Selmin Zeki Hanım: Hasta Adamın Kızı 12 Ekim 2023’te Moda Sahnesi’nde prömiyer yaptı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün özel tiyatrolara verdiği desteğe layık görüldü. Onur Ünsal’ın rejisi ve Derya Özsoy’un tek kişilik performansı Vardal Caniş’in dönemi betimleyen çizimleriyle buluşuyor.
Boğaziçi yalısında aşk ve ıstırap
Yıldız Sarayı’ndan emekli Zeki Bey’in kızı Selmin Hanım çevresindeki erkekler dönemin çalkantılı siyasi yaşamına kapılıp politikleşirken inandığı değerlerin ve yücelttiği kişilerin yerlerinden edilmesini hazmetmekte güçlük çekiyor. Oyunda İmparatorluğun son yıllarındaki siyasi gündemin aile ve kadın erkek ilişkilerine nasıl yansıdığını izliyoruz.[1]
Yazar Mürüvet Esra Yıldırım Selmin Zeki Hanım Hasta Adamın Kızı’nı (oto)biyografilere dayanarak kaleme almış. Halide Edip Adıvar, Refik Halit Karay, Abdülhak Şinasi Hisar, Yakup Kadri, Muallim Naci ve Halit Ziya Uşaklıgil gibi isimlerin yaşanmışlıkları üzerine kurgulanan oyun “hayatı bambaşka yerlerinden yakalamış bu isimleri yaklaşık yüz yıl sonra bir kadının hikâyesinde”[2] bir araya getiriyor. Hatıratlardan faydalanarak dönemin politik atmosferini apolitik sayılabilecek bir Boğaziçi yalısının gündelik yaşamına taşıyor ve gittikçe ağırlaşan bir varoluş kavgasının ortasında aşkı ve ıstırabı yeniden yaratıyor.
“Aşk, meşalen de oluyor mezarın da”[3]
Oyun 1922’de Habeşistan’dan kaçırılıp İstanbul’da satılan sekiz yaşındaki bir halayığın Boğaziçi’nde bir yalıya getirilme hikâyesiyle açılıyor. Ferahlık manasındaki İnşirah adını verdikleri halayığın çocuk yaşta vatanından koparılma dehşetine ileride kendisi de kapılacak olan Selmin Hanım onun aşk acısından yataklara düşüp ölüverdiğinden bahsediyor.
Boğaziçi yalısının kızı Selmin Hanım tıpkı halayık İnşirah gibi (fakat onun aksine geçici bir süreliğine) memleketinden koparılacak, (yine onun aksine kısmen tadına varabildiği) imkânsız bir aşka düşecek ve onun henüz soğumamış yatağında can verecektir. İmtiyazları sayesinde halayığın tadamadığı dünyevi zevkleri tatmış ve çektiği ıstırapların önemli bir kısmından muaf yaşamış olsa da kadın olmakla zincirlidir. Selmin Hanım “yıllar sonra daha güçlü hissedilecek politik fikirleri, adını koyamasa da, bünyesinde duyar. Osmanlı toplumunun alt üst oluş anında yaşayan Selmin Zeki Hanım bedeninde ve ruhunda değişimin tohumlarını taşır.”[4] Ne var ki imtiyazla bezeli bu tohumlar onu, Fuad Kâmil’i dinlerken vardığı kanının aksine, bir hak savunucusu yapmaya yetmez.[5] Erkekler git gide politize olup kendilerini ulvi amaçlar için sokaklara vururken Selmin Hanım amaçsızlaşır; nitekim erkek olma imtiyazından mahrumdur.
Selmin Hanım’ın (Biyo)Politik Bilinci
Selmin Hanım’ın hayatındaki kadınlar, yüzyıl dönümünde yaşamak nasıl biliniyorsa öyle yaşıyor; ancak çok daha konforlu, belki bir nebze daha özgür. Ablasına görücü geldiğinde ağaçtan zor indirmelerinden anlıyoruz ki çocuk yaşta evlendirilmiş. Üvey kardeşi Hikmet’e ise Selmin Hanım’ın annesi bakıp büyütmüş. Zeki Bey’in Mihrişah Hanım’ı ikinci eş diye nikâhına almasına içerleyen anne “Pür ateşim açtırma benim ağzımı zinhar/Zalim, beni söyletme, derûnumda neler var” dizeleriyle teselli bulmaya çalışıyor. Bu şarkıyı Feride’yi ölesiye seven Yusuf Efendi’nin tamburuyla icra ettiği, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanından da biliyoruz.
Daha evvel bir efendinin odalığı olan, Hikmet’i doğururken ölen Mihrişah Hanım’ın acıklı bir salıverilme hikâyesi var. Mihrişah Hanım “Sen benim kızımsın” diye başını okşayarak bir bardak su isteyen efendisine karşı evin hanımını şahit gösterip kendini azat ettiriyor. Selmin Hanım’ın trajediyle başa çıkma yöntemi ise iğneli sözlerle oluyor: “Böyle davalar çok görüldüğünden şeyhülislamın fetvası belliydi. Efendilerin ağızlarından çıkan sözleri iyi bilmeleri lâzımdı…” Ne var ki tarihi yanıltmak mümkün değil; kısa sayılabilecek bir süre sonra (hanım)efendilerin ağzından çıkan söyleri çok iyi bileceği zamanlar gelecekti; Selmin için de böyle oluyor.
Siyasi görüşleri yüzünden Hikmet’in ölümle tehdit edilmesine karşı büyük bir hırsa kapılan Selmin Hanım hıncını “Poligami Belası” başlıklı bir yazı yazarak alıyor. Vatan millet meselelerinin bir kadının yaşamına dokunduğu yerde başka hangi taşların yerinden oynadığını görüyoruz. Hançer resmi içeren ölüm kartı Selmin Hanım’ın kalbine saplanıp ona kendi acılı yerinden kan kaybettiriyor. Fuad Kâmil’in ifadesiyle “ruha bulaşan kiri tasfiye etmenin en mükemmel yollarından biri” olan yazı yazma işinde ironik üslubuyla yücelen Selmin Hanım gürbüz bedeninde taşıdığı güçlü duyguları bir hak arayışı olarak değil, suyun akıp yolunu bulması gibi doğal bir şevkle ortaya döküyor. “Erkeklerin faziletlerinden yitirmeden yapabilecekleri beş kötülük” başlıklı yazısını yazarken gururla kaşlarını kaldırıp başını iki yana yatırıyor.
Keza İstibdat rejiminde matbaa müsveddelerini tetkik eden memurun delik deşik ettiği yazısını görerek canından vazgeçen Fuad Kâmil’in bu hâlini yadırgadığında da kendi sonuna giden yolda geçtiği duraklardan bir başkasına; ölümün kol gezdiğine şahit oluyoruz. Yazmak ile yaşamak, kimi için vatan belasına, kimi için aşk kıskacında, siyah bir tül arasından yanak yanağa veriyor.
Ne için, nasıl hatırlamak
Saz kayığına yüklenen rakılar, mastikalar ve taze balıklar, türlü türlü peynirler ve meyveler, mehtaba çıkılan geceler… Ölüm tema’sının hararetli Boğaziçi geceleri ve tutkulu bir yasak aşkla örüldüğü dönem anlatısı detaylarıyla tasarlanmış bir gündelik yaşama dayanıyor. Peki, gündelik yaşamı ağzından dinlediğimiz Selmin Hanım sahnede nasıl bir varlık gösteriyor?
Yaşadıklarını naklederken son derece akıcı konuşan, bir çırpıda hatırlayıp bir solukta anlatan bir karakterle karşı karşıyayız. Günümüzde üzerinde durduğumuz, tereddütü, bilememeyi, çelişkiyi içeren hatırlama biçimlerinden ve hafıza algısından farklı bir reji bu. “Ben Boğaziçi ahalisindenim. Çocukluğum hiçbir leke bırakmadan oradan oraya kayıp giden kayıkları seyrederek geçti. Bu âlemde her şey silinir, kaybolup gider. Bunu bana Boğaz’ın suları öğretti,” diyen Selmin Hanım Onur Ünsal’ın rejisiyle bilakis hiçbir şeyin silinmediği, kaybolup gitmediği, güvenilir anlatıcının yanılmaz hafızasından bilgiler akıttığı bir bağlam sunuyor.
Kendi başına, kendi için
Selmin Hanım kaderini neredeyse mecburen dikenli yollardan geçiren koşulların içinde kendi benliğiyle var olmuş bir kadın. Bugün onu hiçbir izleyici kolundan tutup kafasına göre herhangi bir ideolojiye çekemez. Bizim onu yüz yıl sonra nasıl göreceğimizden bütünüyle bîhaber, kavimciliğe karşı gelircesine anlatıyor. Biliyoruz ki oyun boyunca birkaç kez sorduğu “Her şey o kadar kötü müydü?” sorusu pekâlâ bundan yüz yıl sonra, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı biterken yaratılacak bir başka karakterin ağzından da dökülebilir.
“Hayatı varlıklarının arasından görmeye alıştığı” erkeklerden mahrum kalan Selmin Hanım bir buhranın pençesinde, sakince gitmeyi seçiyor. Buna karşın Derya Özsoy’un Selmin’i onu ölüme sürükleyen tüm ikircikliğe rağmen, yaşadığı hayatın muhasebesini kendine karşı mükemmelen verebilen, özgürlüğüne düşkün bir kadın portresi çiziyor. Oyunun sonunda arkada beliren fesli çehrelerin yarattığı baskın görüntünün ve bizzat dillendirdiği sözlerin aksine Özsoy’un Selmin’i sahnede flulaşmak şöyle dursun, yücelerek öne çıkıyor. Onu, sırf hayatındaki erkeklerden mahrum kaldığı için yönünü kaybedebilecek bir kadın olarak görmek güç. Aksine kendi canını alırken tereddüt etmeyişi bir manifestoya dönüşüyor. Birazdan ölüm uykusuna yatacak fakat yaşarken de ölürken de kendi kaderini belirleyen ikinci bir “Bihter” gibi…
Selmin Hanım hangi biz?
Bizlik bir bilinç meselesidir; kendiliğinden verili bir bizden söz edemeyiz. İdeoloji, “bilincine varılmış bizler” kurgular.[6] Oyun bu kurgu işleminin tam göbeğinde, onunla göz hizasında, varlığını fark ve teyit eden kıvrak bir tarihsel tutum sergiliyor. Kendini gizemlileştirmemeyi, kendi ideolojisine (hatta feminizme de) ideolojik bakmamayı başarıyor. “Feminizmi entelektüel sınırlardan taşıran”[7] ve kendini kavrarken açık sözlü olduğu için bilimselliğe yaklaşan bir oyun bu. Biyografik ve belgesel tiyatro sınıfına girmiyor; bunlara öykünen hibrit bir yapıda. Başkarakter her ne kadar gerçekten yaşamış biri değilse de “onu içinde öğüten tüm o çıkmazlar gerçek.”[8]
Kadınca kadınca kadınca
Yazar Yıldırım Selmin Hanım’ı dünyevi ve uhrevi kadınlık deneyimlerinden damıtarak yarattığını belirtiyor. Beş yaşından itibaren bekâr annesiyle büyümek onun “çocuk bedenine kadınca korkular, kadınca aşağılanmalar ve kadınca fanteziler”[9] yerleştirmiş. Eğitim hayatına iki sene ara vermesine yol açan, radikal bir dinî oluşuma katılması ise içinde büyüyen bu kadın-benliklere uhrevi bir boyut kazandırmış. Yıldırım “Selmin Zeki Hanım ülkenin sosyopolitik gerçekliğiyle yakından ilişkili kişisel tarihimin barındırdığı duygusal çeşitliliği ulusal düzeye taşıyor,” diyor. Paranoid düşmanlık hisleri ve zulmedilme hezeyanları içermeyen bir tarih bilinci, bir tür doktrin örneklemesi ortaya koyan yazar kendi yaşam hikâyesiyle tarihsel (oto)biyografiler arasında ipte yürüyor. Böylece bugün Cumhuriyetin yüzüncü yılından geçmişe bakınca, Hasta Adam (“sick man of Europe”) ölüm döşeğindeyken bir kadının onunla birlikte neden ölmeye yatmış olabileceğini üzüntüyle kavrıyoruz.
Yüz yıl öncesine, Bonnafous’a selamlar
Selmin Hanım intihar yatağına uzanıyor, ışıklar kararıyor. Arka planda sosyoloji profesörü Max Bonnafous’un sözlerine yer veren şu metin beliriyor.
1920’li yıllarda Batılı yaşam pratiklerine açık semtlerde yaşayan Türk Müslüman kadınlar arasında artan intihar vakaları “İstanbul intihar salgını” olarak isimlendirilmiş ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü duruma müdahale etmek için “Kadın İntiharları Masası” kurulacağını açıklamıştır. Konuya dair araştırma yapan Max Bonnafous, özgürlüğün kadınlar için yalnızca bir sevinç kaynağı değil, bedeli olan bir yük de olduğunu ifade etmiştir.
Darülfünun’da ve Galatasaray Lisesi’nde ders veren Bonnafous İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden topladığı, 1916-1926 yıllarına ait intihar verilerini inceleyerek 1922’den sonra özellikle genç Müslüman kadınlar arasındaki vakalarda belirgin bir artış görüyor. Ona göre, değerler sistemi alt üst olan toplumda dini inançları ciddi şekilde sarsılan ya da kaybolan gençler manevi destekten yoksun kalarak intihara meyletmekte. Öte yandan intihar sayılarındaki cinsiyet dengesizliğini açıklamak için, kadınların Türk toplumundaki eylemlilik eksikliğine atıfta bulunuyor. Rejim değişikliğiyle birlikte yasal ve sosyal statüleri önemli ölçüde değişse de, eski rejimin devam eden gelenek, değer ve fikirleri yüzünden kendilerine vadedilen özgürleşmeyi pratik edemeyen kadınlar intihara sürükleniyor. Ne var ki ataerkil kodları sürdüren yeni siyasi rejim umutsuzluğun kökeninde kadınların toplumsal yaşama katılamadığının yatması tespitinden rahatsız oluyor ve Bonnafous’un yorumu 1920’lerin ikinci yarısında hararetli tartışmalara yol açıyor. Resmi ideolojiyi destekleyen bilim insanları sosyolojik yorumlara şiddetle saldırarak bunun yerine bireysel ve psikolojik açıklamaları öne çıkarıyor.
O dönem tıp doktorları ve psikiyatristler delilik ile intihar arasında pozitif korelasyon olduğunu savunan birçok makale yayımlıyor. Öyle ki Türk akademisinde intihar vakaları yeniden toplumcu bir bakışla ancak onlarca yıl sonra ele alınabiliyor.[10] Günümüzde ise, pozitivist olsun olmasın, intiharın etnik köken ve cinsiyet değişkenlerine bağlı sosyopolitik boyutlarını inceleyen sayısız araştırma mevcut. Keza bugün 100 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti’nde, yazar Mürüvet Esra Yıldırım, mahir bir sosyal bilimci, vaktiyle görüşleri yüzünden İstanbul Üniversitesi’nden uzaklaştırılan Bonnafous’a oyun sonunda selam göndererek onunla bir nevi dayanışma kuruyor.
Yazan: Mürüvet Esra Yıldırım
Yöneten: Onur Ünsal
Oynayan: Derya Özsoy
Işık tasarım: İrfan Varlı
Grafik tasarım: Vardal Caniş
[1] https://www.modasahnesi.com/events/selmin-zeki-hanim-hasta-adamin-kizi/
[2] Mürüvet Esra Yıldırım, Instagram hesabı. https://www.instagram.com/p/CyUH-_vIFDsd1oseNR1Y_l_uVHfSjBFgDWW9CA0/?igsh=cWh6eTlyNTZiMTdz Paylaşım Tarihi: 13 Ekim 2023. Erişim Tarihi: 10 Nisan 2024.
[3] Okan Çil, “Onur Ünsal: Aşk ve cinsellik, sınıfları yıkabilmenize yardımcı olan bir duygu” https://www.gazeteduvar.com.tr/onur-unsal-ask-ve-cinsellik-siniflari-yikabilmenize-yardimci-olan-bir-duygu-haber-1656823 Yayımlanma Tarihi: 1 Ocak 2024. Erişim Tarihi: 10 Nisan 2024.
[4] Zeynep Nur Ayanoğlu, Kemal Aydoğan ile söyleşi. “Bir Büyücülük Faaliyeti: Moda Sahnesi On Yaşında!” https://sanatokur.com/bir-buyuculuk-faaliyeti-moda-sahnesi-on-yasinda/ Yayımlanma Tarihi: 11 Ekim 2023. Erişim Tarihi: 10 Nisan 2024.
[5] (Oyun metninden) Selmin Zeki Hanım: “Kahire’den İzmir’e düşen Fuad Kâmil’i dinledikçe şundan emin olmuştum, hak arayanlar bir zamanlar imtiyaz sahibi olanlardı, hakkın değil, imtiyazın tadına varanlardı.”
[6] Saffet Murat Tura, Şeyh ve Arzu. Metis, Haziran 2014, 3. Baskı, s. 97.
[7] Okan Çil, agy.
[8] Mürüvet Esra Yıldırım, Instagram hesabı. https://www.instagram.com/p/CyUH-_vIFDsd1oseNR1Y_l_uVHfSjBFgDWW9CA0/?igsh=cWh6eTlyNTZiMTdz Paylaşım Tarihi: 13 Ekim 2023. Erişim Tarihi: 10 Nisan 2024.
[9] Handan Salta, “Mürüvet Esra Yıldırım’la Bugünün Yakasını Bırakmayan Kadın; Selmin Zeki Hanım Üzerine” https://dergi.krom.com.tr/muruvet-esra-yildirimla-roportaj/ Yayımlanma Tarihi: 27 Ocak 2024. Erişim Tarihi: 12 Nisan 2024.
[10] Nazan Maksudyan, “Max Bonnafous and the ‘female suicide epidemic’ in Istanbul in the 1920s”. Les Études Sociales, Cilt 165, Sayı 1, 2017, ss. 157-181 https://www.cairn-int.info/article.php?ID_ARTICLE=E_ETSOC_165_0157. Erişme Tarihi: 10 Nisan 2024.