu yaptıklarıyla da azize ünvanını almış bir kadındır. Bu Helena ki hristiyanlıkta haçı temsil eder. Helena’nın, sosyal statüsü, yani hancı uşaklığından imparator anneliğine çıkışı ve imparatoriçe oluşu, haçın uzun, dik parçasını simgeler. Haçın yatay bölümü ise Helena’nın, doğudan batıya, batıdan doğuya, geçişlerini sembolize eder. Helena; kökeni itibariyle doğuya ait olsa da, ikameti ile batıya aittir. Al sana paylaşılamayan bir kadın daha. Yunan ırkına ismini veren güzeller güzeli Truvalı Helen gibi. Ve üstelik yine Helen. Ama bu Helena, doğunun imparatoriçesi olmadan önce, batının imparatoriçesi olarak kabul edilir Hristiyanlıkta. Ve tüm bu yaptıkları ile, anlatmaya kelimelerimin yetmeyeceği kadar zenginliği, sanat eserini ve kültürü barındıran İstanbul’u, tüm dünya kentleri arasında en kutsalı olmasına vesile olan İmparatoriçe Helena. Bitinyalı Helena.
Seyahatimiz, Troad’da başladı, Mysia üzerinden Bitinya’ya geldi. Bu isimler bir şey ifade etmeyebilir. Buralar, bir zamanlar Anadolu’daki bölgelerin isimleriydi. Önümüzdeki ay Aiolis, İyonya ve Doris’e gideceğiz. Şimdi arkamıza yaslanma vakti. Çalan şarkıda⁸ da dediği gibi;
‘Aşk gerçekse günah değildir.
Bu bir zamanlar yasak olan şeydir,
bu en güzel hikaye.
Beni tam buradan öp ve Truva’nın yanmasını izle!’
Aykut Bildan.
İyi gezmeler.
müjgan farsça: türkçe. kirpik.