Menekşe Gülben İle Yalnızlık Bakanlığı Kitabı Hakkında Söyleşi

Sanat gazetecisi olan Menekşe Gülben’in ilk kitabı “Yalnızlık Bakanlığı” edebiyat dünyasına yeni giriş yapan Amorf Kitap yayınevi aracılığıyla raflarda yerini aldı. Kitap, farklı karakterler ile yalnızlığın analiz edildiği dokuz farklı öyküden oluşmaktadır. Dünyada hızla yayılan yalnızlık sorunsalına karşı Britanya ve Japonya’da kurulan Yalnızlık Bakanlıkları Menekşe Gülben’in öykülerini kaleme almasına ilham olmuştur. Kitabını okuyan herkese ilham olmasını temenni eden Menekşe Gülben ile öyküleri, öykü karakterleri, düşünceleri hakkında konuştuk.

Kendisine teşekkür ederim.
Keyifli okumalar.

Menekşe Gülben
Menekşe Gülben

2021 yılının son ayında yayıneviniz ile birlikte edebiyat dünyasına bir giriş yaptınız. Menekşe Gülben kimdir diye yazar özgeçmişi bölümüne baktığımızda kendisini salyangoz olarak tanımlayan bir yazar ile karşılaşmaktayız. Okuyucularınızın sizi tanımaları adına Menekşe Gülben hakkında başka neler söyleyebilirsiniz?

Edebiyat mezunuyum yıllarca Türkiye güncel sanat ortamında çeşitli gazete ve dergilerde muhabirlik yaptım. En son Diken’de yazıyordum. Hala sanat piyasasının içinde yer alıyorum, bazen danışmanlık veriyorum bazen sanat projeleri yürütüyorum. Edebiyatsa sakinleşmek için kaçtığım güzel bir oyun alanı, dünyanın sesinden de iç sesimden de kaçmak için bir vaha. Sanırım o vahaya her zamankinden çok ihtiyaç duydum son zamanlarda. Kısacası İstanbul’da bolca sanat ve edebiyatın olduğu tek kişilik bir dünyada yaşıyorum. Salyangoz değilim. 🙂

Kendinizden yaşadıklarının etkisi ve sonucuyla kabuğunu kıran bir salyangoz olarak bahsediyorsunuz. Bu salyangoz istediği için mi kabuğunu kırdı yoksa farkında bile olmadan kabuğundan mı oldu?

Delirdiği için kabuğunu kırdı. Bir çeşit isyanın sonucu olarak kendini budadı da denebilir. Dış dünyaya öfkemiz sonucunda kendimize ödettiğimiz bedel.

“Zorunda bırakıldığım her şey için hiç kimseyi affetmeyeceğim.

Kendimi bile.”

Kitap kapağınızda Gülsün Karamustafa’nın “Çifte Hakikat” eserinin resmi bulunmaktadır. Toplumsal cinsiyet üzerine kurgulanan heykelin bir resminin kitap kapağında olmasına nasıl karar verdiniz? Bu karar sürecinizden bahsedebilir misiniz?

Menekşe Gülben / Yalnızlık Bakanlığı
Menekşe Gülben / Yalnızlık Bakanlığı

Kitabı bitirme aşamasındaydım ve birçok sanatçı arkadaşım gönüllü olarak kapağımı çizmek için öneride bulundular çok mutlu oldum çünkü her biri çok değerli isimler ve hayatımda önemli yerleri var. Fakat ben uzun yıllar önce çok sıkı bir röportaj yaptığım ve şahane bir gün geçirdiğim Gülsün Hanım’dan rica ettim. Beni kırmadı ve çok da mutlu etti. Gülsün Karamustafa’nın 2013 yılında Salt Galata’da sergilenmiş bir işi “Çifte Hakikat”. Toplumsal cinsiyet konusuna vurgu yapan, bir erkek bedenine hamile elbisesi giydirilmiş bir enstalasyon. Gülsün Hanım benim için çok önemli bir isim, güncel sanatın en önemli ismi ve bana da hayatta dokunmuş biridir. Dolayısıyla onun desteğini hissetmek bana güç verdi.

Kitabı bir salyangoz alternatif benliğiyle yazdım. Salyangozlar hermafrodit canlılardır, ne kadın ne erkek ama her ikisidir aynı zamanda. Farklıdırlar, kapaktaki figür gibi, ilgi çekerler ama toplum tarafından kapsanmazlar. Farklı olan her ne varsa aynı kaderi yaşar ve dışlanır, yer edinemez ve zamanla yalnızlaşır. Yalnızlık en başta bir aidiyetsizlik meselesidir. Çocukluğa aittir ama hiçbir yere ait değildir.

“Gitmenin hak olduğu bir dünyaya doğmak isterdim.”

Dokuz farklı öyküden oluşan “Yalnızlık bakanlığı” benzer konuları farklı olaylar ve kişilerle okuyucuya aktarmaktadır. Bu benzer noktalar da sanki bir araya gelmiş de kitabın başlığını oluşturmuş gibi. Yalnızlık, ölüm, hayal kırıklığı, aile gibi temalar üzerine kaleme aldığınız öyküler arasında ilki hangisi idi? Yalnızlık bakanlığı içerisine dâhil etmediğiniz başka öyküleriniz de var mı?

Öykülerin ilki Yalnızlık Bakanlığı’ydı, bir anda yazdığım bir şeydi o. Serap’tan çok etkilenmiştim, tanıştık sohbet ettik ve uzun süre konuştuklarımızı düşünmüştüm, hayal ve gerçekliğin ikilemiydik adeta. Aslında benim öyküler ilk şiir olarak çıkıyor sonra zamanla ben onları genişlete genişlete kurguluyorum. Tabii bu süreçte bahsetmeden edemeyeceğim bana yazar koçluğu yapan ve bugün yayıncım olan Çiğdem Aldatmaz’ın payı çok büyük. Onun sabrı ve yönlendirmesi olmasaydı belki de böyle bir kitap hiç olmayacaktı.

“Hayallerin kırılırsa üzülmez misin?”

“Kırılsa ne olacak ki, yenisini yaparım. Hayal bu.”

Edebiyat dünyasına bir öykü kitabı ile giriş yapsanız da öyküleriniz arasında ara ara şiirin de bahsi geçmektedir. Öykülerinizi okurken beni de fark edin diyen noktalar arasında şiir sevginizi hissettim. Menekşe Gülben’i etkisi altına alan, sevdiğiniz şiirler, şairler kimlerdir? Öykülerinizi kurgularken ya da günlük hayatınızda tekrar tekrar açıp okuduğunuz şiirler var mıdır?

Çok doğru hissetmişsiniz. Bir önceki soruda da bahsettiğim gibi aslında şiir yazıyorum çocukluğuma ait bir sürü yazılı kâğıt parçaları yatağımın altında duruyorlar. Ara ara onlara dönüp bakmak istiyorum ama geçmişi çok da kurcalamamak lazım. Gülten Akın, Özdemir Asaf, Edgar Allan Poe, Sylvia Plath, Rilke, Lord Byron, Ah Muhsin Ünlü, Cemal Süreya, Birhan Keskin, Musa Anter…

Okuduğumuz herhangi bir roman ya da öykü, yazar ile okuyucusunun ortak bir çalışması olarak hayata tutunmaktadır. Siz okuyucularınızı öykü karakterlerinizin iç dünyasına çekmektesiniz. Karakterlerin iç dünyasına baktığımızda yalnızlığın da farklı biçimleri olduğunu, herkeste başka şekilde var olduğunu anlıyoruz. Acaba içimizdeki yalnızlıklara hep birlikte çözüm bulabilecek miyiz?

Elbette. Edebiyatın benim hayatımdaki en önemli yeri empati duygumu güçlendirmesi oldu. Kendim gibi kişileri okudukça rahatladım rahatladıkça kaygılarım azaldı. Bir kadeh şarap içmek gibidir sevdiğiniz bir şairi ya da yazarı okumak, sakinleştirir. Ve edebiyatın kanıtlanmış bir başka mucizesi var, kaynağını hatırlamıyorum bu bilginin ancak edebiyat okurken beyinde bir takım nöronlar aktive oluyor ve zihin kendi hayal dünyasını yarattığı için o dünyanın gerçekliğine inanıyor. Kısacası şu demek, “yeşil bir ovanın arasından yürüyordu” dediğimizde zihnin içinde siz kendi yeşil ovanızı yaratıyorsunuz. Film izler gibi bu resim size sunulmuyor, kitap ile ortak çalışmanız sonucu zihninizdeki o resimleri siz oluşturuyorsunuz. Ve edebiyatın mucizesi de bu resme zihnin inanıyor olması. Bu çok ilginç ve önemli bir güç.

Yalnızlık konusu mu öykülerinizi yazmakta sizi teşvik edici oldu? Yoksa öykülerinizi kaleme aldıkça bu konu kendiliğinden mi ortaya çıktı?

Öyküler çıktıkça hepsinin ortak temasının yalnızlık olduğunu keşfettim. Amaçsız ve plansız bir şekilde başladı her şey.

“Zavallı fakirlere sevgi ve huzur vaat ediyorum, zenginlerinse günahlarını temizliyorum fal bakarken. Ömrüm böyle geçip gidiyor. Hâlbuki ne kadar basit bir şey diliyorum: yalnız ölmemek.”

İngiltere ve Japonya gibi ülkelerde kurulan Yalnızlık Bakanlığı’nın Türkiye’de de hayata geçirilmesine ilham olmak adına öyküler yazdığınızı ifade ettiniz. Bu amaç için başka planlarınız, düşünceleriniz, yapmak istedikleriniz var mı?

Ölü bir bedene bakamayan, delilerden korkan, yalnızlığını bastıran o insanlara kitabı okutmak hedefim. Empati kurmakta güçlük çeken ötekilere. Tabii ki de bu konuda bir şeyler yapmak isterim, ama şu an kitap çok yeni, henüz 1 ay oldu, her şey küçük adımlarla küçük gruplarla sessizce ilerliyor, sürüye dâhil olamayanların ya da dâhil olmayı reddedenlerin bakanlığının kurulması için öncelikle sürüyü ayıklamak gerek. Yalnızlık bireysel bir iş gibi gözükse de çok katmanlı kolektif bir konu. Önce kitabı okutmak gerek.

1991 doğumlu, Almanca öğretmeni, Edebiyata tutkun.