Atölye Söyleşileri serisinin yedinci konuğu ressam Mesut İkinci.
Mesut İkinci, sanat üretimlerinin temelinde Paul Klee’nin “Sanat görünmez olanı görünür kılar” sözü yer alır. Resimlerinde insanın doğayla olan ilişkisine dair hem varoluşsal hem de ekolojik bir sorgulama vardır. İnsanı doğadan bağımsız düşünemez ve içsel çatışmalarını dışsallaştırma ve/veya doğa üzerinden yansıtma yolunu tercih eder. Böylece izleyiciye insan ile doğa ilişkisinde görünmeyeni ifşa eder. Bu yaklaşımı kimi zaman bazı eserlerinde, insanın, mekân ve sınıfsal meseleler üzerindeki tahakküm kurma çabalarının ve iktidar güçlerinin kırılgan müdahalelerine yönelik bir eleştiri niteliği de taşır.
Mesut İkinci, atölyesini bir sarmaşık çiçeğine benzetirken, burada yine doğa ile insan üzerine kurduğu ilişkiyi anlamlandırabiliriz; “sabırlı büyüyüşü ve mekâna kök salışıyla hakimiyet kurması”…
Kendinden bahseder misin?
Sanatsal pratiğimi son seri üzerinden ele alabilirim. Doğa ile insan arasındaki kırılgan bağı sorguluyorum ve kişinin doğadan bağımsız geliştirdiği travmalarındaki atamalar üzerine düşünüyorum. Yani doğaya biçtiğimiz, yüklediğimiz anlamlar, kendimizi onun karşısında nasıl bir arzu nesnesine dönüştürdüğümüz, bunlar ilgimi çekiyor. Çalışmalarımda kimi zaman bir yaprak yapısında, kimi zaman bir toprak parçasında ya da bir kabukta insanın müdahalesini arıyorum. Sanatta konu edinmek bana Paul Klee’nin “Sanat görünmez olanı görünür kılar” sözünü hatırlatıyor. Ben de görünmeyeni, unutturulmaya yüz tutmuş doğal gerçeklikleri ya da bastırılmış olanı görünür kılmaya çalışıyorum.

Şu anda çalıştığın mekânın atölyen haline gelme süreci nasıl şekillendi? Bu atölyede ne zamandır üretim yapıyorsun?
İstanbul’da, zamanla kendiliğinden gelişen bir süreçle oluştu bu atölye. Başlangıçta bana küçük geldiği için geçici bir üretim alanı olarak düşündüğüm bir yerdi; bir masa, birkaç boya tüpü ve defterle başladı. Ancak zamanla mekânın dokusu, ışığı ve bana sunduğu sessizlik burayı eksiksiz bir üretim alanına dönüştürdü. Yaklaşık 2 yıldır buradayım. Mekân, çalışmalarımla birlikte büyüdü, ben de onunla değiştim. Tıpkı bir yerlere kazınan izler gibi, benim üretimlerim de atölyenin duvarlarında, zeminde, kokusunda yer etti.
Şimdi her duvarda, her çatlakta o ilk ışığın izi var hâlâ.
Üretmek dışında atölye senin için ne ifade ediyor?
Atölye, üretim alanı olmanın çok ötesinde bir “iç dünya” yansıması. Burada zaman kavramı esniyor; düşünceler şekil değiştiriyor. Bir bakıma atölye benim düşüncelerimi kurduğum, bozduğum, yeniden inşa ettiğim bir alan. Üretmediğim zamanlarda bile, mekânda olmak yalnızca varoluşuma bir derinlik katıyor. Van Gogh’ Arles’daki sarı evini tasvir ederken: “Bu evde yaşamak, çalışmak, düşünmek istiyorum, çünkü burada kendimi en çok kendim hissediyorum.” diyor.
Benim atölyem de böyle: Kendimi en çok bulduğum yer. Burası bir tür zaman kuyusu gibi. Üretmediğim zamanlarda bile, köşeye oturup saatlerce tavana bakabilirim. Sessizce geçen o zamanlar, görünmez köklerin oluştuğu zamanlar.
Yani bence atölye, sadece çalıştığım yer değil; “oluştuğum” yer.

Bu atölye bir canlı, bir koku ve bir ses olsaydı neler olurdu?
Canlı olarak bir sarmaşık olurdu, solgun ama ısrarcı bir sarmaşık. Sadece varlığıyla değil, sabırlı büyüyüşü ve mekâna kök salışıyla hakim olmuş bir tür.
Koku olarak nemli toprak kokusu olurdu; o koku hem başlangıcı hem de değişimi anımsatır bana.
Ses olarak ise zaman zaman mekânın köşelerinden dolanıp geçen bir fısıltı gibi. Sessizlikte bazen o fısıltılara da ihtiyaç duyuyorum.
Bir sanatçı atölyesini sadece üretim yeri olmaktan çıkartan unsurlar nedir?
Bence bir atölyeyi dönüştüren şey, sanatçının kişisel hafızasıdır. Kullanılmış bir fırçanın izi, eski bir defterin sayfalarına sinmiş fikirler, zamanla değişen duvar renkleri gibi. Atölye, sanatçının düşünsel yolculuğunu barındıran bir canlı organizma hâline gelir Yuva gibi.
Yani, mekânı dönüştüren şey kullanılan malzemeler değil; zamanla o mekâna sinen niyet ve duygulardır.
Atölyenin her köşesinde saklı küçük kişisel ritüellerdir onu dönüştüren: sabahları bir köşede fark edilen unutulmuş, rastgele açılmış bir kitap sayfası, sessizce biriktirilen taşlar, tohumlar. Yere dökülmüş bir kaç damla boya, hatta nesnelerin arasına sinen sessizlik bile bazen her şeyden daha çok şey anlatır.
Bunlar benim mekâna kazıdığım görünmez yazılar gibidirler. Bir gün buradan gitsem bile, mekân benden bir parça taşıyacak. İnsan-mekan ilişkisi bu denli içten kurulabilmeli.
Atölyenin görünmeyen ama senin için en önemli malzemesi nedir?
Boşluk.
Atölyedeki boş alanlar, fikirlerimin dolaşmalarına olanak tanıyor. Bu boş alanların bir şeyleri “bekleyiş” hali.
Çünkü bir fikir, bir form bazen uzun süre sessiz bekler burada. Ve ben beklerken, sanatın özü olan sabrı öğreniyorum.
Atölyeler gizli alanlar mıdır? Ziyaretler esnasında seni rahatsız eden durumlar oluyor mu?
Bir gün kapıyı açıyorum, içeri bir ziyaretçi geliyor. Bakışlarıyla duvarları ölçüyor, işlerime “Bitti mi bunlar?” diye soruyor. O an mekânın havası değişiyor; sanki bir rüzgâr pencereden girmiş de içerideki sıcaklığı kaçırmış gibi.
Atölye, içinde kimse yokken en gerçek hâlindedir.
Atölyeler gizli alanlardır. Bir sanatçının atölyesi hem dünyaya açılan bir kapı hem de ayak basılmamış bir yer gibidir. Ziyaretçiler geldiğinde bazen üretim sürecime gereğinden fazla müdahale edilmesi ya da işlerin “bitmişlik” beklentisiyle görülmesi beni rahatsız edebiliyor. Çünkü bazen işler bitmemişken, tam da o eksik halleriyle en dürüst ifadelerini taşıyorlar.
Atölyeni bir günlüğüne bir sanatçıya verseydin eğer o isim kim olurdu?
Mediha Yaşik.
Muhtemelen her tarafta bitkiler olurdu. Elmaların olduğu bir kase olurdu hep. Camları daha sık açardı. Ben biraz hınç alıyormuşum gibi kullanabiliyorum bu atölyeyi ama Medya kırılganlığın ne demek olduğunu biliyor sanatsal pratiğinde de bunun inceliği var. Bu yüzden hassas bir şey varsa ortada, her şeyiyle ona iyi davranırdı.
Atölyende bir günün nasıl geçiyor?
Bir kahveyle başlıyor. Sonra notlar, küçük eskizler… Öğleden sonra daha yoğun çalışıyorum. Akşam üzeri ise bir tür toparlanma, günü sindirme hali oluyor. Akşam mekâna veda ederken bir parçamı orada bırakıyorum, atölyeyi toplayıp giderken arkamda görünmeyen bir yığın fikir bırakıyorum. Onlar gece boyunca kendi kendilerine büyümeye devam ediyorlar. Sabah ise tekrar buluşuyoruz.