Nagihan Öztürk’ün Amerika’ya Ulaşan Müzik Yolculuğu Üzerine

Nagihan Öztürk; prodüktör, solist ve şarkı yazarı. Bununla birlikte öğretmen ve yardım kuruluşlarının da gönüllü elçi. Ayrıca bir şirketin kuruluşunda yer alıp, yönetecek kadar da iş dünyasının içinde. Bu kadar donanımı edindiği yolculuğuna dair söyleşimize buyurmaz mısınız?

Nagihan Öztürk
Nagihan Öztürk

“Her müzisyen kendisinin patronu ve çalışanıdır. Projeler size gelir ve patron olarak kabul edip etmemek sizin kararınızdır ve o projeler başladığında ise artık bu işin çalışanısınızdır.”
Nagihan Öztürk

Hacettepe Konservatuvarı Piyano bölümü ve Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera bölümü ile müzikal anlamda akademik kariyerinizin rotasını çizmişsiniz. Öncesini sizden öğrenebilir miyiz? Örneğin müzik için ilk ne zaman “Hayatımın merkezinde olmalı” demiştiniz? 

Bu sorunun cevabını hatırlayamayacak kadar küçük yaşta olabilirim. 🙂 Hatta o kadar küçük yaştaydım ki bu yeteneğimi ben değil babam fark ederek beni Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın sınavları için ıslarla hazırlamak istedi diyebiliriz. Çünkü daha ilkokulu okurken arkadaşlarımdan ayrılmak ve okul değiştirmek hiç istememiştim ve sonra kendimi konservatuvarın piyano bölümünde okurken buldum hem de dereceyle kazanmış biri olarak.  İşte o gün zaten müzik hayatımın bir parçası olmuştu. Evet piyano benim ana dalımdı fakat içimde hala nasıl şarkı söyleyebilirimin heyecanı vardı ve bu yüzden üniversiteye geldiğimde artık asıl yapmak istediğim, hayalini kurduğum dalın ne olduğunu bulmuştum. Artık opera bölümündeydim, mikrofon kullanmadan sesimizi gösterebiliyor, kocaman arialar söylüyor, konserler veriyor ve hepimiz kendimizi birer María Callas gibi hissediyorduk. Bu harika bir histi fakat hala bir şeyler bana yetmiyor gibiydi, ben daha başka ne yapabilirdim arayışına girdim. Bu arayış sanırım Türkiye’de kalmaya devam ettiğim sürece bitmeyecekti ve işte tam olarak sorunuza burada dönecek olursam; aslında müzik bütün eğitimim boyunca hayatımın merkezindeydi ama daha fazla ne yapabilirim sorusu ise kendimi şu an tam da olmak istediğim yerde Kaliforniya rüyasının tam ortasında bulmama sebep oldu diyebilirim.

Asıl soru da buymuş sanırım müzik hayatımın neresinde değil, hayatım şu an müziğin kalbinde, Hollywood’daymış. 

Sanatçı kimliğinizin yanı sıra öğretmenlik de yapmış ve İstanbul’da kendi müzik okulunuzda Royal Academy of Music sertifika programına birçok öğrenci yetiştirmiş, bazı öğrencilerinizin de burs almalarına yardımcı olmuşsunuz. Şu an öğretmenliğe devam etmiyorsunuz bildiğim kadarıyla, zaman içinde tekrar düşünür müsünüz?

Ankara’dan mezun olur olmaz İstanbul’a yerleştim. Bugüne kadar verdiğim en güzel kararların ilkiydi diyebiliriz. Her ne kadar Ankara’da doğmuş ve okumuş biri olsam da İstanbul benim için büyüdüğüm, kendimi geliştirdiğim, iş hayatını öğrendiğim, zorluklarla mücadele ettiğim ve beni bir adım daha ileriye taşıyan hayatımın en güzel dokuz yılıydı. Bu dokuz yılın sekiz yılı kendimi yeni yetişmekte olan müzisyenlerin kariyerlerine adadım evet! Hatta öyle adadım ki pazar günleri tatil yaptığım sayılıydı diyebilirim. Bu süreçte piyano, şan, konservatuara hazırlık, teori gibi bir çok alanda yüzün üstünde yetenekli öğrenciye bildiğim her şeyi göstermeye çalıştım. İstanbul’a geldiğim ilk yıllarda yaşadığım evin bir odasını tamamen müzik stüdyosuna çevirerek gelen müzisyen adaylarına ders vermeye başladım. Bu adayların sayısı 30’un üzerine çıktığında artık evde ders verememeye başladım ve bir de baktım ki artık bir müzik okulum var hem de içerisi o çok sevdiğim yeni müzisyen adayları ile dolu. Bir şube arkasından bir şube daha. Artık orada değilim belki ama şu an benim kurduğum ismiyle hala aynı yerde arkadaşımın emin ellerinde yaşamaya devam ediyor. Ve arkamda sekiz yıllık, hala aynı isimle yaşayan başarılı bir hikâye bırakmış olmak beni burada motive eden en güzel şey.

Hayatımızda her şey hızla değişiyor ve sınavlarla, sertifikalarla eğitim vermeye geri döner miyim açıkçası ön göremiyorum ama mentorluk yapmak sanırım benim kanımda var. 🙂  Çünkü hâlâ içinde bulunduğum müzik topluluklarında söylerken bile bir bakmışım elimde notalar kendimi yine öğreten kişi olarak buluyorum. 🙂

Ve açık söylemek gerekirse bildiğiniz şeyleri karşı tarafa iletmek ve bunun başarıyla sonuçlandığını görmek kendimizi tatmin etmenin en güzel yolu bu yüzden adına öğretmenlik demeyeceğim ama mentorluk hayatımın her zaman her yerinde olacak bundan eminim.

Geçtiğimiz aylarda söyleşi konuğum olan Yağız Oral ile ortak bir organizasyonun içinde yer aldığınızı kendisiyle yaptığım söyleşide öğrenmiştim. Los Angeles Independent Film & Music Production oluşumunuz sanatçı kimliğiniz yanında iş dünyası içinde de yer almanız anlamına geliyor. Bir sanatçı olarak işin mutfağında da yer almanız dolayısıyla aradaki dengeyi nasıl sağladığınızı merak ediyorum.

Sanırım en sevdiğim soru bu oldu:) Buna aslında çok kısa bir şekilde şöyle cevap verebilirim ki her müzisyen kendisinin patronu ve çalışanıdır. Projeler size gelir ve patron olarak kabul edip etmemek sizin kararınızdır ve o projeler başladığında ise artık bu işin çalışanısınızdır.

Bizler aslında öyle bir meslekle uğraşıyoruz ki mutfaktan çıkmamız demek işimizin bitmesi demek. Eğer bir noktada dengede kalıp başarıyı sağlamak istiyorsak, yine kendi işinin patronu olan ve bu işin mutfağında sonsuza kadar çalışmaya devam edecek kişiler ile doğru yerde ve doğru zamanda ortak çalışmak sizi dengede tutan en önemli unsurdur. İşte bu noktada Yağız ve ben aslında aynı sektörde ama farklı alanlarda uzmanlaşmış birbirini çok iyi tamamlayan iki ortağız ve ocak yandığı sürece de yemekleri pişirmeye birlikte devam edeceğiz.

Şu an Amerika’da yaşıyor olsanız da Türkiye ile de projeler vb. konusunda bağlantılarınız devam ediyor değil mi?

Kesinlikle evet! Geçtiğimiz aylarda Türkiye’deki bir hava yolu şirketinin uçak içi eğlence departmanı ile destinasyon müziklerini yapmak üzere anlaştık. Bu benim için inanılmaz özel bir proje, düşünsenize binlerce km uzaklıktan kendi ülkeniz için hala hizmet vermenin onurunu ve gururunu… Dünyanın hangi ülkesinde yaşarsam yaşayayım Türkiye ile işlerimi kopartmaya pek de niyetim yok. 🙂

Los Angeles’ta kâr amacı gütmeyen kuruşlarda ve Nachef şarkıcılar korosunda yer alarak birçok konser veriyorsunuz. Bu konserlerinizde de gördüğüm kadarıyla müzisyenler arasında kolektif bir çalışma var. Türkiye’de de bulunan bir sanatçı olarak, iki ülkedeki bu tarz kolektif çalışmalar arasında sizce ne gibi farklılıklar ya da benzerlikler var?

Tek kelimeyle erişebilirlik!

Öncelikle her şeyin mümkün olduğu bu ülkede birbirimize olan erişim, network, organizasyon bağlantıları Türkiye’ye oranla çok daha kolay ve bu durum akabinde de güçlü bir ekip çalışmasını ortaya çıkarıyor.

Buna ek olarak, müzikle uğraşmak burada asla bir ayrıcalık değil ve çoğu kişinin ilkokulda ya da en geç lisede bir orkestrada çaldığına veya bir koroda söylediğine şahit oluyorsunuz.

Ben uluslararası bir yardım kurumunun üyesiyim ve özellikle eğitim ve toplum hizmeti alanında çalışmayı tercih ediyorum ki mesleğim olan bu alanda daha verimli sonuçlar alabilmek için. Her ne kadar Amerika da Türkiye gibi çalışma koşullarının zor olduğu bir ülke olsa da; burada herkesin kendine ayıracak mutlaka zamanı oluyor.

Özellikle non-profit olarak buna cevap vermem gerekirse, haftada bir iki saatini ayırarak ne kadar büyük işler başardığını ve bunun karşılığını yapılan yardımlarla gördüğün zaman ne kadar gurur verici olduğu anlıyorsun.

Farklara değinmişken; sanatın toplumsal değişime katkı sağlamasını nasıl görüyorsunuz ve bu anlamda kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?

Ben bu konunda yukarıda söylediğim gibi sanatın toplumsal değişime katkı sağlamasının en önemli sebebinin de erişebilirlik olduğuna inanalardanım. Teknoloji şu an içinde bulunduğumuz dünyanın her alanından erişimine ve farklılıklarına olanak sağlıyor olması en büyük katkılarından birisidir. Az önce Türkiye ile çalışmalara devam ediyor musun sorusu da aslında buna çok güzel bir örnek.

Burada ben hâlâ müziğin başka alanlarında eğitim almaya devam diyorum ve buraya ait sistemi, geçmişimde aldığım eğitimle birleştirip ortaya “Universal” bir iş çıkarmaya çalışıyorum. Bu da bir noktada buradaki müzik bakış açısını Türkiye’deki bakış açısı ile kolaylıkla birleştirmemi ve iki farklı sosyo-kültürü birbirine tanıtmama yardımcı oluyor. Bu konuda iki ülkeden de eğitim almış olmaktan ve bu durumu kıyaslayabilmekten dolayı kendimi de oldukça şanslı görüyorum.

Gelecekteki müzikal ve iş dünyası projeleriniz hakkında biraz bilgi rica ederek söyleşimize katıldığınız için teşekkür ederim. Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?

Seve seve!

Buraya yerleşmeye karar verdiğim an artık ne yapmak istediğimin çok farkındaydım. LA Independent Film & Music production tamda bu noktada kuruldu. Tüm ekip olarak şu an film ve reklam /tanıtım müziklerine ağırlık vererek çalışıyoruz ve dediğim gibi burada her gün başka bir eğitim alıyorum. Şu an Audio Engineer programı ile yaptığım işleri teknolojik ortamda birleştirmeye çalışıyorum. Yarın başka bir şey, diğer gün ise bambaşka…

Burada öğrenecek çok şeyiniz oluyor ve gerçekten pasta o kadar büyük ki canla başla çalışmak zorunda kalıyorsunuz.

LA Independent Film & Music production adından da anlaşıldığı gibi sektörün her alanına hizmet etmek üzere kurulmuş bir şirket ve gelecekte planladığımız işlerin çoğunluğu film, dizi, oyun müziklerine hayat vermek üzerine kurulu.

Fakat bu demek değil ki yalnızca bununla sınırlı, örneğin yakında şirketimizin CEO su ile üzerinde çalıştığım, kendime ait çalışmalarımla çok yakında sürpriz bir şekilde Spotify’da sizlerle buluşmayı sabırsızlıkla bekliyor olacağım. 🙂

Bu güzel sohbet için sizlere çok teşekkür ediyorum.

Beyza Cumbul, On Air Music Co.'da projelendirmeci, müzik ve yaşam yazarı, röportajcı.