Müziği ile dünyanın güzelleşmesine katkıda bulunan bir akademisyen: İrfan Güney
Akademisyen bir müzisyen İrfan Güney, 80’lerden günümüze müzik dünyasının içinde yer almış, zaman zaman akademisyen yanı ve kurumsal mesleği ağır bassa bile müzikten ve müzisyenlikten hiç kopmamış, yaşam alanında müziği sosyal sorumluluk projeleri ile taçlandırmış ülkemiz nadir aydınlarından.
Kendisi ile müziği, sosyal sorumluluk projelerini ve mesleğini uzun uzun konuştuk. Sohbetimizden yazıya aktarabildiklerimizi sizin de keyifle okuyacağınıza inanıyoruz.
“Müzik kitleleri aynı ortak paydada bir araya getirebilen en büyük araçtır.”
İrfan Güney
Sohbetimizle birlikte sizi ve müziğinizi ilk defa duyacak okuyucularımız için kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
12.04.1957 senesinde İstanbul’ da doğdum. Küçük yaşlarda müziğe başladım. Önce mandolin, sonrasında gitar ve piyanoya geçtim. İstanbul Belediyesi Konservatuarı piyano bölümünde yarı zamanlı öğrenci oldum. Bir süre sonra bırakmak zorunda kaldım. Dışardan ders alarak piyano eğitimime devam ettim. 1970’li yıllarda Pendik Halkevinde kurmuş olduğumuz grupla çalışmaya başladım. TRT İstanbul Radyosu Amatör gruplar yarışmasına katılarak ilk üç içerisinde yer aldık. Hollanda turnesine katıldık ve konserler verdik. Sonrasında gazinolarda ve müzikhollerde eşlik orkestralarında çalışmaya başladım. Daha sonra Ozanlar grubuna katıldım ve Tülay Özer’e eşlik etmeye başladık. Turnelere çıktık ve gazino programlarında yer aldık. Bir yandan da Ozanlar Grubu olarak film ve jingle müzikleri yapıyorduk. 1977 yılında Şerif Gören’in yönettiği İstasyon film müziğini Ozanlar grubu olarak yaptık. Bu filmin soundtrack müziği en romantik on yerli film müziği içerisinde yer aldı. Şimdi İTÜ ye bağlı olan ve İlk olarak Nişantaşı’nda açılan Türk Musikisi Devlet Konservatuarının ilk öğrencisi oldum. Ancak aynı anda iki üniversiteye gitmek yasal olarak mümkün olmadığından devam edemedim ve tercihimi 3. Sınıfa geldiğim mühendislikten yana kullandım. Üniversite yıllarında sürekli turneler yüzünden bir yıl kaybım oldu ve üniversiteyi bitirebilmek için Ozanlar Grubu’ndan ayrıldım. Elektrik Mühendisi olarak mezun olup, sektörde çalışmaya başladım. 1983 yılında kısa dönem askerlik görevim sırasında komutanımız olan İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası Viyola Grup şefi Sayın Ersin Pamukçu’nun kurduğu grup ile Kara Kuvvetleri Armoni ve Mızıka okulunda müziğe devam ettim. 1985 yılında ilk single çalışmam olan söz ve müziği bana ait olan, düzenlemesini Turhan Yükseler’in yaptığı “Rıhtımda” isimli parça ile Eurovision şarkı yarışmasına katıldım. İTÜ’de yüksek lisansımı tamamladıktan sonra doktoraya başladım. Doktoram bitince de akademik hayata geçtim. Akademik hayatın içinde birçok idari görevde bulundum. 2016 senesinde ilk albümüm olan “Senin İçin” yayımlandı. Söz ve müzikleri bana olan bu albümün düzenlemesi çok değerli müzik insanı, dostum Sayın Turhan Yükseler tarafından yapıldı. Albüme ismini veren “Senin İçin” isimli bestem ülkemizin çok takdir ettiğim sanatçılarından Sayın Fatih Erkoç tarafından da yorumlandı. Sonra “Sana Hasretim”, “İsimsiz Şarkılar” isimli single çalışmalarım yayımlandı. Sonrasında “Kırmızı Renkli Şarkılar”, “Kelebeğin Dansı”, “Ege Fısıltıları”, “Gölgeler ve Düşler”, “Üç Element” isimli albümlerim yayımlandı. Düzenlemesini çok değerli müzik adamı Sayın Eser Taşkıran tarafından yapılan “Nasılsın” isimli bestem İstanbul Devlet Opera ve Balesi tenorlarından Sayın Berk Özbek tarafından da yorumlandı. Çeşitli radyo ve TV programlarına katıldım. Evliyim ve iki kız çocuk ve bir torun sahibiyim.
Zaman zaman akademi ve müzik arasında kalmış; akademisyen bir müzisyensiniz. Ana uğraş olarak da akademide ilerlemeyi tercih etmişsiniz. O zor kararı verirken neler hissetmiş, bu kararı alırken hangi kıstasları ön plana almıştınız?
Hayatımda hep sorguladığım ve genellikle de doğru tercih yaptığıma inandığım, bu kararı almamda en büyük etken ilkokuldan beri sınıf arkadaşım olan eşim olmuştur. Müzik ve akademik hayat benim hayatımda çizginin iki ayrı tarafı olarak yer almıştır. “Gölgeler ve Düşler” albümümde yer alan “Çizgi Ötesi” isimli bestemde bu duygularımı ifade etmeye çalıştım. Böyle bir kararı alırken ülkemizin o zamanlarda içinde bulunduğu durum, ekonomik kaygılar, toplumun değer yargıları, sosyal çevremin ve ailemin beklentileri en önemli etkenler olmuştur. Profesyonel müzik hayatından koptuktan sonra bir süre bocaladım. Ancak diğer kaygılardan uzak kalarak amatör bir ruhla müzik yapmak ve müziğin yer aldığı sosyal sorumluluk projeleriyle başkalarının hayatlarına dokunabilmek manevi hazzımın doruk noktası oldu.
Önceki sorumuza yanıtınız üzerine; müziği hatta konuyu genelleştirirsek sanat dallarını güncel icra etmemek sanki o gruba ait değilmişsiniz tarzında yorumlar alıyor. Eski müzisyen… gibi…Bu “Eski” kelimesi düşündürücü; insan göz önünde değilse sanki yeteneğini kaybeder, günceli takip etmemişse yok olup gider gibi bir şey diğer mesleklerde söz konusu değilken, niye sanat dalları ile ilgilenenlere böylesi yakıştırılır sizce? Müzikle hiç ilgilenmediğiniz bir zaman dilimi olduysa; ara verdiğiniz dönem size böyle bir duygu hissettirdi mi?
Çok güzel bir noktaya temas ettiniz. Öncelikle “eski” kelimesinin içinin nasıl doldurulacağına bakmak gerekiyor. Geçmişte müzikle ilgilenip, sonrasında tamamen müziği bıraksaydım, o gruba ait değilmişim ve geçmişte kalmış eski bir müzisyen hissi bende oluşabilirdi. Ama ben sadece kendi dönemimde bir grupla veya tek başıma çalışarak konser ve turnelerin ağırlıklı olacağı, gazino ve müzikhollerde gece yarıları sahne alınan ekonomik özgürlüğümü müzikle sürdürebileceğim profesyonel müzik yaşamımı sonlandırdım. Bir anlamda göz önünde olmadan müziğe aktif olarak devam ettim. Sanatın her alanında ve özellikle müzikte göz önünde olmak sanatçıların ve dinleyicilerinin en büyük beklentisidir. Hayatımın hiçbir döneminde müzikten kopmadığım için o gruba ait olmayan eski müzisyen duygusunu asla yaşamadım. Ayrıca akademik hayatın, çalıştığınız kurumun ve bulunduğunuz pozisyonun da kendi içinde bazı dinamikleri var. Bu dinamikler çoğu zaman kısıtlayıcıdır. Mesleği dışında müzikle aktif olarak uğraşanlar göz önünde bulunmamayı zorunlu olarak tercih edebilir. Beraber müzik yaptığım arkadaşlarımla bir araya gelerek, müzik de yapıyoruz. Çalıştığım tüm kurumlarda ve hatta yurt dışında misafir öğretim üyesi olarak kaldığım yıllarda müzikle ilgili meslektaşlarımla gruplar kurarak konserler verdik. Yeteneklerimi de kaybetmedim ve üretmeye müzikten maddi bir beklenti içinde olmadan devam ediyorum. Bazı şeyler eskidikçe çok daha fazla değer kazanıyor ve kazanacaktır. Müziğe hiç ara vermedim. Akademik hayatımı sonlandırdıktan sonra da devam etmeyi düşünüyorum. Mesleğimle ilgili yayımlanmış olan kitaplar, makaleler, araştırma projeleri gibi akademik çalışmalarım sadece meslektaşlarıma hitap etmektedir. Ancak müzik evrenseldir. Bestelerin arkamda bırakabileceğim en büyük değerler olduğu düşüncesindeyim.
Günümüze ve müzikteki aktif çalışmalarınıza dönecek olursak: TEMA Vakfı 30. Yıl kuruluş yıldönümü anısına yayımladığınız son projeniz “Üç Element”le ilgili; müziğinizi sosyal sorumlulukla birleştirme ve TEMA Vakfı için katkıda bulunma fikri nasıl oluştu ve sonrası süreç nasıl ilerledi?
Marmara Üniversitesinde çalıştığım dönemde merhum Toprak Dede Hayrettin Karaca beyefendinin öğrencilerimizi bilgilendirme konusunda çok çabaları olmuştu. Kendisini ne zaman davet etsek hiç kırmadı ve geldi. Üç Element benim TEMA vakfının kurucularından merhum Hayrettin Karaca beyefendiye olan manevi borcumu ödemek, son zamanlarda sıklıkla karşılaşılan orman yangınları ve ormanların kesilerek doğal güzelliğimizi mahveden çarpık yapılaşma konusunda farkındalık yaratmak için yapmış olduğum bir projedir. Bu sene TEMA vakfının 30. Kuruluş yıldönümüydü. Yemyeşil ve masmavi bir Türkiye için hep birlikte el ele sloganıyla taçlandırmak istedim. Bu projede gösterdikleri yakın ilgi ve muhteşem destekleri için Üç Element albümümü yayımlayan On Air Music Co. müzik şirketinin kurucusu Sayın Burak Demirsaran’a, proje yürütücüsü Sayın Beyza Cumbul’a, ve On Air music Co. ekibine her fırsatta teşekkür etmeyi bir borç olarak kabul ediyorum. Minnettarım, sağ olsunlar var olsunlar…
Sosyal sorumluluk projelerinizden bir diğeri de İMDAT Derneği. Bize “İMDAT”ı da biraz daha açabilir misiniz?
Müzik kitleleri aynı ortak paydada bir araya getirebilen en büyük araçtır. Bu zamana kadar yürüttüğümüz “Bir Işık’ta Acıbadem’den”, “Kitaplar Müziğe Müzik Geleceğe Dönüşüyor” sosyal sorumluluk projelerinde çok etkin bir rol oynadı. İMDAT derneği şiddeti önleme ve rehabilitasyon derneğidir. Derneğin ismi şiddetin temel öğelerinin baş harflerinin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. İ harfi istismarı, M harfi mağduru, D harfi dayağı, A harfi aşağılamayı ve T harfi de tecavüzü simgelemektedir. Sessizlerin Çığlığı sloganıyla konserler verilmesi planlanmıştır. Şiddet ve taciz mağduru kadınlar ve çocuklar için farkındalık oluşturmak, mağdurlara medikal, psikolojik ve yasal destek sağlamak, bu konularda bilgi vermek amacıyla değişik illerde geniş katılımlı konserler düzenlenecektir. Bu konuda önümüze çıkarılan engelleri de büyük bir sabırla aşmaya çalışıyoruz. Çok saygın müzik insanı Sayın Turhan Yükseler ve Sayın Prof. Dr. Selçuk Basa ile beraber sahne alacağız. Dernek başkanı Sayın Prof. Dr. Oğuz Polat ayrıca konuyla ilgi AB proje başvurusunda bulunmuştur. İMDAT derneği ve Acıbadem Üniversitesindeki ASUMA merkezi ulusal ve uluslararası ortak projeler yürütmektedir. Bir süre önce Kanada hükümetiyle beraber yürütülen Zoraki Evliliklere Sıfır Tolerans projesi de hepimizin içini acıtan gerçekleri bir kez daha gözler önüne çıkarmıştır. Müzik bu projede de etkin olarak kullanılmıştır.
Müzikte aktif olmaya başladığınız 80’ler zamanları çalışmalarınız hakkında bilgi ile birlikte günümüzle kıyaslamanızı rica edebilir miyiz; olumlu ve olumsuz tarafları sizce neler bu yeniliklerin?
Söylenecek çok şey olduğu için bu sorunuzun cevabını birkaç satırla özetlemek çok zor. 80’li yıllar; Rock, heavy metal, pop ve folklorik tarzda özgün müziklerin en güzel örneklerinin görüldüğü Türkçe Pop müziğin altın çağının başlangıç yıllarıydı . 80 li yıllardaki bestelerin gerek sözleri ve gerekse melodileri hala dinlenebiliyor, coverları yapılıyor. Çünkü sözleri ve melodileri çok güzeldi. Ben bir parçanın melodisini beden sözlerini ruh olarak tanımlamayı çok seviyorum. Ruh ve beden uyumu da çok önemli. Ruhu ve bedeni uyumlu olan şarkılarda aranjör ve bestecinin birbirini anlaması da kalıcı eserlerin çıkarılmasında en önemli etkenlerden. O dönemde dijital teknoloji müziğin içine bu kadar girmemişti. Kayıtlar doğrusuyla, yanlışıyla akustik olarak yapılıyordu. Konserler ile stüdyo kayıtları arasındaki performans birbirine çok benzerdi. Günümüzde sezonluk parçalar çoğunlukta ve unutulup gidiyor. Şarkıların söz ve melodileri arasında geçmişteki söz ve müzik uyumuna ait izleri yakalamak çok zor. Teknolojinin gelişimine bağlı olarak müzik sektörü de nasibini aldığı için kayıtlarda istediğiniz oynamalar yapılabilmektedir. Konser ve kayıt performansları arasındaki farklar bazen çok belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Hiçbir enstrüman çalamayan bir kişi bile mevcut yazılım programlarındaki “loop”ları kullanarak besteci olabilmektedir. Bu nedenle de her türde birbirine benzer melodiler üretilmektedir. Dijital teknoloji kişilerin yeteneklerini geliştirmede çok ciddi katkı sağlamakla beraber copy paste tarzı parçaların da oluşmasına olumsuz katkı sağlamaktadır. Ayrıca kayıtlarda dijital teknolojiden yararlanarak bir enstrümanın örnek seslerinin kullanılması da akustik enstrümanın verdiği ruhu yansıtmamaktadır. Bir önemli ayrıntı da geçmişte ailece gidilen sanatçıların canlı performanslarını izleyebildikleri müzikhol ve gazinolar vardı. Günümüzde bu kültür de yok olup gitti. Sanatçılar açısından da geçmişte meşhur olmak Unkapanı’nda Plakçılar Çarşısında bir yapımcı bularak anlaşmaya bağlıyken, günümüzde dijital platformlarda genç sanatçılara birçok imkân sunan yapımcı firmaların olması çok büyük bir kazançtır.
Son dönem bir başka projeniz de “Filarmoni Orkestrası”. İlk konserini de 2022-2023 akademik yılı açılış töreninde, Şef Turhan Yükseler’in yönetiminde başlayan projenin yeni planları var mı?
Kuruluşuna tanıklık ettiğim ve bu günlere getirdiğimiz çalışmakta olduğum kurumun ismiyle anılan bir Filarmoni Orkestrası kurmak en büyük hayalimdi. Gençlik dönemlerinden arkadaşım olan aranjörüm şef Sayın Turhan Yükseler bu konuda bana yardımcı oldu ve birbirinden değerli sanatçılardan oluşan filarmoni orkestrasını kurdu. İlk konserimizi 2022-2023 Akademik yılının başında verdik. Konsere çok büyük bir katılım oldu ve gelen izleyicilerden büyük takdir aldık. Ancak Filarmoni Orkestrasının kurumsal kimlik kazanması için bu fikrin biraz daha olgunlaşması gerekiyor. Konserde Kelebeğin Dansı isimli bestemin senfonik düzenlemesi ile icra edilmesi benim için çok büyük sürpriz oldu. Önümüzdeki süreçte konserlerin devam etmesi tek arzumuz. Bunun yanı sıra “Kampüs” isimli bir müzikal projemiz var. Kuruluşundan bu yana yazdığım yaşanmış olayları müzikle birleştirerek izleyicilere, eğlenecekleri, düşünecekleri ve zaman, zaman da duygulanacakları bir şekilde sunmak istiyoruz.
Akademisyen ve müzik tarafınıza değinmekle birlikte sanatın bir başka dalı olan yazarlık alanında da yoğun bir çalışmanız var. Akademik yayınlarınız dışında “Penceremden Gördüklerim” isimli bir de şiir kitabınız var. Devamı gelecek mi yazarlık çalışmalarınızın? Ve şiir kitabınızın sizin istediğiniz bir bölümünden kısa bir alıntı yapmanızı rica edebilir miyiz?
Şarkılarımın sözlerini kendim yazdığım için şiir, anı yazmayı çok seviyorum. Yazdıklarım genellikle yaşanmışlıkları anlatan satırlardır. İlk şiir kitabım 2013 yılında yayımlanan “Penceremden Gördüklerim” isimli kitaptı. Torunum Lina doğduğundan beri yazdığım bir anı defteri var. Annesiyle babasının nasıl tanıştığı ile başlayan ve günümüze kadar gelen her anıyı yazdım. “Lina’nın Günlüğü” adını verdiğim bu defteri biraz daha büyüyünce doğum gününde yayımlanmış bir şekilde hediye edeceğim. Üniversiteyi kurduğumuz günlerden bu zamana kadar biriktirdiğimiz yaşanmış olayları yazıyorum. Akademik hayatımı sonlandırdıktan sonra “Bir Sevda Masalı” isimli bu kitabımı da yayınlamayı planlıyorum. Şiirlerimi izlediğim veya okuduğum bir haberden veya gün içinde beni etkileyen olaylardan esinlenerek yazıyorum.
Sizinle TV de haberlerde izlediğim MELEK isimli bir çocuk için yazdığım şiirimi paylaşmak istiyorum.
Hakkarili Melek bugün haberlerdeydi
Ayağında beyaz çorap ve terlikleydi
Amacı sadece okula gitmekti
Mavi önlüğüyle karların üzerinde yürüdü, sekti
Kameraları görünce utanmıştı
Babası ayakkabı ve mont alamamıştı
Tek söylediği içim donuyor olmuştu
Bilemedim belki aç, belki toktu
Altmış beş milyonun ayıbıydı
Herkes utanıyor olmalıydı
Gönderilen ise birkaç çift ayakkabıydı
Melek hayatın acımasızlığıyla tanışmıştı
Yoksulluk bu insanların kaderiydi
Bu kaderi değiştirmek için nice canlar gitti
Sıcacık odamda şimdi benim içim titredi
Melek sadece okula gitmek istemişti….
Sohbetimize katıldığınız için çok teşekkür ederiz, sizin eklemek istediğiniz bir konu var mı?
Bana yer verdiğiniz için ben çok teşekkür eder, okuyucularınıza sevgi ve saygılarımı sunarım. Darwin’e atfedilen çok sevdiğim bir sözle bitirmek istiyorum. Bir kanadı bilim bir kanadı sanat olan toplumlar kuş olur ve özgürce uçarlar. Bu kanatlardan birisi eksik kalan toplumlar tavuk toplum olur. Önlerine atılan bir avuç yemi gagalarken arkalarından yumurtalarının alındığının farkına varmazlar…
[…] İrfan Güney’in yeni çalışması “Ufuk Çizgisi”, Senfonik bir eser olarak On Air Music Co. markasıyla yayınlandı. […]
Bilim ve sanat kanatlarını takmış kişiler
Hem yaşadıklari toplumu yukarılara taşırlar hemde eserler bırakırlar.İşte o
Eserler bir ışık olur karanlıkları aydınlatırlar.