18. yüzyıl düşüncesi, genel hatlarıyla, toplumu ve insanı geleneksel dogmalardan sıyırarak aklın egemenliğine yönlendiren bir değişimle şekillendirir. Söz konusu dönüşümün en önde gelen filozoflarından Immanuel Kant, yalnızca bir bilgi kuramcısı ya da ahlakçı olarak karşımıza çıkmaz; estetiği de varmak istediği noktaya entegre eder. Onun düşünsel sistemini “neyi bilebiliriz?”, “neyi yapabiliriz?” ve “neyi umabiliriz?”, bu üç temel soru özetler. ( Kant, 1995, s.114; Kant, 1998, s.677 * ) Bu yazı, Kant’ın epistemolojiden ahlak felsefesine, oradan da estetik yargıya uzanan düşünsel yolunu, aklın biricik yetileri ve özgürlük anlayışı bağlamında inceleyecektir.
Epistemolojiden Etik’e: Bilginin Sınırları ve Aklın Yapısı
Aydınlanma çağı batıda 17 ve 18. yüzyıllarda gelişen, insan aklının dogmatik inançlardan, önyargılardan, gelenekselden ve değişmezlerden sıyrılarak kendi ışığıyla yolunu bulabileceğine olan inancının kuvvetlendiği bir tarih kırılmasıdır. Kant’ın “Sapere Aude!” yani “Aklını kullanma cesareti göster!” çağrısı bu dönemin anlam zeminini bize yansıtır. ( Kant, Was ist Aufklärung?, 1784, s. 13 * ) Ancak Kant için bu cesaret, sadece bilimsel ilerleme değil, düşünsel öz yetkinliği de içerir. Bilgiyi artık doğada bulunup çıkarılan değil, insan zihninin etkin olarak kurduğu bir yapı olarak dönüştürür (Kant, Saf Aklın Eleştirisi, s. 92; Kant, Critique of Pure Reason, s. 115 * ).
Kant’a göre bilgi deneyimle başlasa da deneyimden doğmaz (Kant, Critique of Pure Reason, 1998, p. 136 * ). Zihin, dışarıdan gelen duyusal veriyi “anlama yetisi” ve “yargı gücü” aracılığıyla yapılandırır. Bu faaliyet Kant tarafından “transandantal sentez” olarak adlandırılmıştır (Kant, 1998, p. 210* ). Bu süreç üç temel yetiyi devreye koyar: anlama yetisi (Verstand), yargı gücü (Urteilskraft) ve akıl (Vernunft). Hayal gücü (Einbildungskraft) ise bu sürecin taşıyıcısıdır (Kant, 1998, p. 120 * ). Algılar, bu yapılar sayesinde düzenlenip bir bilgi formuna dönüşür.
Kant’ın bilgi kuramındaki hayal gücünün (Einbildungskraft) taşıyıcı rolüne kısaca değinelim. Einbildungskraft, duyusal veriler ile zihnin kavramsal yapıları arasında aracılık eden, yani deneyimin kurucu öğelerinden biri olarak iş gören yetidir (Kant, 1998, p. 218 * ). Duyularla alınan verileri, anlama yetisinin kategorileriyle ilişkilendirme işlevi görür. Ancak bu yeti sadece bilginin oluşumuna katkı sağlamaz; estetik yargının temelinde de hayal gücü yatar. “Yargı Gücünün Eleştirisi”nde Kant, hayal gücünü “özgürce oynayan” bir yeti olarak tanımlar (Kant, 1998, s.55; Gözkan, 2018, s. 54-56 * ). Özellikle güzellik deneyiminde hayal gücü ile anlama yetisi arasında uyumlu ama kuralsız bir birliktelik yaşanır. Bu birliktelik, Kant’ın estetikte “amaçsız bir amaçlılık” olarak adlandırdığı yapının temelidir (Kant, 1998, s. 56-58; Gözkan, 2018, s. 57-60 *). Örneğin bir çiçeğe baktığımızda, zihnimiz çiçeği sınıflandırmak ya da bilgi üretmek amacıyla değil, yalnızca biçimsel güzelliği deneyimlemek amacıyla hayal gücünü devreye sokar. Bu nedenle estetik yargı, duyusal hoşnutluktan öte, zihnin özgür bir etkinliği olarak gerçekleşir. Hayal gücünün özgür çalışması, estetik yargının hem bireysel hem de evrensel geçerlilik iddiasına zemin hazırlar. Hayal gücü, yalnızca duyusal malzemeyi düzenleyen bir araç değil, aynı zamanda özgürlük ve ahlak yasasının estetik düzlemdeki taşıyıcısı haline gelir (Gözkan, 2018, s.61-62 * ).
Ahlaki Yasayı Kuran Akıl
Kant, bilginin bu kurucu koşullarına “transandantal” adını verir (Kant, 1998, p. 136 *). Yani zihin doğayı pasif olarak algılamaz, aktif biçimde yapılandırır. Örneğin, “kalem kırmızı mürekkeplidir” önermesi sentetik a priori bir yargıdır. Çünkü bu yargı, deneyimle doğrulansa da anlamı yalnızca terimlerin çözümlemesiyle verilemez; bilgi üretir, çelişmezlik ilkesine uygundur ve mantıksal zorunluluk içerir (Kant, 1998, p. 155 * ). Kant’a göre geometri ve matematik gibi alanlar da a priori bilgiye dayanır. Ancak burada mekân ve zaman gibi formların duyumsal düzlemde deneyimlenmesi yani ister istemez oluşan bir mekân-zaman algısı devreye gireceğinden, bilgi sentetik hale gelir (Kant, 1995, s.23 *). Bu noktada Kant, rasyonalistlerin ve empiristlerin ötesine geçmeyi başarmıştır; bilgi ne sadece deneyimden doğar ne de zihne içkindir. Ona göre bilgi, deneyimin transandantal koşullarıyla kurulur. Bu yaklaşım, Kant’ın noumenon ve phenomenon ayrımında somutlaşır (Kant, 1998, p. 293 *). Örneğin; bir çiçeğe baktığımızı hayal edelim. Kokusunu, rengini ve şeklini duyularımızla algıladığımız bu varlık, bizim için bir ‘görünüş’ yani “Fenomen”dir. O çiçeğin kendisinde ne olduğu, yani zihnimizden bağımsız gerçekliği —noumenal hakikati— bize kapalıdır. Bildiğimiz şey, çiçek deneyimimizle birlikte ona yansıtılan çiçek yargımızdır. Çiçek belirişiyle elimde tuttuğum, kokladığım, gördüğüm renkler ve tonlarla belirişini oluşturan deneyim aracılığıyla, aklın süzgeçinden geçerek, yargı yetisinin dışarı aktarıldığı nesnedir. Tüm yargı ve projeksiyonlardan bağımsız, aslında olduğu kendinde şeye (ve bunu asla bilemeyiz) Noumenon deriz. Anlama yetimizle onu dış dünyaya yansıtan projeksiyona ise Phenomenon (fenomen). Bu bağlamda bilgi, doğada zaten bulunan bir gerçekliği yansıtan değil; zihnimizin yapılandırıcı ilkeleriyle kurduğu, deneyimle biçimlenen bir düzendir (Kant, 1998, p. 293 * ). Dolayısıyla Kant’a göre bilgi deneyimle başlar ama deneyimin kendisini mümkün kılan a priori ilkeler sayesinde kurulur. Burada insan doğada bilgiyi arayandan, doğaya bilgiyi atfedene dönüşmüştür. Şüphesiz, aydınlanma dönemi düşüncesiyle tutarlılık akseder.
Kant’ın sisteminde saf aklın teorik kullanımı ile pratik kullanımının arasında içerik farkı vardır. İnsanın özgürlük kapasitesini ve evrensel bir yasa inşasına olan yetisini tartışmaya açan bir varoluş sorusu olarak “ne yapmalıyım?” belirir (Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s. 17; Groundwork of the Metaphysics of Morals, s. 13 * ).
Kant’a göre ahlak, doğa yasalarının zorunluluğu ile çelişen bir düzlemde işler. Doğa nedensellik ilkesiyle yürür; oysa ahlak, özgürlük ilkesine dayanır. Özgür iradeye sahip bir özne, kendi eylemlerini bir ilkeye bağlamak zorunda olduğu kadar özgürlüğü devam edebilmelidir. Ancak bu ilke herhangi bir zamana, mekâna, kültüre ya da bireysel çıkara bağlı olamadığı gibi tüm dünyada ve de koşullarda geçerli olabilmelidir (Kant, Groundwork of the Metaphysics of Morals, s. 33; Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s. 34 * ). Kant’ın burada geliştirdiği “Kategorik Imperatif” (Koşulsuz Buyruk), ahlaki eylemin temelidir: “Öyle davran ki eylemin ilkesi, aynı zamanda evrensel bir yasa haline gelebilsin.” (Kant, Groundwork of the Metaphysics of Morals, s. 41 * )
Bu ilke Kant’a özgü bir ahlaki özerklik düşüncesinin temelidir (Kant, Groundwork of the Metaphysics of Morals, s. 34; Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s. 30 * ). Ahlaki özne, eylemlerini yalnızca kendi aklına dayanarak ve dışsal ceza-ödül motivasyonundan bağımsız, saf ahlaki tutumla yapmalıdır. Örneğin bir insan, yolda bulduğu cüzdanı sahibine teslim ediyorsa ve bunu toplumdan takdir görmek ya da suç işlemekten kaçınmak için yapıyorsa, eylemi dışarıdan doğru görünse bile ahlaki değildir. Ancak bu davranış yalnızca doğru olduğunu düşündüğü için, ödev duygusuyla yapılmışsa, o zaman gerçekten ahlaktan söz edebilir (Kant, Groundwork of the Metaphysics of Morals, s. 36 * ). İnsanın dayatmalarla değil; içten gelen ödev duygusuyla hareket etmesini umar (Kant, 1995b, s.33 * ).
Bu yönüyle Kant, Hume gibi duyguları merkeze alan ahlak anlayışlarından ya da Bentham ve Mill’in haz maksimizasyonuna dayalı faydacı yaklaşımlarından kesin çizgiyle ayrılır. Kant’a göre duygular değişken, çıkarlar ise görecelidir; oysa ahlak ilkesi, her koşulda geçerli olacak biçimde rasyonel ve zorunlu olmalıdır (Kant, 1995b, s. 33 * ). Ödev, aklın evrensel ahlak yasasına duyulan saygıyla doğar ve bu yasa hiçbir çıkar beklentisine ya da duygusal güdüye dayanmaz; ahlaki değer taşır ve ahlaki davranışın değeri, yalnızca ilkeye sadakatte yatar (Kant, Groundwork of the Metaphysics of Morals, s. 36 * ).
Kant’ın özgürlükten kastı bireyin kendi koyduğu yasaya tabiiliğidir (Kant, Groundwork of the Metaphysics of Morals, s. 34 * ). Her ne kadar Rousseau’nın “genel irade”siyle yankı bulmuşsa da Kant için bu irade bireysel akılla temellenir. İnsan ancak kendi aklının koyduğu yasaya uymakla özgür olabilir (Kant, 1995b, s.30 * ). Toplumsal olduğu kadar bireysel de olan insan hem toplumun beklentileri hem de bireysel arzularını gerçekleştirmek ister. Kant’a göre ahlaki yasayı kendine kılavuz ederek ancak insan bu çelişkili durumdan çıkabilir.
Eylemlerimiz tüm dünyada, tüm coğrafi şartlarda, kültürlerde, cinsiyetlerde, yaşam koşullarında (…) uygulanabilir mi? Doğru olur mu? Sonuçları kaos doğurur mu? Bu doğrultuda Kant’ın ödev etiği öznenin özerkliğini korurken, kendi içinde yasa koyma yetisini öne çıkarır. Günümüzde hâlâ hukuk sistemlerinin merkezinde yer alan “suçun kastla değerlendirilmesi”, “niyetin eylem üzerindeki önceliği” gibi kavramlar, Kant’ın bu yaklaşımının çağdaş izdüşümüdür.
Kant, ahlaki bir zorunluluk önererek, insanın yaptıklarının ötesinde eylemi neden yaptığıyla ilgilenir (Kant, 1995b, s. 33 * ). Davranışın görünüşte neyi teşkil ettiğinden öte davranışın ardındaki ilkeye sadakat taşır (Kant, Groundwork of the Metaphysics of Morals, s. 36 * ). Böylece yalnızca bireysel bir etik çerçeveden taşarak evrensel ahlak toplumuna imkan tanınır. İnsanın ne yapacağı gündelik pratiğe yöneltilmiş bir soru olmasının ötesinde bireyin özgürlük kapasitesini ve evrensel bir yasanın mümkünatını sorar.
Herhangi bir eylem karşısında kınanmaktan korkmak, kendimizi iyi hissetmek, yasalardan korkmak, iyi bir sıfatla anılmak veya alkışlanmak isteği ile değil; evrensel ödev olarak benimsediğimiz için eylem doğru yapılmalıdır. Aksi halde eylem, etik değil faydacı (utilitarianism) bir temelde kalır (Kant, Groundwork of the Metaphysics of Morals, s. 36 *).
Kant’a göre ahlak dışsal engellerin olmaması değil; ahlaki öznenin kendi koyduğu yasaya tabi olmasıdır (Kant, 1995b, s.28 * ). Kant’ın “ödev etiği”, bu anlamda ahlaki öznenin özerkliğini, yani kendi içinde yasa koyma yetisini öne çıkarır. Ancak kendi aklının koyduğu yasayla özgür olabilen insan, bireysel olduğu kadar toplumsal bir varlıktır. Ahlaki yasa bireyin içsel özgürlüğü ile başkalarıyla ortak bir düzen kurma sorumluluğunu uzlaştırır. Toplumsal beklentiler ve bireysel hazlar arasında kalan dolayısıyla içsel çelişkiler yaşayan modern insan, ancak ahlaki yasanın rehberliğinde bu çatışmadan çıkabilir.
Kant, doğanın nedensel zorunluluğuna karşı ahlaki bir yükümlülük önerir. Bu kendiliğinden isteme zorunluluğudur. İnsanın yalnızca ne yaptığına değil, neden yaptığına da odaklanır. Yani ahlaki olan, görünüşteki davranış değil; eylemin ardındaki ilkeye sadakattir. Dolayısıyla Kant, yalnızca bireysel eylemin etik çerçevesini değil, aynı zamanda evrensel bir ahlak toplumunun olanaklarını da belirler.

Kant’ın Estetik Düşüncesi: Güzellik, Yücelik ve Ortak Duyu
Kant’ın felsefesi yalnızca bilginin ve ahlakın değil, estetik deneyimin de transandantal koşullarını araştırır (Kant, 1999, s. 41 * ). “Yargı Gücünün Eleştirisi” adlı eserinde Kant, güzellik ve yücelik duygularını yalnızca duyusal hoşnutlukla açıklamanın yetersizliğini ortaya koyar ve estetik yargıyı aklın özel bir yetisi olan “yargı gücü” ile temellendirir (Kant, 1999, s. 43 * ). Bu noktada estetik, sadece sanata değil, ahlaka da kapı aralayan bir özgürlük alanı halini alır.
Kant’a göre güzel olan, “çıkar gözetmeksizin hoş” olandır (Kant, 1999, s. 55 * ). Bu hoşnutluk, herhangi bir arzuya, sahip olma isteğine ya da duygusal bağa dayanmaz. Bir çiçeğin güzelliğinden hoşnut olduğumuzda ondan bir fayda ummayız, yalnızca biçiminin “amaçsız bir amaçlılık” taşıyan yapısı bize haz verir (Kant, 1999, s.56 * ). Bu haz, öznel olmakla birlikte evrensellik iddiası taşır: Eğer ben bir şeyi güzel buluyorsam, başkasının da onu güzel bulmasını beklerim. Bu beklenti, Kant’ın “Gemeinsinn” (ortak duyu) kavramıyla açıklanır (Kant, 1999, s. 58 * ). Gemeinsinn bugün sosyal empati, ortak değerler ya da kültürel paylaşım gibi kavramlarla karşılık bulabilir. Bireyin kendi estetik yargısını evrensel geçerliliğe açtığı bir alan sunar. Kant’a göre estetik yargı bir bilgi yargısı değildir; ama aklın diğer yetileriyle aynı zeminde işler. Bu da demektir ki, güzellik duygusu rastlantısal bir beğeni değil, insan doğasına içkin olan ortak bir yapının ifadesidir. Yani estetik deneyim, özneler arası bir anlaşma zemini kurar.
Bu bağlamda Kant, estetiği yalnızca duyusal bir haz alanı değil, ahlaki kapasitemize dair bir sezgi olarak görür (Kant, 1999, s. 65 *). Güzellik deneyimi, insanın özgürlüğünü sezdiği, doğa yasalarının dışına çıkabildiği bir tecrübe anıdır (Allison, 2001, s. 232 * ). Estetik yargı sayesinde insan, doğanın zorunluluklarından sıyrılarak kendi yargısını koyar. Bu anlamda estetik, ahlakın sezgisel öncüsüdür (Kant, 1999, s.69 * ).
Yücelik (das Erhabene) kavramı ise, güzellikten farklı olarak, insanın sınırlılığıyla yüzleştiği ama aynı zamanda kendi aklının sonsuzluğu karşısında duyduğu hayranlığı ifade eder (Kant, 1999, s. 95 * ). Örneğin sonsuz uzay, dev bir fırtına ya da engin bir okyanus, doğrudan güzellik duygusu uyandırmaz ama bireyin aklının bu büyüklüğü kavrayabilmesi, ona “yücelik” duygusu verir (Guyer, 2006, s. 211 * ). Bu duygu, bireyin duyusal yetilerinin sınırlı olduğunu ama aklının özgür ve aşkın bir güce sahip olduğunu hissettirdiği için ahlaki olanla derin bir bağ kurar (Kant, 1999, s. 104 *).
Sonuç olarak Kant’ın estetik felsefesi, beğeni yargısının ardında yatan yapıyı ortaya çıkarırken aynı zamanda insanın özgürlük ve ahlak potansiyeline de işaret eder (Kant, 1999, s. 55 * ). Güzellik yalnızca görülen değil, içinde evrensel bir uyumu ve özgürlük arzusunu barındıran bir deneyimdir (Kant, 1999, s. 65 * ). Kant’ın estetikte aradığı şey, duyusal hoşluğun ötesinde, insanın kendi doğasını ve ahlaki yetkinliğini duyumsadığı bir ortak zemindir (Allison, 2001, s. 233 * ).
Estetikten Ahlaka, Güzellik Yoluyla Özgürlük
Kant’ın estetik kuramı, yalnızca sanat nesnesiyle duyusal bir ilişki kurmakla kalmaz; aynı zamanda insanın ahlaki doğasına dair sezgisel bir farkındalık yaratır (Kant, 1999, s. 65 *). Kant’ın güzellik anlayışı, yalnızca hoş olana yönelik bireysel bir eğilim değil; evrensel geçerliliği olan bir ortaklık arzusudur (Guyer, 2006, s. 213 * ). Bu ortaklığın merkezinde, insanın bir türün parçası olduğu bilinci yatar (Allison, 2001, s. 234 * ).
Böylece estetik deneyim, daha önce Kant’ın “kategorik imperatif” ile kurduğu ahlaki yapıya yalnızca sezgisel bir ön hazırlık değil, aynı zamanda bir motivasyon alanı sunar (Kant, 1999, s. 71 * ). Güzel olanı deneyimleyen özne, kendi zihnindeki düzen ve uyum duygusu aracılığıyla, başkalarıyla paylaştığı bir evrensel yapının farkına varır (Allison, 2001, s. 237 * ). Bu farkındalık, onu yalnızca estetik alanda değil, ahlaki alanda da ötekine karşı sorumluluğa taşır.
Kant’ın umudu, insanın güzellik aracılığıyla özgürlüğünü ve ahlaki yükümlülüğünü sezmesidir. Bu bağlamda güzellik, sadece hoş olanla kurulan yüzeysel bir ilişki değil; insanın kendi doğasında var olan ahlaki potansiyeli duyumsadığı bir eşiktir (Allison, 2001, s. 238 * ). Estetik yargı ise bireyin yalnızca neyin güzel olduğu konusunda değil, neyin doğru olduğuna dair de ortak bir sezgi geliştirebilmesinin kapısını aralar (Guyer, 2006, s. 221 *). Ahlaki özerkliğe giden yolda yalnızca bir süs değil; insanın özgürlük kapasitesini harekete geçiren derin ve sessiz bir rehberdir. Estetik, insanın yalnızlaşmış modern dünyasında başkalarıyla anlamlı bir bağ kurabilmesinin en saf, sessiz ve evrensel yoludur.
Özel Teşekkür
Bu metnin oluşum sürecinde, düşünsel yönlendirmeleri ve felsefi katkılarından ötürü Sayın Doç. Dr. Can Okan’a en içten teşekkürlerimi sunarım.
Başlıca Kaynaklar
- Kant, I. (1995). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi (İ. Kuçuradi, Çev.). Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.
- Kant, I. (1998). Critique of Pure Reason (P. Guyer & A. W. Wood, Eds. & Trans.). Cambridge University Press.
- Kant, I. (2009). Yargı Gücünün Eleştirisi (D. Tunalı, Çev.). Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.
- Kant, I. (2013). Was ist Aufklärung? In Beantwortung der Frage: Was ist Aufklärung? Meiner Verlag.
- Kant, I. (2001). Critique of the Power of Judgment (P. Guyer & E. Matthews, Trans.). Cambridge University Press.
- Kant, I. (2001). Groundwork of the Metaphysics of Morals (M. Gregor, Ed. & Trans.). Cambridge University Press.
- Gözkan, H. B. (2018). Kant’ın Şemsiyesi: Kant’ın Teorik Felsefesi Üzerine Yazılar. Yapı Kredi Yayınları.
- Allison, H. E. (2001). Kant’s Theory of Taste: A Reading of the Critique of Aesthetic Judgment. Cambridge University Press.
- Guyer, P. (1997). Kant and the Claims of Taste. Cambridge University Press.
- Guyer, P. (2006). Kant. Routledge.
- Ameriks, K. (2003). Interpreting Kant’s Critiques. Oxford University Press.
- Wood, A. W. (1999). Kant’s Ethical Thought. Cambridge University Press.