İrem Tok’un “Karanlıkla Buluşmak” başlıklı kişisel sergisi 2 Şubat-9 Mart tarihleri arasında Pilot Galeri’deydi. Sergide sanatçının iki yıldır üzerinde çalıştığı seramik işlerin yanı sıra kâğıt ve kitaplarla yaptığı üretimler de yer aldı.
Duyulur dünya ve gölge arketipi
İrem Tok’un tüm üretiminde olduğu gibi yine bir “özen ve önemseme sergisi” ile karşı karşıyayız. İçinde yaşadığımız dünyaya özenle yaklaşmak, onu önemsemek tüm katılımcılarını hesaba katmak demek. Sanatçının işlerinde öznel ve nesnel olanın, psikolojik ve maddi olanın ötesinde bir şey kendini gösteriyor: duyulur dünya. Sanatçı işlerinde maddede ve zihinde sahip olunanın ötesinde bir yaşam formuna açılan bir sahneleme yaratıyor. Önerdiği imgesel mikro ontoloji, yeryüzünde sürekli olarak ortaya çıkan olma biçimlerini görmemizi sağlıyor ve bizi benzer bir oluş deneyimine davet ediyor. “Karanlıkla Buluşmak” duyulur dünya ile gölge arketipi gibi iki ayrı düşünsel oluğu takip ediyor ve bunları ustalıkla harmanlıyor. Sergi mekânına girdiğimiz andan itibaren, bir yandan gösterilen ve saklanan benliklerin, gölgelerin ve maskelerin cirit attığı, diğer yandan ise insan-ötesi yaşamların çoklu imgeleriyle dolup taşan özerk bir alana adım atıyoruz. Bu özerklik sanatçının her sergisinde kendini gösterdiği gibi, tek tek işlerinde de okunabilen bir parmak izi niteliğinde.
Kendine ait bir yüz, kendine ait bir el, kendine ait bir karanlık
“Karanlıkla Buluşmak”, İrem’in 2019’da yine Pilot Galeri’de açtığı “Close Up”a küçük bir anıştırmayla başlıyor. Böylelikle geçmişte başlayan seyir deneyimi, diğer işlerin yer aldığı, kırmızı halıyla kaplı alt kata indiğimizde bizi bugüne taşımak yerine, meçhul bir zamana götürüyor. Karşımızdaki ilk iş sanatçının otoportresi. İrem “African stone” olarak bilinen siyah çamurla oynamaya başladığında siluetler, gölgeler yaptığını fark ediyor. Pişmemiş hâldeyken bordo renkte olan bu malzemenin ısıya maruz kaldıkça kararmasından etkilenerek Carl Gustav Jung’un gölge arketipini araştırmaya başlıyor.
Nasıl ki dış dünyada gölgenin oluşması için bir nesnenin ışığı engellemesi gerekirse, kişiliğimizin arkasındaki karanlık da psikolojik gölgemizi oluşturur. Bir Jung arketipi olan gölge başlangıçta benliğin kendisi hakkında bilmediği her şeydir, kişiliğin bilinçdışı kısmının tamamıdır. Kişilik geliştikçe gölge dönüşerek yavaş yavaş bireysel ve kolektif bir hâl alır. Bu noktada kişi gölgesini bilse bile onunla olan mücadelesi bitmez, aksine gölgesiyle özdeşleşmemek için her daim çabalamalıdır.[1] Bu otoportre ilkin sanatçının gölgesinin varlığından haberdar olduğunu söylüyor. İkinci olarak ise varlığını kabul ettiği bu gölge ile sürtüşmeye, çekişmeye devam edip ona teslim olmadığını görüyoruz. Kendine ait bir yüz, kendine ait bir el, kendine ait bir karanlık. Tablodaki iki el tek bir elden modellenmiş; görüneni ve gölgeyi temsil ediyorlar. Dünyadaki her bir varlıkla eşitlenen sanatçının âdeta izleyiciye uzattığı şefkat eli, bir anda gölgesiyle birlikte gelerek güçlü bir öz-sorgulama mekanizmasına dönüşüyor ve birazdan içine girip yüzeceğimiz felsefi deryaya bizi hazırlayan ilk imaj olmasıyla bu dramatik kurguyu sorunsallaştırıyor.
Gölge bitkisinin sürprizi
Karanlık Sevenler serisi (2023) İrem’in Çin’de mağarada yetişebilen yeşil yapraklı bir bitkinin keşfedildiğini öğrenmesi üzerine ürettiği işleri içeriyor. Bu canlıların gölgeye neden adapte olduğunu merak eden sanatçı bu olguyu biz insanların dünyayı deneyimleme biçimleri için ilginç bir metafor olarak okuyor. Gölge seven bitkilerin karanlık ortamları tercih etmesini insan psikolojisiyle ilişkilendirdiğimizde buradan karanlık, gizemli, hatta melankolik veya mistik sonuçlara varabiliriz. Oysa söz konusu paralellikten hiçbir şekilde romans devşirmeyen İrem salt fırsat eşitsizliğine dair bir çıkarım yaparak “Hiçbirimiz eşit şartlarda doğmuyoruz, bu sadece insan türü için değil, insan olmayanlar için de geçerli. Cama bir arı gelir, yazık bu şehir arısına, diye düşünürüz. ‘Sen de bizim gibi şanssızlardansın demek…’ diye onunla konuşuruz” diyor.
Öte yandan bu gölge bitkileri yüz seksen milyon yıl önce ayrışarak böyle evrildiği için gölge ile zorunlu bir ilişki içindeler. Gölgede gelişme yeteneklerini yosun benzeri bir bitki olan hornwort’tan bir gen alarak kazandıkları düşünülüyor.[2] Yosun, liken, taş gibi doğal materyallerle çalışan sanatçının ilham aldığı, nispeten yeni keşfedilen bu bitkiye yine bir yosunun gen verme ihtimali kulağa şanslı bir sürpriz gibi geliyor. Işığı algılayan proteinleri sayesinde yapraklarını ışığa doğru yönlendirebilen bu türün güneşe toleransı düşük. Güneş onları yakıp kavuruyor. İçinde yaşadığı koşullar artık yaşam gerçeğine dönüşen biz insanlar gibi. Seride bitkiyle gölgesini bir araya getiren tutmaçlar ise hem ikisini birbirine bağlayıp dik tutuyor hem de bitkiyi ele geçirmek suretiyle gitmesini önlüyor. Onu hem yaşatıyor hem hapsediyor. Pratik nedenlerle baktığımızda bitkiyi sabitlemenin elverişli bir yolu olarak görünen bu karanlık bağlar, onun gölgeyle kurduğu simbiyotik ilişkiye işaret ediyor. İkili bir kavramsal oyun.
Kâğıdın topografyası
Denemeler 1-2-3-4 serisi uzun süredir kitaplarla çalışan sanatçının, “Karanlıkla Buluşmak”ta sıklıkla kullandığı “African stone” malzemesiyle birleştirdiği, sayfaları kesilip koparılmış kitap sırtlarından oluşuyor. İçerik gidince geriye sırt kalmış. Kitabı bir arada tutan sırt, her şey gittiğinde neyi tutacak? Sayfaların gitmesiyle işlevsizleşmiş bu sırtlar sanatçıya göre “belki de böylece kendi doğasına yaklaşıyor”. Bu yaklaşma ediminde eski kâğıtlar ufalandıkça tozlaşıyor ve topografik bir görünüme kavuşuyor; bu ufalanmanın özellikle belirginleştiği Deneme 4’te maceraya çağıran puslu diyarlar görüyoruz.
Kâğıdın topografik bir görünüme kavuştuğu bu seri, izleyicide çeşitli hareketleri çağıran mekânsal bir deneyime olanak sağlıyor. Yükseklik, derinlik ve yüzey dokusu gibi özellikleriyle izleyiciyi farklı açılardan bakmaya, yaklaşıp uzaklaşmaya davet ediyor. 5. Mardin Bienali’ndeki “Davet Edilen” (2022) sergisinde gösterdiği Meydan Larousse Open Air Museum (2019) işi vesilesiyle yaptığımız söyleşide söz ettiği gibi, İrem ürettiği işlerin izleyiciye yaptırdığı beden hareketlerine yakından ilgi duyuyor: “Benim işlerim, görebilmek için hafifçe eğilmeyi ve yaklaşmayı gerektiriyor ki bence her canlı ve dünya o ilgili ve meraklı bakışı hak ediyor.”[3]
Geçmişe uzanan karanlık eller
Medeniyet Harcı İrem’in kâğıtlarla yaptığı denemelerden oluşan bir seri. İrem bu işleri kendi pratiğinden en ayrıksı duran işler olarak niteliyor. Elindeki kitapları öğütürken kâğıdın ne kadar eski olduğuna göre bir katman farkı elde ettiğini gözlemleyince bu farkı yaratımında kullanmak istemiş. Burada ansiklopedi ve sözlükler ait oldukları zamana göre çeşitlenen birer —adı üstünde— kültür ve medeniyet harcına dönüşüyor. Tuvali kaplayan harç geçmişin muğlaklığını hatırlatıyor. Üzerinde yer alan seramik parçaları ise arkeolojik kayıtlardan bildiğimiz kadarıyla medeniyetle eş zamanlı gelişmiş bir malzeme olarak öne çıkıyor. Bu bakımdan serinin arka planıyla doğrudan bağlantılı.
Bir taraftan da siyah eller görüyoruz. Geçmişin muğlaklığı içinde bilgi kirliliğine ve ideolojik okumalara olanak veren karanlık eller. İzleyiciler bunları koruyucu el gibi düşünme eğilimindeymiş, halbuki sanatçının işaret ettiğine göre kime ait olduğu belirsiz (ve sonuç itibarıyla önemsiz olan) bu eller insanlığın kolektif bir çabayla gelecek gibi geçmişi de zedelediğine işaret. Gerçek dışı uzunluktaki kollar bugünden geçmişe uzanarak onu gerek bilimsel gerek sanatsal anlamda kendi epistemolojisiyle dolduruyor, tahrip ediyor. Kendi başına ve kendi içinde çeşitli gerçekliklere sahip olan tarihsel malzemeler insanın bakışı (ve eli) değdiğinde bir anlatıya sığdırılmak üzere paketleniyor. Düşünen özneye veya maddi nesneye değil, algılanır (sensible) olana[4] işaret eden sanatçı harca buladığı tuvalde dünyanın algılanırlığı için öznenin ve nesnenin birlikte katılması gereken belirsiz bir varoluş alanı yaratıyor.
Sonluluğa kendi yüzünü kazımak
Hayaletler isimli iş birbirine zincirlerle bağlı maskelerden oluşan, tavandan yere doğru inen bir yerleştirme. Kimine erkek kimine kadın gibi cinsiyetler atfedebileceğimiz bu suretlerde kültürü oluşturup bugüne kadar getiren insanların hayaletlerini görüyoruz. Bunları birer kafatası olarak düşünürsek hayatın sonluluğunu ve ölümü; geçip giden gölgeler olarak düşünürsek de deneyimin uçuculuğunu hatırlatıyorlar. İrem “Bir gün biz de hayalet olacağız” diyor. Medeniyet Harcı’ndan hemen sonra bu yerleştirmeye bakmak bana göre geçmişe uzattığımız kirli ellerin çirkinliğini iyice vurguluyor. Maskelerden birini sanatçının kendini temsil etmek üzere yaptığı otoportrelerindeki görüntüye benzetiyorum, benzer yorumlar aldığını fakat bunu farkında olmadan yaptığını belirtiyor. İnsanın sonluluğa kendi yüzünü kazıması ne kadar ilginç. “Kendi varlığımla bir şeye tanık olup oradan bir bilgi ürettiğimde, kendi öznel algımla göreceğim şey bana işaret edilenden daha eşsiz bir üretim potansiyeli taşıyor. Aslında işlerimde de bu yüz yüze olma hâlini, öznel deneyimin önemini vurguluyorum” diyen İrem tıpkı otoportresinde yaptığı gibi iğneyi kendine, çuvaldızı insanlığa batırıyor.[5]
Boğulacak mıyız? Ne zaman boğulacağız?
Zamanın Tanığı (2023) işinde edebiyat, sanat, müzik, sağlık, sanayi, diller, toplum gibi insan medeniyetini oluşturan hemen her şeyi konu alan beş ansiklopedi üst üste duruyor. Ansiklopedilerin içinde ağzına kadar suya batmış sakince duran bir insan var. Tıpkı onun gibi tesadüfen yaşıyoruz. İrem’e göre inşası henüz bitmemişken sular altında kalmış bir yapı insanlık. Tamamlanamadan yok olmaya mahkûm bir tür. Üstelik hiçbir zaman tamamlanamayacağımızı da biliyoruz. Tüm dünyayı kasıp kavuran çoklu krizleri düşündüğümüzde, henüz ağzımıza kadar battığımız, bir şekilde hayatta kalmamıza imkân veren su yükselip burnumuzu geçerek bizi boğabilir.
Peki, boğulacak mıyız? Sanatçı bunun cevabını vermiyor; burada bir felaket anlatısıyla karşı karşıya değiliz. Yine de mekânın kıpkırmızı olmasında belirli bir yanıt gizli. İrem “Dünyaya Düştüğüm Yer” (2016) sergisinde mekâna sergiyle aynı adı taşıyan bir yanardağ videosu ve iki kova su taşıyan bir kız heykeli yerleştirmiş. “Ateşin tahrip edici gücüne de yaratıcılığı ve gelişimi tetikleyen özüne de atıfta bulunan” sergi “yakıcı/yıkıcı durumlarda insanın/sanatçının çaresizliğine ve yapabileceklerine” odaklanıyormuş.[6] “Karanlıkla Buluşmak” ise ilk defa seramik işler ürettiği bu sergiye göz kırpıyor. Artık yanardağ patlamış, iki kova su onu söndürmeye yetmemiş, lavlar içeri yayılmış, üzerinde yürüyoruz. Gölge bitkileri gibi belirli bir dirençliliğe sahibiz, belki artık aynı insanlar değiliz, hatta belki artık insan değil, başka yaşam formlarıyız.
Parıltıda direnç var
İrem Sicilya’nın doğu kıyısındaki Etna yanardağının karşısında bir misafir sanatçı programına katılmış. Her gün uzaktan izlediği Etna sürekli küçük dumanlar çıkarıyormuş. İstanbul’a döndükten sonra, oradayken ziyaret edemediğine çok üzüldüğü yanardağın fotoğraflarını istemiş arkadaşı Angelo’dan. Yaklaşık bir ay boyunca her gün, ondan gelen fotoğrafların suluboyasını yapmış. “Dünyaya Düştüğüm Yer”de yan yana mavi mavi sıralanan, Buongiorno Etna, Buongiorno Angelo isimli bu suluboyaların yerinde şimdi Karanlık Coğrafyalar isimli üç coğrafya ansiklopedisi duruyor. Üç tarafımızda savaş var. Patlamış bir yanardağdan saçılan lavlar bize kadar yayılacak mı? Gölge bitkileriyle coğrafya kitaplarını bir araya getiren bu üçlü, savaşta hayatta kalan insanları ve direnme gücünü temsil ediyor. Akvaryum kumunu sıvayarak tutkalla yapıştırdığı parıltılı işler bunlar. Direnci işaretlediği kadar değer sistemlerini de sorgulatıyor. Nitekim insansızlaşmış bir coğrafyada elmasları, değerli taşları ne takdir edecek bir göz ne de çıkarıp işleyecek bir el kalır.
Gözenekli bilme biçimleri
Pneuma (2023) Yunancada ruh, nefes anlamına geliyor. Bu yerleştirmede hücreyi anımsatan yatay bir yüzeyin üzerinde birçok gözenekli formun bir arada yer aldığını görüyoruz. Tıpkı dünyanın kendisi gibi, içinde barındırdığı varlıklara yaşam alanı sunmanın yanı sıra kendi de yaşayan bir organizma. Bitkilerin Yaşamı. Bir Karışım Metafiziği kitabında yazar Emanuele Coccia’nın “Yaşayan her canlı nefes alarak birbirinin içinden geçer” cümlesini son derece şiirsel bulan sanatçı bu işiyle bir arada var olma hissini formsal çeşitlilik sunarak yeniden yaratıyor.
Formlar arasında bir de kafatası yarılmış, kafası açık bir insan var; bilgi üretimini simgeliyor. Yeryüzündeki hiçbir canlı doğa üzerine düşünmez ve etrafında gördüklerine isimler vermezken bütün hikâye insanın kafasından çıkıyor. İrem fenomenolojik bir sorunsala dikkat çekiyor: “Dünyaya olduğu gibi bakamıyoruz, öyle kodlandık artık.” Coccia’nın Sensible Life kitabında öne sürdüğü ifadeyle “nesne yönelimli bir ontolojiyi” (object-oriented ontology[7]) görselleştiren sanatçı böylece izleyiciyi yeni aciliyetlerin doğduğunu inatla reddeden dogmatik uykudan bir anlığına da olsa uyandırıyor.
Ruhumuzu Mephistopheles’e satmış mıyızdır?
Gölge arketipi üzerine yaptığı okumalar sanatçıyı şeytana götürüyor. Goethe’nin Faust’undan etkilenerek ürettiği bu yerleştirme Faust ile Mephistopheles arasındaki anlaşmaya doğrudan bir gönderme. İnsanlar şeytana ruhunu satma teması üzerinden içsel karanlığını dışsallaştırmaya, ötekine atfetmeye çalışıyor. Oysa ikisi de kendisi, ikisi de sensin, ikisi de benim.
Buradaki işler, anıtsal kalıcılığı cisimleştiren zafer taklarının üzerindeki birer süs gibi. Yok-bir-yere açılan, duvardan duvara çıkan kapı bana 2008’de Boğaziçi Üniversitesi’nde kuzey kampüse yerleştirilen Portal heykelini hatırlatıyor.[8] İlhan Koman’ın bu heykelini edebiyat çevirisi dersleri veren Nilgün Fırat hocamız “Hiçbir yere çıkmıyor, ne şahane!” diyerek gözümde yepyeni bir büyüye kavuşturmuştu.
Dizilimlerinden arta kalan boşluğa baktığımızda benlik şehrinin kemeri üstüne sıralanmış ikonalarla karşılaşıyoruz. Buradaki el Mephistopheles Faust’a veya Faust’un Mephistopheles’e uzattığı anlaşma eli olabilir. Şeytanın cazibesi daimi. Arzularımızı ona atfederek dışsallaştırmaya çalıştığımız ölçüde, “ruhunu şeytana satmak” denen edebi miti sürdürmüş olacağız.
Kaynaklar
[1] Natalia Serebrennikova, “The Shadow”, International Association for Analytical Psychology (Uluslararası Analitik Psikoloji Derneği) https://iaap.org/jung-analytical-psychology/short-articles-on-analytical-psychology/the-shadow/ Erişim Tarihi: 10 Mart 2024.
[2] Daniel Cossins, “How ferns learnt to live in the shadows”. https://cosmosmagazine.com/nature/plants/how-ferns-learnt-to-live-in-the-shadows/ Yayımlanma Tarihi: 28 Nisan 2014. Erişim Tarihi: 10 Mart 2024.
[3] Zeynep Nur Ayanoğlu, “Maddenin Tanıklığı, Detayların Söyledikleri: İrem Tok ile Söyleşi” https://www.5harfliler.com/maddenin-tanikligi-detaylarin-soyledikleri-irem-tok-ile-soylesi/ Yayımlanma Tarihi: 19 Ekim 2022. Erişim Tarihi: 10 Mart 2024.
[4] Emanuele Coccia. Sensible Life. A Micro-ontology of the Image. (İngilizceye çev. Scott Alan Stuarts), Fordham University Press, 2016, viii.
[5] 5harfliler söyleşisi.
[6] İrem Tok, “Dünyaya Düştüğüm Yer” sergisi. http://www.pilotgaleri.com/exhibitions/detail/78
[7] Emanuele Coccia, agy.
[8] “Koman’ın ‘Portal’ı artık Boğaziçi’nde” https://www.milliyet.com.tr/kultur-sanat/koman-in-portal-i-artik-bogazici-nde-893498. Yayımlanma Tarihi: 15 Temmuz 2008. Erişim Tarihi: 10 Mart 2024.
İrem Tok
“Karanlıkla Buluşmak”