Yas ve Sanat Konulu Söyleşi Dizisi – 3 | Nami Esatgil




Yas ve Sanat Konulu Söyleşi Dizisi – 3 | Nami Esatgil
Nami Esatgil, Sanat Okur Yas ve Sanat Konulu Söyleşi Dizisi | Beyza Cumbul

Yas ve Sanat konulu söyleşi serimizin üçüncüsünü tiyatrocu Nami Esatgil ile gerçekleştirdik.

Konu hakkındaki söyleşilerimizin tümünü yayınladıktan sonra benim fark ettiğim; bu tarz toplumsal acıların ilk zaman diliminde sanatın her kesiminde tüm aktiviteler tamamen dursa bile; zaman içinde bu süreç sanat alanları açısından farklı şekillerde yaşanıyor. Sanatçıların ve sanat emekçilerinin yaşadıkları manevi ağırlık aynı olmakla birlikte; en başta yaşamı idare etme beklentisi olarak farklılıklar sanat alanlarında oldukça değişken.

Kaybeden sanat olmaz. Kaybeden halk oluyor aslında. Sanat yok olmuyor ama halkın giderek yapısı bozuluyor.

Nami Esatgil

Konser, Tiyatro gibi sahne sanatları ile uğraşan, sıcak saha içinde yer alan sanatçılar bu yas sürecini ruhen yaşarlarken aynı zamanda maddi gelir bakımından da sıkıntıya düşüyorlar. Çünkü onlar açısından iptal ya da erteleme değil; sanatlarını tamamen yapamamaya giden bir durum bu. Örneğin şu an canlı müzik alanlarından bazıları sezonu şimdiden kapatmış ve sahne yapmayacağını açıklamış durumda. Devlet ve belediye tiyatroları kapılarını kapattılar ve oyunlar ertelenmedi; direkt iptal edildi.

Bazı sanat dallarında ise iptal yerine erteleme ve sonrasında sanatı yine telafi edebilme ortamları mümkün kılınmış; resim sergileri gibi…

Tüm söyleşilerimizin ortak noktası ise; sanatın bir meselesi vardır ve eğlence aracı ile sınırlayan zihniyetle toplumsal olarak savaşmamız gerekiyor.

Umarım tüm savaşlarımızı verirken sanatı ihmal etmeyiz dileklerimle; sevgili Nami ile olan söyleşimize bırakıyorum sözü; iyi okumalar dileriz.

Yası ve gündemi hiç bitmeyen bu topraklarda herkes mesleğini yaparken sanatçının yapamıyor oluşunu neye bağlıyorsun?

Sevgili Beyza öncelikle sanatçıların en büyük yarasına değinen bir röportaj hazırladığın için sonsuz teşekkür ederim. Sorunun en kolay cevabı şu sanırım: Kelime anlamı itibariyle “Eğlence Sektörü” çalışanlarının bir meslek icra ettiğinin farkında olunmaması. Bu hükümetten başlayıp halka sirayet eden bir durum. Yani kısacası insanlar ve kurumlar bunun bir meslek olduğunun farkında değil. O yüzden her türlü gündem değişikliği ve üzücü olay gerçekleştiğinde ilk kapatılan sektör oluyoruz. Kimse bu sektör çalışanlarının da kira, fatura ödediğinin, çocukları olduğunun; hastalandıklarında doktora gittiklerinin vs vs yani her yaşayan kişi kadar ihtiyaçlarının olduğunun farkında değil. Üstüne üstlük bir de linç etmeyi seven bir toplum olduğumuzdan kurumlar da bu baskıyla ilk olarak bu sektörü durdurur ve yasaklar durumdalar.

6 şubat felaketinden 3 hafta sonra bir tiyatro reklamı gördüm altındaki yorumlar tamamen linç. Hele bir tanesi şöyle yazmıştı. Pandemi de 2 sene çalışmadınız da öldünüz mü? Dayanamadım cevap yazdım: ” Öldük ama siz fark etmediniz.”

Pandemide intihar ederek hayatına son veren 116 arkadaştan söz ediyorum. Bunun 109 u müzisyen geri kalanı oyuncu idi. Dikkatini çekmek isterim; herhangi bir felaket yaşandığında hiç kimse bir pastaneyi, bir tekstil atölyesini bir tekerlek tamircisini ve veya yüzlerce meslek sahibini yargılamaz bu soruyu soramaz ama biz anında linç ediliriz.

Örneğin hükümet deprem felaketinden sonra bir hafta yas ilan etti. Özellikle tiyatrolar bu yası en az 3 hafta sürdürdü. Özellikle genç arkadaşlarımın neredeyse tamamı felaket bölgesine yardıma gittiler. Ben gözlerimle gördüm genç arkadaşlarım üstlerindeki montu ayağındaki botu gönderdi. Bunu ajitasyon olsun diye söylemiyorum. Aynı kişiler Şubat sonunda mesleklerini icra etmek istediklerinde linç yediler.
Şöyle bir şey gelişti; etkinlik reklamlarında belki sen de fark etmişsindir:
“Gelirin bir kısmı depremzedelere gönderilecektir.” bu sadece yumuşatma çabası. Yani “Ne olur bizi linç etmeyin, ihtiyacımız kadarını alıp üstünü göndereceğiz. Biz de yaşamak zorundayız”ın farklı bir söylenişi. Bence çok saçma ama maalesef mahalle baskısı bunu gerektirdi. Yani çıkıp şunu söyleyebilen de var “Tamamı depremzedelere gönderilecektir” buna eyvallah derim. Güçlü birikimli bir tiyatrodur, yapar. Ama diğeri..

Ne üzücü değil mi?

Sence bunu aşabilir miyiz?

Aşar mıyız? Şu an çok zor görünüyor. Bak 1 haftalık yasa rağmen ilk önce Devlet Tiyatroları 1 Mart’a kadar tüm etkinliklerini iptal etti. Bunu gören Büyük Şehir Belediyeleri ve diğer belediyeler süresiz iptal etti. Önümüzde 27 Mart Dünya Tiyatro Günü var. Kurumların nerdeyse tamamı hiçbir etkinlik düzenleyemiyor korkudan. Bu konunun aşılabilmesi için önce hükümetlerin bunu bir meslek olarak kabul etmesi ve kişilerin hayatlarını idame ettirmelerini sağlayabilmesi gerek.

Yas nedeni ile siz de oyununuza ara verdiniz. Bunun tiyatro kadronuz ve sendeki bireysel etkilerinden bahsedebilir misin?

Ben afet sonrası Tiyatroname olarak Şubat’ta kalan oyunlarımın tamamını (11 oyun) iptal ve erteleme yoluna gittim. Zaten ekibimden afet bölgesinde görev yapmak isteyen arkadaşlarım da vardı. Mart’ta devam ederiz dedik. Mart ayında da 14 gösterimiz vardı bunlarda Belediyelere ve organizatörlere sattığımız oyunlardı. Sonra yukarıda sözünü ettiğim nedenlerden dolayı yağmur gibi iptal geldi. Mart için şu an tek oyun kaldı. Şimdi konunun matematik kısmına geleyim. Halk, sahnede belki 5-6 oyuncu görüyor. Ama benim ekibim 12 kişi. Toplamda 2 ayda 23 oyun iptal olmuş. Kaşe yani oyun başı para kazanan insanlar olduğunu düşündüğümüzde hadi oyuncular bir şekilde seslendirme, dizi, sunuculuk vs işlerle hayatlarını idame ettiriyorlar ama sesçim, ışıkçım, asistanlar, kostümcüm, dekorcum,… nasıl geçinecek. Herkesin psikolojisi bozulmuş durumda. En başta da benim. Tabii bu son olaya bağlı değil tiyatromu kuralı 10 yıl oldu bu 10 yılda Ankara Garı’nın bombalanmasından Orman Yangınlarına, Reina’nın taranmasından Darbe girişimine, Terör saldırılarından Pandemiye onlarca olay yaşandı ve hep biz kapandık. Burada daha fazla sıralamak istemedim ama merak edenler lütfen araştırsın bu ülkede son 10 yılda yaşanan felaketleri…

Ayrıca sadece ekonomik de değil bizde insanız ve bu olaylardan çokça etkileniyoruz

Tiyatrocuların bir mottosu vardır hani: “Gösteri devam etmeli”
Aile yakının kötü haberini alan bir oyuncu mesela o rolünü oynar ve sonra kendi acısını yaşar diye biliriz, öyle gördük geçmişte Adile Naşit gibi üstatların da hayat hikayelerinde var böyle örnekler. Gösteri sanatçı değil de toplumda yaşananlar acılar, siyasi durumlar, gibi gibi nedenli olarak uzun süre devam edemediğinde kaybeden sanat oluyor diyebilir miyiz, bunun topluma yansımaları konusunda neler söylemek istersin?

Tam üstüne bir soru oldu az önce değinmeye başlamıştım zaten. Her insan kadar hatta sanatçı biraz daha fazla duygusal olduğu için belki 2 katı fazla üzülüyoruz. Fakat bizim de işimiz bu, Doktor nasıl ki “Bugün bu ameliyatı yapamam üzüntümüz var hele 2-3 ay geçsin” diyemiyorsa; bizde yüreğimiz yangın yeri de olsa çıkıp işimizi yapıyoruz. Bak hep söylenen bir örnektir ama ben de tekrar edeyim. Dünya savaşları zamanında en çok açılan, hükümetlerin en çok desteklediği Shakespeare Kumpanyaları olmuştur. Özellikle topluma moral kazandırırlar motive ederler anlayışı ile. Çünkü “Tiyatro İyileştirir”. Bunu unutmamak gerek. Kaybeden sanat olmaz. Kaybeden halk oluyor aslında. Sanat yok olmuyor ama halkın giderek yapısı bozuluyor. Çevrene bir bak yolda giderken gülümseyen birini göremez olduk. Herkes depresif herkes öfkeli.

Son olarak yeniden başladığınız turneniz hakkında bilgi alabilir miyiz?

Mart itibari ile Afyondan başladık; oradan Çorum ve Karadeniz Turnemiz olacak. En azından 2 saat boyunca sorunlarınızdan uzaklaşıp derdi tasayı unutmanız size iyi gelecek. Bekliyoruz. Unutmayın Tiyatro İyidir, Tiyatro İyileştirir.

Nami Esatgil – Facebook | Instagram | Twitter
Tiyatroname Esatgil Oyuncuları – Facebook | Instagram | Twitter

Beyza Cumbul, On Air Music Co.'da projelendirmeci, müzik ve yaşam yazarı, röportajcı.